Biz kendi içimizde uzlaşabildik mi ki?
Kimimiz Çerkesya’ya dönüşü örgütlüyoruz; bunu temellendirmenin bir tartışmasını yapmadık. Herkes kabaca bu temeli; “Orası bizim vatanımız” olarak değerlendiriyor ve aslında baktığımızda evet, gerçekten de orası “bizim vatanımız” ancak Türkiye’deki bir çok Çerkesin bu temeli, temelin slogan halinden daha fazla bildiği yok. Mesela irdelemek lazım; “bir insanın vatanı neresidir?” diye. Vatan, insanın kendini ait hissettiği yerdir. Size kısaca, kabaca şöyle bir örnek vereyim; dünyayı bir apartman olarak düşünün, bu apartmanda yaşayan her aileyi de bir halk.. peki bu durumda ailenin vatanı apartmanın neresine denk düşüyor? O zaman bir iyice düşünelim-taşınalım. Biz Çerkesya’yı, bu apartmanın neresinde görüyoruz diye.. bugüne kadar, “ille de vatanım” diyen bülbüllerin hepsi ne yazık ki Çerkesya ilgili bir şeyler üretirken, o çok övündükleri vatanlarına apartmanın en altında Türkiye’de genelde kömürlük olarak bakılan “sığınak” muamelesi yaptılar. Ergün Yıldız, Kaffed’in istişare toplantısında konuşurken ne dedi? Daha da gerçekçisini, biraz argoydu ama emin olun durumu o kelimeden daha net, daha temiz, daha sade anlatacak başka bir kelime yoktu? “vatanına genelev, soydaşına fahişe muamelesi” yapan anlık vatanseverlikçiler. Vatan böyle mi sevilir? Neden daha önce hiç -bugün dönüş şartları en kolay haline gelse bile kitlesel bir harekete dönüştüremeyeceğimizi- tartışmıyoruz? Söyleyeyim; çok korkunç sonuca çıkıyor. Tam bir umut çölüne gidiyor. Çünkü, artık neredeyse hiç kimse vatanını sevmiyor. Vatanını sevmesi için gerekli hiçbir şeyi de bilmiyor, aydınlar bunu hiç konuşmuyor, örgütlerin neredeyse hepsi; kendilerinde bile olmadığı halde, varmış gibi halk tabanımıza “vatanseverlik” methiyeleri düzüyor. Türkiye’de Çerkeslerin 3 temelde birbirinden ayrılan ve vatanı, lafla peynir gemisi yürütmekten öteye gitmeyecek şekilde ilgilendiren tartışması var. Birincisi Laiszm, ikincisi İslam, Üçüncüsü “Ne mutlu Türküm diyene” açın bakın tartışılan yerlere, konuşulan şeylere. Bu üçü dışında siyasi ve radikal biçimde tartışılan şey ne? Vatanla ilgili paylaşılan tek şey “haber bülteni” ee, bu da artık kendi içimizde çözülmesi gereken bir konu. Bu konuyu önemseyin.
…İktidar, (ki bunu yalnızca bugün meclisin içerisinde hükümet kurmuş bir partiye giydirmemiz, ancak kendimizi kandırmaktır) nedir ve topluma nasıl nüfus eder? Seçimlerde gerçekten bir iktidar mı seçilir? Bana göre, hiçbir seçim hiç kimseyi iktidar kılmıyor. Seçimler; iktidarın sözcülüğü içindir ve seçilmişin iktidara etkisi asla yoktur. Halka iktidarı seçme hakkı tanınmaz, çünkü halkın seçimi muammadır, halkın seçimi risktir ve iktidar böyle bir riski asla almaz. Ancak herşeye rağmen, iktidarın kanunlarını, yasalarını, düzenini halka açıklama görevini halkın seçtiği sözcülere açıklama nezaketinde bulunur. Bu nezakette, aslında bir politikadır. Çünkü halk, iktidarın her yaptığını, her yapacağını; kendi seçtiğinin ağzından duyarak rahatlayacaktır…
"TC" Çerkes'e: Bölücü sizsiniz, sempatizan sizsiniz, it sizsiniz.
Siz kendinizi ne kadar inandırırsanız inandırın bizim kötü olduğumuza, biz; ezilmiş bir halkın mücadelesini omuzlarken, ezilen kadınların çığlıklarını sırtlanırken, katledilen doğanın işitilmeyen acısına ses olurken, sömürülen emekçinin hakkını ararken; sizin tüm o iftira gürültülerinizin arasından tüm dünyaya, tüm zamanlara, tüm yüreklere kim olduğumuzu zaten gösteriyor olacağız. Dün olduk, bugün oluyoruz ve yarın olmaya devam edeceğiz! Bunun için bir karşılık beklemeyeceğiz! Teşekkür beklemeyeceğiz! Dua beklemeyeceğiz! Bunu hiçbir beklenti içerisine girmeden yapacağız ve tüm niyetimiz; tüm halkların kardeşçe, güvenle, eşit ve özgür bir gelecekte buluşması olacak. Tüm amacımız hünerleriyle patronlarını zenginleştirip, kendileri hergün fakirleşen emekçilerin hak ettiği bir yarında çocuklarıyla, aileleriyle, kendi anadillerinde, hep birlikte eşitlik türküleri söyleceği bir yarının temelini atmaktır. En başta, tüm şovanist ve deli zırvalığı olan vatan edebiyatını bir kenara bırakıp bakmanız, hepimizin bu dünyayı paylaştığını ve hiçbir suni kavramın yaşayan bir canlıdan daha önemli olmadığını anlamanız gerekir bizi anlamanız için, oysa siz; hiç yaşamayan kavramların insan öldürmeyi meşru kıldığı bir zorbalık, bir faşistlik felsefesinin neferleri olduğunuz için! Biz eşitlik dedikçe siz bölücülük diyeceksiniz. Asıl bölücülük, anneleri evlatlarından ayırmak, halkları dillerinden ayırmak, kadınları erkeklerden ayırmak, işçileri haklarından ayırmaktır. Asıl bölücülük yapan sizlersiniz ve bugüne değin nice insanı sırf kendi değerini taşıdığı için; yaşamından ayırdınız. Biz bunu reddediyoruz! Biz; kanla yazılmış, toprağı kanlandırmayı öven, kanla kutsanan bu hasta felsefenizi reddediyoruz! Biz, halklara ölümü vaadeden bu faşist düşüncenizi reddediyoruz! Bizi suçlayacağınız ve yaşamsal boyutta hiçbir değeri bulunmayan düşüncelerinizi reddediyoruz. Bizler, Anti-Faşist Çerkesleriz, Çerkes soluyuz, HDK-P’li Çerkesleriz! Kobane’de faşist islam örgütünün cehenneme çevirdiği hayata karşı dimdik savaşan Suphi Nejatlarız! Yaşasın halkların kardeşliği diye haykıran Yusuf Aslan’ız! Halkı için verdiği mücadelede kalleş bir kurşunla vurularak katledilen Mahmut Özden’iz! Nazi kampında işkenceyle öldürülmüş Soçentsuk Aliy’iz! Devlet-i Aliyye tarafından zenginleştirilip halkını köleleştiren Çerkes beylerine karşı Bzeyiko savaşını sürdüren isyancılarız! Kadın hakları için, belkide yaşadığı çağda çok riskli bir görevi üstlenip feminist dergi çıkaran Ulviye Nuriye Civelek’iz! Abbasi’de toprak ağalarının Afrika’dan getirtip bataklıkta çalıştırarak kırdığı ve bu duruma isyan edip El-Muhtare’yi kuran Zenc’leriz! Ya siz kimsiniz? Övündüğünüz değerler nedir hiç kendinize soruyor musunuz? Bu topraklarda ölmekten-öldürülmekten övünüyorsunuz, kabdan yediğinizi kabullenip, ona pislemeyeceğinizle övünüyorsunuz! Tüm asimilasyon programları uluorta dururken, böyle birşey olmadı zırvalığıyla ortalığı karıştırıyorsunuz velveleye veriyorsunuz! Nice evlat anasından babasından, nice baba evladından, sevdiğinden bölünürken, katilleri hiçbir ceza almıyorken; faşizmi inkar etmek lazımken siz faşizmin askeri olmaktan övünüyorsunuz! Bölücü sizsiniz! Biz kardeşliği, siz düşmanlığı bağırıyorsunuz! Bir köpek gibi, dilini-tarihi unutarak yaşamak ve sahibinizin size düşman öğrettiğine havlamak marifetse haberiniz olsun, 1864de atalarınız; kendilerine sizin bugün yaşadığınız hayatı reva görselerdi hiçbir soykırım ve sürgüne tabi olmadan bugüne kadar sizin gibi köpek gibi yaşayabilirlerdi! Ama onlar başkalarının köpeği olmayı reddettikleri için savaştılar, soykırıma ve sürgüne tabi tutuldular, onlar gibi özgür ruhlu insanlardan bugün evrildiğiniz nokta; köle ruhlu alçaklar olmamalıydı! Atalarımızın kemiklerini biz değil, siz titretiyorsunuz ve işin en kötüsü bugün atalarımızın değerlerini de en çok siz sömürüyorsunuz! Hemde bunun bile farkında olmadan..
*Not: Konudaki köpek sözcüğü; hayatı boyunca hiçbir canlıya nefret gütmeyen, insan tarafından dünyası gasp edilmiş ve insanlarla birlikte kentleri paylaşmak zorunda kalan, eziyetler ve işkenceler gören o masum canlı değil; birisinin emrini icra etmek için komut bekleyen köle ruhlu insan türü tabir edilmiştir. Yinede biz insanların aynı zamanda bu güzel ve sevimli canlı türüne köpek-it gibi tabirler kullandığını bildiğimiz için yeryüzünde yaşayan tüm köpeklerden özür dilerim.
HDP 'ye oy vermek: İdeolojik tavırdan öte; sorumluluk ve insanlık halidir.
Bir atasözü vardır biz de; “Çerkeslik, İnsanlıktır” diye. Bizler de hangi partiye oy verirsek verelim ya da benim gibi oy vermeyelim ama bu sözü unutmayalım. İnsanlığımızı, hiçbir egemenin tarihine saplı kalmadan ve kendi milliyetçiliğimizden de arındırarak vicdan terazimizde tartalım ve Çerkes miyiz – değil miyiz? diye kendi iç hesaplaşmamızı yapalım. Daha öncede yazdım: Çerkeslik; teknik anlamda bu halka aidiyeti bulunan anne ve babadan dünyaya gelmek olabilir ama bu çok sığ bir Çerkesliktir. Bu üzerine emek verilmeyen, anısına mücadele edilmeyen, yaşamak için bedel ödenmemiş, tarihte ödenmiş bedelleri sayıklayarak bugüne kadar gelmiş kişinin tarihsel sömürüsüdür. Halbuki; bugün kişinin tarihindeki referansları sömürerek övündüğü bu kimliğin övünç tarihini yazan insanlar, ki-onlar atalarımızdır… bizlere bu tarihin içinden bugüne kadar gelebilmiş bazı sorumluluklarımızı da haykırmışlardır. Mesela; “Çerkeslik, İnsanlıktır” demişlerdir. Bu geçmişten-bugüne gönderilmiş bir mesajdır ve bugün geleceğe taşınmakla mesulüz. Mesuliyetimizi unuttuğumuz an, tarihini sömüren kişiler olarak geçmişteki referanslarımıza dayanarak böbürlenen ve hatta kibirlenen; tarihimizin yüz karaları olacağımızı da hiç unutmadan-sürekli hatırlamalıyız. Bunun tek yolu; parlementer sistemde HDP’ye oy vermek değildir. HDP’ye oy vermemek elbette sorumluluklarımızı ihlal ettiğimiz anlamına gelmez, ancak insanlık kavramının tüm değerlerini ayakları altına alarak; cinayetlere, hırsızlıklara, saldırılara, baskılara, işkencelere, asimilasyonlara, çevre düşmanlığına ve hatta ırkçılığa, milliyetçiliğe, tecavüzcülüğe yol açanları ve bunlardan herhangi birini yapanları, yapılmasına yol açanları, bunu körükleyenleri desteklemek, onların çirkin çığlıklarını içinde haykırmak, koltuk, makam, şöhret, para için tüm bu insanlık dışı olguları hayatımıza taşıyanları desteklemek; sorumluluğumuzu ihlal etmekten daha da kötü, insanlık değerlerine saldıranlara ortak olmaktır. Aynı zamanda Çerkes kimliğimiz, kanımızda bulunan özel bir genin değil, ağzımızla konuştuğumuz dilin, hayata tutunduğumuz toplumsal vicdanımızın göstergesidir. Bir halkın varlık alameti; ancak konuştuğu dildir. Kendi alametleri için endişelenmeden, kendi kimliğini eriten unsurların egemenliği için gönüllü asker olmaya, en hafif tabirle devşirilmişlik diyoruz. Bugün ise egemenlerin alametleri için ortalığı yangın yerine çevirenlerin yoldaşı, davadaşı, ülküdaşı olmuş biyolojik Çerkeslerin, halkı için, dili ve tarihi için mücadele veren Çerkeslere değil hesap sorma, yüzlerine bakma hakları bile yoktur. Ancak onuru törpülmüş, kendi karanlığına gömülerek aptallaştırılmış bu utanç kaynaklarımız tarihinden uzaklaşmanın ve kimliğini yitirmenin bir alameti olarak, yüzümüze bakmaya dahi utanmaları gerekirken, hesap sormaya yelteniyorlar. Halkımızın acısını paylaşan siyasi kurumlara, tüm halkımız adına nefret söylemleriyle bağırıp, hatta küfür edip ve üstüne utanmadan ve sıkılmadan “ben çerkesim” de diyerek bu onursuzluklarıyla bizleri de utandırıyorlar. Bir daha anlatmak gerekirse; HDP’ye oy verecek Çerkesleri kutlarım. Bunu ideolojik bir mesele olarak değil, halkıma karşı sorumluluk sahibi bir Çerkes ve dünyaya duyarlı bir insan olarak yapıyorum. Hırsızlığa ve bunu meşrulaştıran sisteme, bu sistemi oluşturan düzen partilerine, bu düzen partilerinin ırkçı-gizli ırkçı tarihlerine karşı tarihsel mücadele veren en kesin mücadeleyi yürüten Halkların Demokratik Partisi, açıkça; Çerkes halkının dili ve tarihiyle ilgili tavrını beyan etmiş, Çerkes soykırımının tanınması için önerge vermiş (iktidar partisi tarafından reddedildi) Sochi olimpiyatlarıyla ilgili net tavrını göstermiş, partisindeki “Halklar ve İnançlar Komisyonuna” Çerkesleri temsil eden Çerkesleri getirmiş, parti meclisine Çerkes üyeleri oturtmuş, TBMM’ndeki kürsüsünde Çerkeslere yer vermiş, bizlere adaleti, insanlığı ve tarihimizi garanti edebilen, bu ülkede yaşayan herkes Türk’tür demeyen, her halkı olduğu gibi kabul eden ve onların değerlerine önem gösteren, emekçiler için düşünen, önergeler üreten, çözüm arayan, savaşın değil barışın, ırkçılığın değil kardeşliğin bayrağını taşıyan bu partiye oy vermeyi; ideolojik tavırdan öte; sorumluluk ve insanlık hali olarak görüyorum ve atalarının “Çerkeslik, insanlıktır” diye bağırdığı Çerkeslere, yakınımızdan-uzağımıza kendi vicdan muhasebelerini yapmalarını öneriyorum.
Bu seçimlerde de oy kullanmayacağımı, bunun da tamamen ideolojik bir tavır olduğunu bilmenizi isterken, bunu güçlü bir şekilde örgütleyemediğimiz ve etkili bir duruma dönüştüremediğimiz için şimdilik en azından çevremizde chp’ye mhp’ye akp’ye oy veren ve kesinlikle içlerinde kötü bir kişilik bulundurmayan insanları HDP’ye oy vermeye ikna ederek destek olduğumu da bildiriyorum. Şuana kadar çeşitli yerlerden 100den fazla kişiyi ikna ettim. Bende bu durumda sanırım bir makul şüpheliyim 🙂
Xabze ve İfade Özgürlüğü (Jıneps Şubat)
Bu ay gözü dönmüş canilerin, yeryüzünün hemen her köşesinde saldırılarıya geçtikleri, kan ve gözyaşı akıtılan “ifade özgürlüğü”nü yazmak istedim. Bugün gençlerimizin büyükleriyle aralarına koydukları mesafelerin temel sebeplerinden birisi de ifade özgürlüklerinin yok denecek kadar az olmasındandır. Gençlerimiz, dernekler de, organizasyonlar da, siyasi meseleler de, ülke de, toplum da kendilerini, hem kendileri (bireyler) adına hem de toplumları (Çerkesler) adına temsil etmek, ifade etmek ve aslında bunu özgürce yapmak istiyorlar. Fakat Xabze’nin büyüklerin “işine gelen” tarafıyla engellendiklerini düşünüyorlar. Haklılar, haklıyız, bunu ifade etmemiz bile aslında ayıplanıyor, ancak bunu ifade etmediğimiz sürece geçmişin-geleceğe bıraktığı miras; bu oto-baskı ve ifade sansüründen nasibini alacak ve bu kötü miras, gelecekte, geçmişe duyulan herşeyi kırılgan bir hale dönüştürecektir. Bu hem kültürel aidiyeti, hem de henüz tam yerine oturmamış olsa bile, ulusal değerlerimizi diasporanın yarınlarından koparabilir. Büyüklerimizin, sarsılan otoritelerinden daha çok korkması gereken şeyleri hissetmeleri gerekir. Bu ki; artık giderek küçülen, yok olan, bize “biz” sıfatını kazandıran kültürümüz, tarihimiz, yurdumuz, belleğimiz ve dilimizdir. Müştereklerimizin “biz”e bürdüğünü, Çerkesliği, Xabzeyi, Bzeyi, bugün gençlere; karşı gelinemez bir otoriter yapı olarak sabitleyerek; büyüğünden korkan, soramayan, araştıramayan, her söylenene hemen inanan bir nesil yaratma amacıymış gibi kullanmak mıdır Xabzemiz? Yoksa; araştıran, sorgulayan, inceleyen, sorabilen bir nesil için; kendi toplumsal otoritelerini gençlerin yolunu açmak için kullanmak mıdır? Bu da düşünen kafanın bize sorusu olmalıdır.. Gençlerimizin kendilerini hem kendileri hemde toplumları adına ifade edebilmesi ne kadar korkulasıdır? Kimin için korkunç olabilir? Bugün toplumu adına endişe hissettiğini söyleyen tüm büyüklerimizin; bu kültürü kimden miras, kimden ödünç aldığını iyice düşünmesi lazım. Atalarından miras mı, gençlerinden ödünç mü? Çünkü bunun bir sonucu vardır, miras yediciler ile, sorumluluk taşıyanların arasındaki kıldan ince çizgi budur ve bu çizginin bir tarafı toplumsal felaketimizin, diğer tarafı ise güçlü varlığımızın yolunu açacaktır. Toplumu adına kendini ifade etmesine saldırılan çocuklar, toplumu adına endişe duyan çocuklardan başkası değildir. Yemug ilan edilen, aşağılanan, küçük düşürülmeye çalışılan bu çocuklar, toplumu adına endişe duyabilen çocuklardır ve bugün onlara saldıran zihniyet, Xabzeyi vücudunda bir zırh gibi taşımakta, toplumsal hiyerarşiyi bu kadar küçültmekte ve gençlere “Xabze”nin dışında hiçbir şey söyleyememektedir. Asıl ayıp olan, Xabzemizin otoriter saygıcılığını bilgiye ve bilince göre değilde, zamana ve yaşa göre tertip etmektir, buna inanmak, bunu yaşatmak, buna dahil olmaktır. Aslında bu-da, toplumsal tarihimizden uzaklaşmanın ve 150 yıllık sürgünlüğümüzün bizden çaldıklarının bir işareti olabilir mi? Nihayetinde 150 yıl, bizden bize ait bir çok şeyi götürdüğü gibi, bize ait birşeyleri de değiştirmiş olabilir. Xabzeyi, toplumsal bir oto-sansüre dönüştürüp, bunun denetleme mekanizmasını da “yaşçılık” ile sağlanmışta olabilir ve gençliğin bunu ciddi anlamda düşünmeleri gerekir. Xabze, toplumsal duruşumuzu ve yarınımızı yönetecek kişileri sadece yaşlı olduğu için yetkilendireceğimiz aptalca bir inanç değil, aksine toplumsal tarihimizin tecrübelere dayalı bir öğretisi olmalıdır. Büyüklerimizde, yaşçılığa indirgenmeye çalışılan bu koca öğretiyi anlamalı ve bugün onu kendi işlerine geldiği gibi yorumlayıp gençlerin kendilerini ifade etmesini engelleyenlere karşı bir tavır sahibi olmalıdır. Gençlerimiz ise; bugün Xabze’yi kendilerine bir silah gibi doğrultan herkese inat, bu öğretinin yaşçılığa indirgenemeyecek kadar değerli olduğunu ve toplumsal iletişimimizi yöneten bu büyük öğretinin; korkan, susan, sinen, zavallılaşan bir Çerkes nesli yaratmaktan ziyade, cesur, bağıran, soran, arayan, hesap soran bir nesil yaratmak için var olduğunu haykırmalı, kadim halkının bu değerini; kötü niyetli kişilerin tekelleştiremeyeceğini ilan ederek, Xabze’yi ifade özgürlüğünü engel olmaktan ziyade, ifade özgürlüğüne garanti olacağı yönüyle sahip çıkmalıdır. Yarınlar korkanların değil, cesurların yarınıdır ve cesur çocuklar oldukça; yarın ki varlığımız, bugün ki yokluğumuza sebep olanlara hesap sorarak daha güçlü olacaktır. Toplumu adına düşünen, sorgulayan, araştıran gençler olarka hepimiz, bu toplum adına konuşma, toplumu adına kendini ifade etme özgürlüğüne sahibiz ve bu özgürlüğümüzü asla teslim etmeyeceğiz. Bu özgürlüğümüze saldıranlara karşı direneceğiz ve herşeye rağmen, tüm deformasyona rağmen Xabze bizi susturanların değil, bizimle bağıranların bir değeri olarak; biz oldukça, kendisini bizlerle yaşatacaktır.
Bu yazı Jıneps Gazetesi Şubat 2015 sayısında yayınlanmıştır.
Zulüme, işkenceye ve katliama aday adayı olan kalpaklılar
Evvela “sosyal medya” da “platform” olarak kurulmuş grupların çalışma mantığını anlamanızı isterim. Her birinin özgün kuralları olur, aynı zamanda bu kuralların yanında, üstüne kurulu oldukları kaynağın genel kuralları olur ve aynı zaman da, uygar(!) dünya da; insanlık namına bazı sosyal kurallar olur. Örnek vermek gerekirse; Işıkta bekleyen yaşlıları karşıdan karşıya geçirmek, zulüm gören bir canlıya yardım etmek, aç-susuz kalmış bir canlıya yardım etmek gibi, ya da bazı yerlerde değişik kurallardan da bahsedebiliriz. Bunlar hiçbir yerde yazmaz; mesela – İstanbul’da toplu ulaşım araçlarının yürüyen merdivenlerinin sol tarafında durulmaz.- Bu yazı böyle uzar gider, herkes bir ortamda yeteri kadar zaman geçirince anlar ki; her yerin kendine özgün bazı kuralları vardır… İşte aynı zamanda “sosyal medya”da kurulmuş grupların da, kurulma amaçları ve bu amacı çerçeveleyen özgün kuralları olur, o kuralların tek amacı, grubun kurulma şartlarının dışına taşmamasıdır. Taşmak deyince; aynı zamanda bu gruplarda “paylaşım” yapar her üye; paylaşımının bu çerçeveler içinde olduğunu ve grubun diğer üyelerinin bilgisine, düşüncesine, desteğine, yorumuna açık olduğunu kabul eder. Yani; insanların özel hesaplarından yaptıkları paylaşımlarla, grup (topluca)larda yaptıkları paylaşımlara karşı etkileşim farklıdır. Grupta bir gönderi; o gönderi gören herkesin eleştirisine açılır. Eğer eleştirilmeye tahammülü olmayan birisi bu gruplardan birine üyeyse, rica ederim hiçbir şey paylaşmasın. Çünkü o gönderi “gruba düştüğü” an, eleştiriye açılmış demektir. Malum, Çerkesiz.. bizimde yaşam etkileşimimiz de, toplumsal duruşumuzu çerçeveleyen sosyal kurallarımıza da “Xabze” deniyor. Kaldı ki, sürgünlük geçen 150 yıldan sonra, yaşadığımız coğrafyanın kültürleri ile etkileşime geçerek değişmiş olması da pek muhtemel, ama bunda bir hata yok, sonuçta ortam değişince, ortamdaki hukuk değişir, şartlar değişir, zaman değiştikçe; bulunduğumuz ortamda nüfuz eden bir takım yenilikler, bizim 150 yıl öncesinden buraya taşıdığımız Xabzeyi mutlaka değiştirmektedir. Zaten bunu inkar etmeye, bunu reddetmeye de bir çeşit “yobazlık” denebilir. Bundan 150 sene önce, bir de gidip Mezapotamya’da yaşayalım diye buraya gelmedik, bundan 150 sene önce, 101 savaştığımız büyük bir savaşı kaybettik, soykırıma uğradık ve buralara sürgün edildik. Olaya bu etkileşimde bakmakta fayda var, yani bizim 251 senedir, toplumsal yapımız savaş, soykırım ve sürgünle şekillenmektedir. Önceleri çok eleştirdiğim; “Babanın çocuğunu topluma açık bir yerde sevmeme”sinin sebebini öğrendiğimde gözlerim dolmuştu. Savaş öyle uzun ve acımasız geçmişti ki, babası savaşta ölen çocuklar köylerde çoğunluk olmuştu ve bu Xabze, işte o çocukların üzülmemesini düşünüyordu. Çok inceydi, ne kadar sert gözükse bile, aslında bir o kadar hassas ve inceydi. Günümüzde de bu çevreyle etkileşime giren ve insan onurunu düşünen Xabzelere ihtiyacımız yok değil, nihayetinde; bugün diasporası olduğumuz toprakların doğusunda çok kanlı içsavaşlar, savaşlar, cinayetler, katliamlar yaşanmaktadır. Oradaki savaşların, cinayetlerin bizim yaşadığımız topraklara taşırdığı “savaş mağdurlarının” sayısı da milyona ya ulaşmak üzere ya da geçmiş bulunmaktadır. Bizler, bunun farkındalığına varmalıyız. Xabzeyi, tartışmaları sönümlendirecek bir araca çevirmeye çalışmaktansa, bu gerçekliğin işleyişine karşı toplumsal vicdanımızı etkileyecek bir hukuka çevirmeliyiz. Bu şartlarda; bugün, 2015 genel seçimlerinin arifesinden yazıyorum o halde. Xabze; Zulüme, işkenceye ve katliama ortak olma adaylığına karşı bize neyi öğütlüyor?
Mükemmeli arayan sefil yaşamların itirazında ki samimiyet eksikliği
Evet acı ve zor, ancak yaşadığımız bu şey bir gerçek ve bu gerçekle iyice yüzleşemediğimizi düşünüyorum. Yaşadığımız sisteme bakıp, en iyi ihtimalle bile; adaleti ve özgürlüğü göremiyoruz. Bir yeri değil, iki yeri değil, üç yeri değil evet, her yeri bozuk bu düzenin. Bu yaşamın değil, ölümün düzeni ve bu düzen burjuvazinin hayatını refaha erdirebilmek için, ölümüne yetiştirilen milyarlarca çocuğun yarın eli silahlı katillere dönüştürülmekte olduğu bir gerçek ve bu gerçek yadsınamaz, saklanamaz. Gözümüzün önünden, burnumuzun dibinden daha da gerçek bir ölüm, gerçek bir yıkım, gerçek bir işkence bu. İçinde olduğumuz, etimizi koparan, hayatımızı çalan, hayallerimizi öldüren, bizi esirleştirmiş bir gerçek. Gerçeği hissedin, içindeyiz ve boka batmış durumdayız. Burnumuza kadar falan değil hem de, boyumuzu misliyle aşmış bir boka batmış durumdayız. Gerçeği hissedin, gerçeğe en başta kendi içinde, dahili, çarkı olduğumuz yerleri hissederek uyanın. Açın o kitap okuyarak yorulmuş gözlerinizi. Benim halimi görün, halime sövün, halimize küfür edin, isyan edin hakkınızdır elbette, ama benden önce kendi halinizi görün, sosyal şovenizme dönüşmüş sloganvari radikalliğiniz, aynı boka batmış olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor. Aynı boka batmış vaziyetteyiz, aynı kitapları okumuşuz, aynı çığlığı atıyoruz, aynı insanlar tarafından anlaşılmıyor, aynı işkenceciler tarafından cehennemi yaşıyoruz ve bugün birbirimizi tatmin etmekten başka vazifemiz yokmuş hissi vermeye başlayan yoldaşlarım! kitaptaşlarım! hayaldaşlarım! İçinde biriktiğimiz sefaleti reddetmek için, onu tanımak gerekiyor ve aynı sefil yaşamı paylaşıyoruz da, o halde aynı sefil yaşamımızda, kitaplarda yazılmış kusursuz devrimin taşımamakla suçladığımız yerlere; özeleştiri iliştirerek eleştiri koymalıyız. Samimi olmak zorundayız. Samimiyet en başta; birbirimize karşı özsorumluluğumuz olmak zorunda, birbirimize bile samimi değil miyiz? Kaldı ki; bugün anarşizme biçtiğimiz ünvanlarımızla bir çeşit toplumüstü devrim hiyerarşisinde hayali rütbeleri; söylemlerle süslüyoruz. Kendinize gelin! Biz; kendimize, karşımızdakine ve yaşama samimi olmadıktan sonra, ne okuduğumuz kitapların, ne de hayalini bağırdığımız yarınların kendimizi tatmin etmekten ötesi olmayacak. Bugün; Kobane’de faşizmin tetikçilerine aylardır direnenleri ve faşizmin en kanlı tetikçisi olmuş olanları, oradaki yaşama tehdit olmaktan söküp atanları kitap okuyarak acımasızca eleştirmenin bir sorumluluğu olmalıdır. Kitapta; ordular, devletler, yönetimler reddedilir olsa bile, kadınları kölesi edinip pazarlarda satan, çocukları, hayvanları, yaşlıları boğazlayan, gerici şiddeti en üst dozda savunup, yaşama ve her türlü özgürlüğe ölümcül tehdit mahiyeti taşıyan ve gittikçe büyüyen, gittiği her yerde; kandan başka iz bırakmayan, küçücük çocuklardan ölüm makineleri yaratan bir zihniyetin örgütlü hali karşısında henüz bizlerin olgunlaştıramadığı bir direnişi esas alarak eleştiri pozisyonuna geçmek; orada düzenli ordu kurup, o örgütlü faşizme karşı savaşmaktan daha eleştirilesi bir durumdur. Bir çoğunuz; Kobane’deki, Rojawa’daki direnişi bu yönleriyle en radikal biçimde eleştirirken, yaşadığınız hayat maalesef eleştirdiğiniz yanınızı hiç yansıtamamaktadır. Kabul etmediğiniz sistemin şartlarında tutunmaya çalışırken kendinizi teselli ettiğiniz bu düzende, bu düzene her ne kadar eleştiri koysanız dahi kazandırmakta olduğunuz, bazen unuttuğunuz ama hepinizin çok iyi bildiği bir gerçekten ibaret değildir. Bu düzende, ordulaşmak sadece ve sadece elinize silah alıp, militarize olmakla mı tarif edilir sanıyoruz bilmiyorum ama varlığımız, ufacıkta olsa bu sistemi ayakta tutmaktaysa (-ki öyle) bizler de bu kolpa düzenin içinde (istemediğimiz bir şekilde) askerlik yapar vaziyetteyiz. Hepimizin bahaneleri var, hiçbirimiz bu bahanelerin dışında değiliz ve eğer eleştirilerimiz; kendi bahanelerimizi aşamıyorsa, samimiyetimiz de bir eksiklik olduğunu anlamak zorundayız. Bizler bu düzenden tamamen izole bir yaşam sürmediğimiz gibi, aynı zamanda bu düzenin şartlarına bağlı bir yaşamın gerekliliklerini de yerine getirmekteyken, Kobane’de; eli kanlı faşistlerin en temel değerlerimizi bile ayaklar altına alarak oradaki canlıların yaşamlarına tehdit olmalarına karşı direnenlerin düzenini bu kadar rahat eleştirebiliyor olmamız içler acısı durumdadır. Halbuki; orada kadını köleleştirenlere karşı, özgürleştirenler.. ölüme karşı yaşam, faşizme karşı direniş savaşmış ve kazanmıştır ve tüm bu şartlarda orada ki sonuç bugün insanlığın zaferidir. Bunu manipüle etmenin, hele ki bunu Anarşizmle yapmanın ne kavgamıza ne de özgürlüğe hiçbir kazanımı ve katkısı olmayacaktır.
Bir alanda uzmanlık, diğer alanda aptallığa engel değildir.
Dün, Xabze Işığında Düşünce Paylaşım Platformunda paylaşılan o malum programın kaydını izledim. Baştan sona kadar izlemeye ve anlamaya gayret ettim. Programdaki malum şahıs dışında İlber bey ve pek konuşmayan biri kadın uzman vardı. Bunlar; asimile olmanın sebeplerini; dilin evde konuşulur olmamasına bağlamaya çalışıyorlardı. İlber beye soruluyor, İlber beyde tarihçilikten öte, felsefecilikte uzman gibi soruları cevaplıyordu. Zaten saçmalığın başı “Tarihin arka odası” isimli programda “güncel siyaset” konuşulması olsa bile, daha da zorladılar saçmalığın sınırlarını. Almanya’dan, İtalya’dan örnekler vermeye çalışarak ve onu bile tam başaramayarak birşeyler anlatmaya çalıştılar akıllarınca, aslında anlattıkları hiçbir şey yoktu, tamamen Bardakçı isimli hadsiz tarihçi-araştırmacı müsvettesinin misyonunun propagandasını yapmaya, ünvanlarıyla altını doldurmaya çalışıyorlardı. Ne kadar trajikomik; tarihçilerin siyaset yaptığı, kabadayıların ülke yönettiği, müteahitlerin belediye yürüttüğü bir ülke.. ülkenin genel problemi bu; hiç kimse kendi işine bakmıyor. Herkes, kendi işindeki uzmanlığını, en alakasız konularda referans olarak verip kullanıyor. Böyle bir hakları olmadığını söylemiyorum, elbette ünvanı ve eğitimi ne olursa olsun herkesin, herhangi bir konu üstünde fikir beyan etme özgürlüğü vardır ama varsa da; bunu kitle iletişim araçlarına erişim kolaylıkları sayesinde bir propagandaya dönüştürmeleri bir özgürlük değil, aksine bir ihlal olarak düşünmek gerekir. Dikkat edin; “Prof. Dr.” tarihçi, çıktığı program “tarihçi” konuşulan şey; Çerkeslerin siyaset yapması, parti kurması, hak talep etmesi vs. Kimse kusura bakmasın da, o müsvettevari tarihçinin de, onun propagandasını yapan kişilerin de, onları yayınlayan televizyonun da, gazetelerinde; üstlerinde taşıdıkları ünvan, yaptıkları aptallığı örtemez. Birer tarihçi olarak, bugün sokakta gezen Mustafa amcaların bile bildiği “Asimilasyon politikalarına” yok demeleri, bunu ima etmeye çalışmaları da ne kadar tarihçi olduklarını, ya da kimin tarihçileri olduklarını ortaya serer vaziyette. Sizler kentleşmeyi ve kentleşmenin taşıdığı toplumları, ekonominin zalim bir diktatöre dönüştüğü dünyayı, kırsalden kentlere halen akmakta olan azınlıkları ve kentlerde devletin oluşturduğu oto-asimile havuzlarını bilemeyebilirsiniz, böyle haklarınız var; ancak böyle bilmediğiniz konular hakkında yorum yapmaya çalıştınız vakit; bu bizim tarafımıza “uzmanlaştığınız tarafla kazandığınız ünvanı, aptallaştığınız tarafları örtmeye çalıştığınız” gerçeğini oluşturuyor. Eğer bir had bildirilecekse, bu haddi size en başta kendi meslektaşlarınız bildirmeliler. Çerkesler; Osmanlı’ya değilde, Küba’ya da sürgün edilmiş olsalardı, orada da yaşayacak kadar onur, beceri ve bilgi sahibi olurlardı ama, Türkiye’de Çerkesler olmasaydı, sözüm ona; milli mücadele günlerinde Çerkeslerin doldurduğu yerleri kimleri doldururdu bilemiyoruz. Tarihte dosta ve düşmana karşı iyi-kötü herşeyimiz ortadadır, yağmacı tarihinin bu topraklara taşıdığı, bu topraklarda başka halkların bilgi ve tecrübelerini de yağmalayarak oluşturduğu geleneği kültür edinmiş bir toplum, tarihinde yağmacılığa hiç bulaşmamış ve kültüründeki bir çok şeyi kendine ait Çerkes kültürüne böyle hakaret edebilecek nitelikte ve seviyede olamaz. Çerkesler eğer bugün Türkiye’de yaşıyorlarsa, burada yaşamanın bedelini misliyle ödemişlerdir ve bugün de ödemeye devam etmektedirler. Bu anlamda hiçbir müsvette tarihçi, Çerkes toplumunu aşağılama ve o toplumun hiçbir ferdine kapı gösterme hakkına sahip değildir. Müsvette tarihçiler değil söylemeyi, bunu düşündükleri an ilk yapmaları gereken şey; bu ülkenin kuruluş (kurtuluş) tarihini açıp, nitelikli kişileri dikkatlice araştırmalılardır.
Çerkeslere verilen duvar pasları ve şöhretin (onursuz) kalesi.
Pek futbol izleyen biri değilim, hatta futbola maruz bırakılarak öğrendiğim şeylerin dışında pek bildiğim şeyler yoktur. Mesela ofsayt, tac, ceza sahası falan, hep maruz bırakıldığım ve sanırım hayatımın hiçbir yerinde benim işime yaramayacak bilgiler… bunlardan bir diğeri de “duvar pası”dır. Eğer bunu yanlış söylüyorsam lütfen düzeltin; benim bildiğim “duvar pası”, amacı gol atmak olan bu oyunda, rakip takımın oyuncularını hızlıca geçmek için komplike bir şekilde topun bir oyuncudan diğer oyuncuya atılması ve hemen geri aynı oyuncuya dönmesidir. Böylece, bunu yapan takım, rakip takımın savunmasında kendilerine engel olan oyuncuları hızlıca geçer. Neyse, ben hiç futbolla ilgili teknik bir şeyler yazmadım(malum 3F kuralında ki Futbolla ilgili ise teknik olarak değil, siyasi olarak ilgileniyorum), yazacak kadar bilgim de olmadı ve elbette yazmayacağım da… Başlıktaki “duvar pasları;” kısmen bu durumun özetidir, bunu anlatmaya çalıştım. Gelelim konuya…
Cefalar, Sefalar, İyiler, Kötüler, Kürtler ve bazı Çerkesler.
Sanki memlekette olan kötü herşeyden muaf, iyi herşeyden paydaşız gibi bir hava var Çerkesler de, birisi de çıkıp “Haddinizi bilin” dediği zaman, feryat-figan ediyoruz. Haddimizi bileceğiz arkadaş, bileceğiz.. madem yediğimiz kaba pislememekte bu kadar ısrarcıyız, o zaman yediğimiz kaba adam gibi pislemeyeceğiz. Kürtler ölsün, öldürsün bir hak kazansın efendime söylüyeyim “Anadil dersi” sen koşa koşa git çocuğunu yazdır okusun. Kürtler ölsün-öldürsün “Türkçe konuş arkadaş” kampanyalarını yarsın geçsin, sen köyünde, kahvende git koşa koşa dilini konuş. Kürtler ölsün, öldürsün bir hak kazansın efendime söylüyeyim; “Anadilde yayın yapan kanal” sen koşa koşa meydana çık, aha Kürtlere verdiniz, biz de isterük” diye bağır. Kürtler ölsün-öldürsün 81 darbesinin baskılarını tek tek yarsın, sen koşa koşa git dernek kur, onu yap bunu yap.. sonra sen çık; bedel ödeye ödeye ilerleyen adamın karşısına, bölücü-terörist-hain-maşa falan de, “ah canım benim, seni öperim” demesini mi bekliyorsun? Ya öyle olun ya böyle; ikisi arasında durup hangisi işinize geliyorsa o tarafa koşmak kadar iğrenç bir davranış olamaz. Çerkes Partisi kurulmuş hayırlısı olsun, diyor ki ülkede Türk-Kürt dışı etnik gruplarda var, doğru var.. alevi-sünni dışı inançlar da var… doğru o da var… inançsızlar da var… doğru var! Senin siyasetin bu mu? Doğru bu… Sen partini nasıl kurdun? Doğru, nasıl kurdun? Ülkede Çerkeslerden başkaları da var, gani gani var.. bu topraklardaki en yeni topluluklardan birisi sensin hatta.. doğru biziz… ee, senin, senin oyunu da alarak adapazarından, antepten, kayseriden falan çıkan milletvekillerin, hatta cumhurbaşkanların, askerlerin falanda var; sen bunların peşinde “en iyi kürt, ölü kürttür” demeye getirip onlara sunulan rezil bir yaşamı reva gör, bu rezaletin sistemine dahil ol, felsefesine ortak ol, yaşa, yaşat, askerliğine soyun, vekillerin, başkanların, imamlarınla, meclislerde, salonlarda, camiilerde adamlara tüm nefretini kus; ee haddimizi de bi zahmet biraz bilelim. Xabze’yi gözümüzle okuyalım biraz, bakalım bize nerede nasıl had bildiriyor değil mi? Memlekette olan her kötü şeye dahil, etkileşimli ve tepkisiziz, her iyi şeyde de zerre kadar payımız yok. Bu memlekette iyi herşey için bedeller ödendi, cefalar çekildi.. ödenen bedellerde, çekilen cefalarda; halk olarak halkımız için zerre kadar payımız yok. Başkalarının sefa sürmesini için cefa çekmekten başka birşeyimiz yok. Haddimizi bilelim; başkalarının ödediği bedeller üstünde; hala derneklerde, meclislerde, partilerde “Bze, Xeku, Xabze” derken başkalarının ödediği bedellere “Tu kaka” etmek, ne Çerkes kültüründe, ne de İnsanlık onurunda yeri olmayan, onursuz, zavallı, satılık, kiralık bir durumdur.