Doğru bildiğimiz yolun yolcusuyuz Kardeşlerim

Kendimizi neye göre konumlandırmalıyız diye soruyor genç arkadaşlarım, bunu bana soruyorlar ve elbette verdiğim cevaplar birileri için muazzam iken diğerleri için felaket oluyor. Yani cevabımı beğenenin de beğenmeyenin de bilmesi gereken tek şey; benim verdiğim cevap bütün doğru yolların en doğrusu değil, benim inandığım yolun kendisi. Ben başkalarının inandığı başka yolların olduğunu kabul ediyorum, yadırgamıyorum da. Hatta eğer gerçekten aynı amaca hizmet etmek için, farklı yollara inanıyorsak; benimle aynı yolda olsun ya da olmasın, bütün yolların yolcularına helal olsun.

 Ama benimle aynı amacı paylaştıklarını iddia etmiyorlar ve hatta benim amacıma can havliyle tutunup, benim amacımın o olmadığını da iddia ediyorlar. Benim beyan ettiğim amacımın, esasında kendi amaçları olduğunu ancak benim kendilerinin amacını kullanarak farklı bir amaca hizmet ettiğimi bile söylüyorlar. Bunu açık saçık ya da gizli kapaklı yapıyorlar, ortalıkta örneğinden bol bir şey yok.

Bana “partizan” yaftası yapıştırmışlar, amacıma alet ettiğim ve bunu kendilerinden de saklamadığım partiye “terör” yaftası yapıştırmışlar, eksenimize topladığımız insanlara “aptal” ya da “hain” muamelesi yapıyorlar.

Kısacası biz onlar için büyük ihtimalle “teröristiz” hiç yoksa “sempatizanıyız”
Aslında öyle değil, aslında benim partizan olmadığım, amacıma alet ettiğim ve bunu kendileriyle de gönül rahatlığıyla paylaştığım partinin terör partisi olmadığı, eksenimize toplanan insanların da ne aptal ne de hain olmadığı bal kabağı gibi ortada.
Yani demem o ki, o kadar da ortadayız ki; işte asıl içlerine sinmeyen bu. Bu kadar ortada olmamız. Yoksa benim gibi de, parti içinde, eksendeki topluluklar gibi de insanlar 3-5 yılın ürünü değiliz; devasal köklerimiz yok, ama belirli bir tarihimiz var.
Şimdi tekrar gelelim amacımıza, bizim amacımız nedir? Yani uluslararası emperyalist düzeni bırakmış, bütün ezilenler içinde hangi farklı kimliği temsil ediyoruz? Çerkeslerin tamamını temsil etmediğimizi söylüyorlar, başından sonuna kadar katılıyorum bu tespitlerine. Çerkeslerin tamamını temsil etmiyoruz, edemeyiz de. Sizde edemezsiniz. Yani bu olay yalnızca bizim içinde geçerli değil, iktidar partisi bütün Türkleri ve hatta Türkiye’yi de temsil etmiyor aslında o gözle bakınca, hatta Cumhurbaşkanı da öyle.  Mesela beni etmiyor, etmediğini bildiğim binlerce insan var, etmediğini iddia edecek milyonlarca insanda çıkar.  Kaldı ki bu saydıklarım Türkiye devletini hukuken temsil de ediyorlar, yani buna dayalı bir sistemleri var, biz ise o dayalı sisteme de sahip değiliz; yani hiç kimse hukuken de, siyaseten de Çerkesleri tamamen temsil etmiyor.  Bütün Çerkesleri temsil etme iddiası bizim değil, onların. Hem bizi öyleymişiz gibi eleştiriyorlar  hemde bunu yaparken öyleymiş gibi davranıyorlar.

Amacımız Çerkesleri demokrasi alanında görünür kılmak, siyasete angaje etmek. Bir örgüte değil, yani biz bütün Çerkesler HDP’li olmalıdır demedik, biz aslında HDP’li olmayan Çerkeslere; hangi partili olursanız olun, hangi siyasi anlayışı benimserseniz benimseyin, amacınız Çerkeslik olmalı, HDP’li Çerkeslerin başarabildiği gibi, kendi siyasi kulvarınızda Çerkesleri, kendileri gibi görünür kılın. Sochi’nin neresi olduğunu anlatabilin, Çerkescenin Çerkesler için ne kadar önemli olduğunu hissettirin, Çerkesya’yı unutturmayın diyoruz. Bunları yapmak için HDP’li olmanız şart değil, size bu şartı koştuğumuz tek gün olmadı; biz HDP’de yaptık, siz de kalkın CHP’de yapın, HKP’de yapın KP’de yapın, ÖDP’de yapın, hatta gidin AKP’de yapın, MHP’de bile yapın bizim için hiç fark etmez. Bizim Çerkesler olarak, Çerkeslik için önemsediğimiz bu, diğerleri ise tamamiyle insanlığımız gereği hissettiğimiz hamleler. Yani Kürdistan’daki savaşa, insanları silah baskısıyla göçe zorlamaya, işkenceye, gözaltında kayıplara, cinayetlere, katliamlara tamamen insanlık anlayışımız gereği karşı çıkıyoruz, Rojawa’ya tamamen insanlık değerlerimiz gereği destek veriyoruz. Ermeni Soykırımını tamamen adalet duygularımızla kabul ediyoruz, işçinin emekçinin gasp edilen emeğine tamamen vicdanen sahip çıkmaya çalışıyoruz. Oraya-buraya yollanan tırlara, tamamen kendi vergimizle katliamlara sebep olmamak adına dur diyoruz. Tabi size göre Çerkeslik “insanlık değerlerinin” ötesinde veya dışında bir şey olabilir, bizim için içindedir ve insani değerlerimizle yaptığımız şeylerin Çerkeslere de katkı verdiğine inanıyoruz ama bunları Çerkes duygularımızla değil, insani duygularımızla yaptığımızın da altını çizmek lazım.

Biz ‘Çerkesler içinde, Çerkeslik için; zaruri bir anlayışı’ temsil ettiğimizi iddia ediyoruz. Ediyoruz da değil, ettiğimizi İDDİA ediyoruz. Bu iddiaya dair; barış, adalet, eşitlik, özgürlük ile beslenen hipotezlerimiz var, bakın teorilerimiz değil, HİPOTEZLERİMİZ. Yani inanın artık bunu anlatmanın her yolunu denedim, son günlerin moda söylemiyle bir tek “bilale anlatır gibi” anlatmadığım kalmıştı.
Yanıldığımızı düşünmüyorum, çünkü yanıldığımıza dair hiçbir emareye rastlamadım. Ama tabi bu mutlak doğru olduğunu dayatmak anlamında da anlaşılmamalı. Yani eğer bizim bildiğimiz yolun dışında, farklı bir yolla Çerkesler için iyi bir şey yapacağınıza dair iddialarınız varsa lütfen çekinmeyin, söyleyin, misyonunu üstlenin, pratiğe geçin. Sakın geri durmayın. Hatta eğer benim ve de arkadaşlarımın bu iddialarınız için katkısı olabileceğine inandığınız bir nokta varsa lütfen iletin, eğer insanlık değerleri sınırları dışına çıkmıyorsa ben kendim elimden geleni yapmazsam namerdim. Ama bugüne kadar görebildiğim tek şey oldu; onların varlık kaynağı da, biziz. Biz varız diye varlar, biz olmazsak onlar da olmayacaklar. Yani varlıkları bizi eleştirmekten, kulp takmaktan, yafta yapıştırmaktan ötesi değil.    Ben anladım ki; biz barışın ve kardeşliğin sokaklarında adımızla, şanımızla; onların söküp atamayacağı, bizimde terk edemeyeceğimiz Çerkeslikle var oldukça, irili-ufaklı bu kişiler olacak. Yani sadece bizde olsa, eyvallah. Hatta bazı kardeşlerimiz öyle sanıyorlar, böyle tipler sadece bizde var gibi, yanlış! Bu insanlar her halkta, her mezhepte var. Yani Türkiye sosyolojisinin bir gerçeği haline gelmişler. Çok takmayalım arkadaşları, nasıl bütün varlıkları bizim varlığımızla bağlantılıysa, değerleri de; bize etkileri kadar. Kendilerini bizden başka hiç kimsenin dinlemediğinin farkına bir gün onlar da bizler de varacağız; işte o gün sıfırı bile tüketecekler.
Bazıları çok doğru tespitler yapıyor ama hiçbir icraat yok. Yani anlamıyor gibi gözükmekte istemem, Türkiye’de icraat hakikaten zor ve tehlikeli. Onlara “siz hatalısınız” demiyorum, siz haklısınız ancak bu haklılığınızı harekete geçirecek mekanizma yok; bakın söylemlerinizle bir noktadan sonra uyuşuyoruz, ama öncelikli yapmamız gereken şeylerimiz var, bunların öncelik sıralamasını keyfiyetten değil, zaruretten yapıyoruz. Çünkü o tespitlere karşı harekete geçirecek mekanizmanın da bu yolla inşa edileceğine inanıyoruz. Bu mekanizma olmadan ancak salon takımı olursunuz, bizim halkımızın sokağına, halkların sokağına inmemiz lazım, politika yapmamız lazım, varlık göstermemiz lazım. Farkında değil değilsiniz, bal gibi farkındasınız fikirleri üreteceklerin, fikirleri taşıyacaklara olan ihtiyaçlarına; nedir bu inat?

Bize şart koşun, deyin ki şöyle olacak, böyle olacak; ancak koştuğunuz şartı tartışmamıza müsade edin, gelin birlikte tartışalım! Tartışmadan nasıl anlaşacağız?

Şimdi bazı arkadaşlarımız, büyük-küçük, bizden-onlardan; hiçbir şey yapmamaktan iyi bir şey yapıyorlar; “Çerkes Soykırımının Tanınması ve Demokratik Haklarımız İnisiyatifi” olarak hem En temel ihtiyaçlarımızla ilgili kamuoyu oluşturmaya çalışırken, hem demokrasiyi ve Çerkes Soykırımı meselesini canlı tutuyorlar.  Sakın başkaları gibi yapmayın, içinde duymaya alıştığınız felsefeleri, argümanları, jargonu aramayın. Bakın size söylüyorum; tabanla temas etmek zorundasınız. Çünkü amacın hareket mekanizması tabandır. Katılın, tartışın, önerin, görev alın, hiçbir hamleyi küçümsemeyin; insanlarda siyasi aynalar aramayın, sizin gibi düşünmüyorlar diye, sizin gibi talep etmiyorlar diye baştan savmayın. Katılın. Kendinizi hem toplumsal realiteye, hemde amacın hizmetine göre konumlandırın. Amaçlarınız içinde “Çerkes soykırımının tanınması” var mı? “Demokratik haklarınızı almak var mı” Tamam, bütün amaçlarınız bir anda olmayabilir, hatta olmayacak. Amaçlarınızı; toplumsal hareket mekanizmalarına göre sınıflandırın ve her alana yayın.
Kardeşlerim, şimdi siz bana soruyorusunuz ya kendimizi neye göre konumlandırmalıyız diye işte size açık seçik söylüyorum; bize gelin dersem toplumun ikiye ayrıldığı bir konumda birileri için yoldaş, diğerleri için hain olacaksınız. Olmayın. Bize gelin dersem; birileri sizi dinleyecek, diğerleri size küfür edecek; ettirmeyin. Biz zor bir yoldayız ancak bu zaruri bir yol. Biz bu yolu sırtladık, merak etmeyin. Biz sizi biliyoruz, sizde bizi bilin. Bize gelirseniz; siyaset tartışmaktan, siyasi programları yürütmekten, bunun bütçesini, planını, taslağını hazırlamaktan toplumun diğer parçalarından izole kalabilirsiniz. Kalmayın. Toplumun içine inin, toplumun kendisi olun!  Ben size iyi olmanın ne demek olduğunu söyleyecek küstahlıkta birisi değilim; bizden olsun ya da olmasın hiç kimse sizden aksini talep edecek kadar cesur da değil kardeşlerim; nerede olursanız olun, iyi insanlar olun. Susamış kedilere su verin, acıkmış köpeklere mümküse yardım edin, yardıma ihtiyacı olduğunu gördüğünüz yaşlılara mutlaka yardım edin, hiç kimsenin hakkını yemeyin, yalan söylemeyin, herşeye inanmayın, kitap okuyun, nefret etmek için değil, sevmek için emek harcayın. Birileri söylediği için değil, inandığınız için yapın ne yapıyorsanız. Zulme uğrayan bir insan görünce sessiz kalmayın, kadınların da sizin kadar insan olduğunu unutmayın, onlarla eşit olduğunuzu bir an olsun aklınızdan çıkarmayın. Birisine bir dine inandığı veya inanmadığı için kötü gözle bakmayın, küfür etmeyin, şiir yazın, şarkı söyleyin. Evlerinizde sıkışmayın, dışarı çıkın. Çevrenizi inceleyin, insanları hissedin, insanları anlayın. Herkesi dinleyin, önyargılı olmayın. Dünyanın küçük, insanın büyük olduğunu öğrenin. Arka sokağınızda sizin bıktığınız şeylere karşı ihtiyacı olan insanlar olduğunu unutmayın, ön sokağınızda sizin sahip olmak istediğiniz şeylerden bıkan insanlar olduğunu da unutmayın; hayat zor, ama yine de güzel kardeşlerim. İnsan olmaktan, iyi olmaktan, adil olmaktan, hür olmaktan, bilmekten, şiir yazmaktan, şarkı söylemekten, dışarı çıkmaktan, gökyüzüne bakmaktan asla vazgeçmeyin.

Bu yol uzun bir yol ve biz, bizden öncekilerin bize bıraktığı yerden, bizden sonrakilerin devralacağı yere kadar ki kısmındayız.

Siz de, sizden öncekilerin bıraktığı yerden, sizden sonrakilerin devralacağı yere kadar ki kısmında olursanız; bu yolun sonunu mutlaka getireceğiz.

Yolumuz mu? Hedefimiz mi?..
Yolumuz İnsanlık, Hedefimiz Çerkeslik!

Türkiye, Demokrasi ve Gündem

Türkiye’de insanlar artık tesadüfen yaşıyorlar ama sanki tesadüfen ölüyorlarmış gibi bir algı yaratmaya çalışılıyor. Bunları konuşmak, yazmak, göstermek neredeyse artık bir vatana ihanet suçu. Daha dün gibi hatırlıyorum, dönemin başbakanı (devrik başbakan) demişti ki “Canlı bombaların listesi var, ama eyleme geçmeden yakalayamıyoruz” diye. Niye? Çünkü “Türkiye bir hukuk devleti”ymiş.  Uzun bir zamandır Türkiye eyleme geçen canlı bombaları teker teker yakalıyor. İşte geçen gün Atatürk havaalanında eyleme geçmiş 3 canlı bombayı daha yakaladılar. Artık hiç kimseye tehdit olamayacaklar, hiç kimseye zarar veremeyecekler. Ancak henüz eyleme geçmediği için yakalamayan canlı bombalar olduğunu da bilmek lazım. Bunu bilin ama kamuya açık alanlarda sesli sesli söylemeyin, çünkü milli istihbarat teşkilatı; istanbul’un göbeğine kadar ak 47 ile gelip, havaalanında bomba patlanları takip etmeyi bırakmış da, sokakta bizim konuştuklarımızın izini sürüyor olabilir. Bu zaafiyetten (ki hükümete göre hiçbir zaaf yok) ben ancak bunu anlayabiliyorum.

Yayın yasaklarına gelince, Türkiye’de bir tanıdığı terör eyleminde ölmeyen pek az kimseler kaldı. Hukuk devletimiz, canlı bombaları eyleme geçmeden yakalamayacak kadar acayip adaletli olmaya  devam ederse kısa bir süre sonra Türkiye’de canlı bomba olduğunu öğrenmek için televizyon izlemek zorunda kalmayacağız. Zaten bu yayın yasaklarının bizimle alakası yok, görünen o ki biz çabuk unutan bir toplumuz. Her ne kadar bir grup “marjinal”  -alışmayacağız- dese bile, toplum olarak içselleştirilmiş bir alışkanlık artık parçalanarak ölümler. Çok anormal bir şey olsaydı; ülkenin azıcık doğusunda taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayan, kentler de bomba değmemiş tek duvar kalmayana kadar devam eden ve yaklaşık 1 yıldır yoğunluklu olarak sürdürülen patlamalara karşı ufacıkta olsa bir acı hissi edinirdik. Bir grup “marjinal” dışında herşeye rağmen ülkenin geri kalanı hiçbir şey yokmuş gibi yaşamayı becerebiliyor halbuki. Bu yayın yasakları dünyaya ne kadar güvenli bir ülke olduğumuz imajını mı veriyor? Hiçbir fikrim de yok. Çünkü biz bu ülkede yaşadığımız halde, bu ülkede yaşamayanlardan çok daha geç öğreniyoruz olan biteni. Neredeyse tatile giderken yurtdışından bir tanıdığımızı arayıp “Bodrum güvenli mi” diye bilgi alacağız. 
Bu arada reis har vurdu harman savurdu; bütün bombaların yapamadığını başardı ve ülkede turizmin tekerine iyi çomak soktu. Antalya sokaklarında gezerken ekonomi için acı verici de olsa, benim kalabalığa olan fobime merhem oldu. Ticaret sokakları bomboş, tarihin sokakları bomboş, kale içi, plajlar bomboş… Olimpos ve Adrasan kül, tarlalar ekilmemiş; tarlalar bomboş! Cepler, mideler, bomboş! Az biraz daha bekleseydi özür dilemek için; insanlar birbirini yemeye başlayacaktı bu boşluktan, diledi dilemesine de; bakalım fayda edecek mi… Çok ciddi bir önerim var; eğer gerçekten bütün bu yayın yasakları, Türkiye’ye turist gelmesine engel olmamak içinse; reisin konuşmalarını yasaklayın yayından.. Çünkü bombalardan daha fazla etkili oldu turistler konusuna… arka sokaktaki Akpli amcalar; milli gurur ve onurun tam da herşeyden önemli olduğuna inandı inanacakken reisin özür dilemesi onları da acayip şoka soktu.
Olan bize, yani Çerkeslere oldu..! 
Daha iki-üç gün önce Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesini coşkuyla yaşayan bir grup Çerkes, bugün nasıl bir manevra ile bu özrü savunmaya başlayacak sabırsızlıkla bekliyorum. En çokta; 500 bin kişilik 10 ordu kurarak Ruslara sopa sallayacak derece de kendilerinden geçenleri.. Şurası bir gerçek ki; Türkiye ile Rusya’nın arasının bir gün düzeleceği ağır bir gerçekti ve Çerkesler bir anda Anavatanlarının Rusya’da olduğunu ve şuan Türkiye’de yaşadıklarını unutarak davranmalarının hesabını nasıl vereceklerini merak ediyorum. Siz bakmayın benim merak etmeme; zaten aklı-selim; başından itibaren aynı şeyi söyledi. Reisin bu havası Turizm sektörünü, Tarım sektörünü vuracaktı ama en çok Çerkesler zarar görecekti dedik. Çerkesler görecekleri zararı gördü, turizm ve tarım sektörü vuruldu; millet aç, sokaklar bomboş.. Çerkesya Hareketi 21 Mayıs’a bile gidemedi, niye? Reis 7 ay millete gaz verecek diye.
Şimdi kendi fanusundan çıkan bazı Çerkesler, dünyanın ne kadar bütün ve birbiriyle bağlantılı olduğunu hissettiler. Bu-da göreceli bir başarı; şimdi herşeye sıfırdan başlıyorlar. Demokratik taleplerden bahsediyorlar ama; birisi bu ülkedeki demokrasiyi onlara seminer olarak verse iyi olur. Çünkü bu ülkedeki demokrasi; kendi ülkemizde olup biteni yurt dışında yaşayan tanıdıklarımızdan öğrenebilme iksirinde saklı.
Herşeye rağmen, demokrasi ve talebi aynı yerde ve aynı zeminde söyleyebilmek bile umut verici.
Ancak biz üstümüze düşeni söyleyelim diye yazmak zorundayım. Bir bütün içinde ya herkese demokrasi vardır, ya da hiç kimseye yoktur. Yani demokrasi sadece Çerkesler için istenebilecek bir şey değildir. Demokrasi; insanlık için istenebilecek bir şeydir ve demokrasi ile talebi aynı zemine taşıyan arkadaşlarımızın o zemine Çerkeslerden başka hiçbir şeyi konu etmemesi gerçekle uyuşan bir şey değildir.
Hiçbir şeyi konuşamıyorsanız, Hurşit Külter’in nerede olduğunu sorarak gerçekten “demokrasi” zeminine doğru bir adım inebilirsiniz.

Türkiye Büyük Tayyip Meclisi

Yazının başlığını yazarken, aklımda hep ‘Türkiye Büyük Tayyip Meclisi’ ifadesi vardı. Hatta bir ara yazdım, sonra düşündüm… Başıma bela açar mıyım diye? Sildim. TBTM yapayım dedim, hiç olmasa bir sorun çıkarsa inkar etmek istersem bir yol olsun diye. Az sonra aşağıda okuyacağınız düşüncelerimin çoğunu da yazmıştım.

Ben yazıyordum, müzik çalıyordu…  Grup Emeğe Ezgi, Nazım Usta’nın “Kerem gibi” şiirindeki şu mısraları haykırıyordu:

“Ben yanmazsam
sen yanmazsan
biz yanmazsak,
nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa”

Hemen bir sigara yaktım, kendime de kızdım açıkçası. İçimden Nazım Usta’ya bağırdım:

KARANLIKLAR AYDINLIĞA ÇIKSIN DİYE,
VARSIN ATEŞ İLK BENİ YAKSIN İSTERSE!

Herşey 22 Şubat 2003’de bugün “anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz” diye açıklama yapan bir partinin o zaman ki genel başkanının demokrasi sevdası ile başlamış. Kendisi de zaten sonra o bilgiyi teyit etmiş. Ben tabi o zamanlar pek anlamam bu demokrasi işlerinden. Her sabah “ne mutlu Türküm diyene” diyerek bağırıp, Çerkes olduğumu bilmemin yarattığı acayip bir şizofreni ile atalarımın dışarıdan getirdiği kültürel mihrakların, bana eğitimle içeride aşılanan ulusal mihrakların birbiri ile arasındaki derin çelişkilerdeyim. Daha 16 yaşımı doldurmamışım. Ne mutlu türküm diyene diyerek bağıran bir Çerkes olmanın çocukça şokundayım, derslerimi bile anlamıyorum ki demokrasiyi anlayayım. İşte kısacası, henüz benim demokrasi ne pek bir fikrim yokken, dün katil dediğine bugün “hakkını helal eden” bir partinin  o zaman ki başkanının demokrasi sevdası ile başlamış herşey.

Ortada gezen davanın ilk adımı bu. Dava da belli, hiç kimse de kendini kandırmasın boş yere. Teori eyleme geçmiş, eylem kendini ifade etmiş, bugün izahı seyroluyor. Yine de bir ipucu vereyim: Dava fiilen yürürlükte, fakat kendine hukuki bir altyapı arıyor.

Deniz amcanın yaşı malumumuz, o zaman da bizim ki kadar genç değil tabi, kim bilir Diktatör’ün D’sini Demokrasi sanmışta olabilir.  Kabul, meclisin en yaşlı üyesi derim, yaşı kemale ermiş, artık gözü pek iyi görmüyor derim; 2003’ü sineme çekerim ben

Ee peki Kemal abi? Ya sen.. sende mi gözlüğünün arkasına sığınıp hareket edeceksin? Sende mi görmüyorsun ortada dönen kirli dolabı! Dokunulmazlık değil o, Diktatörlük diktatörlük! Dokunulmazlıklara “evet” vereceğim diye, göz göre göre Diktatörlüğe “evet” diyeceksin.

Sırf yüzde 1 oy kaybetmeyeyim diye, yüzde 1 oy kazanayım diye “evet” diyeceğim diyorsun, deme!

Biz yanarız, sorun değil.

“Diyorum ki sana:
Kerem gibi kül olayım
yana yana!

ben yanmazsam
sen yanmazsan
biz yanmazsak
nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?”

Gözünle görüyorsun yalan değil. Seçilmiş hükümet bu, seçilmiş hükümet! Derler ki Türkiye’de seçimle gelen hükümet, seçimle gider! Onlar söyledi hep…

Bunlar ilk geldiğinde ordu muhtıralarını ezip hapse tıktılar, kendi arkadaşlarını çiğneyip sokağa attılar, kol kola gezdiklerini rezil rüsva yaptılar hep dedikler ki; seçimle gelen seçimle gider!

Dün seçimle gelen, emirle gitmedi mi?

Gözümüzün önünde, devlet olan, yasa olan, meşru olan, bayrağın rengini, ülkenin şeklini koruyan yasaların anası eziliyor kim dur diyebiliyor?

Cumhur Tayyip, Meclis Tayyip, Ordu Tayyip, Mahkeme, savcı hepsi Tayyip!

Fiilen Türkiye Büyük Tayyip Meclisinde, sipariş yasa üretme memuru haline dönüyorsunuz! Buna mı evet diyeceksiniz?

Eğer derseniz, biz de resmen Tayyip Cumhuriyetinin açık cezaevinden size lanet edeceğiz.

Sevgili Sırrı abi

Sevgili ağabeyim,

Sanatta ve siyasette bana çok şey kattınız. Sanattaki ve siyasetteki bana kattıklarınız için  teşekkür ederim. Bu ülkede siz, bizim barış irademizi bir adım bile geri atmadan savundunuz. Karanlığın zifiri gibi üzerinize çökertildiği şu günlerde de, bir adım geri atmadan sergilediğiniz dik duruş; bizim barışa ve kardeşliğe olan inancımızı bir iradeye dönüştürüp neden size verdiğimizin en güzel örneği oluyor.

Sana bir şey itiraf etmek isterim. Şimdi kalkıp bütün ideolojimi de anlatarak can sıkmakta istemem. Ben Anarşistim ve Emma Goldman’ın “Oy vermek bir şeyleri değiştirecek olsaydı, yasaklanırdı” sözünün arkasında bu yaşıma kadar ne HDP’ye ne de başka bir partiye hiç oy vermedim. Belediye seçimleri dahil, kendime bir muhtar bile seçmedim. Kısacası şu büyük demokrasi içinde, bir muhtarım bile olmadı. Sonra öğrendim ki, meğerse bu ülkede oy kullanmamakta bir suçmuş, para cezası varmış. Olsun bakalım. Şu cezalar; belki ben ödemem ama onlar birgün benden, değilse bana ait bir yerden mutlaka tedarik ederler onlar.

İtirafta etmişken, şimdi birileri; oy vermeden irade nasıl temsil edilmiş diye soracaktır.

Anlatayım.

Ben barışa, adalete, özgürlüğe, insanlığa olan irademi bir oya sığdıramadım. Umut ettiğim yarını, hayal ettiğim yaşamı bir tüzüğe sığdıramadım. Kardeşliği, yoldaşlığı; bir programa konumlamadım. Mücadelemi o koca meclise de konduramadım. Zihnimde hep Emma Godman’ın söylediği, dünya tarihinde örneğinden geçilemeyen şu “oy vermek” tanımı dolaştı.

Aşırısı devrimci abilerim oldular sosyalistlerden. Sizi devrim yapmamakla, düzen partisi olmakla itham ediyorlardı. Açıkçası bende sizin HDP olarak sosyalist bir devrim yapacağınızı hiç düşünmedim, bir yerde söylediniz mi takipte etmedim. Sizden bir devrim beklentim yoktu, aslında sosyalist bir devrim beklentim de yok. Zaten devrimin bir partinin veya örgütün kurumsal çatısı altında olacağına da inanmıyorum da. Bana göre devrimi halk yapar, bana göre devrimci bir örgütün de devrimle ilgili yapabileceği tek şey; halkın yaptığı devrimi sahiplenmektir. Türkiye’de halk henüz devrim yapacak seviyeden de oldukça uzak geliyor. Velhasıl lafı çok uzatmadan, sizden ütopyaya varan bir beklentim olmadı. Olmadığı için olsa gerek, Kürt sorununda arifesine kadar geldiğiniz başarı sonrası Emma Goldman’ın belki yanılmış olabileceğini düşünmedim değil. Manipülasyona çok açık bir konu olduğu için açıklamak zorundayım; Kürt sorunu yalnızca Kürtlerin sorunu değil, yalnızca Türklerin de sorunu değil, Kürt sorunu benim de sorunum. Bir çocuk sahibi olmak henüz hayal ettiğim bir şey değil, fakat benim karar vermediğim bir ünvanım var! Ben bir amcayım. Beni nasıl 20 yaşımda zoraki bir şekilde askere götürüp, elime silah verdilerse o’na da yapabilirler. Ben hiç kimseyi öldürmeyecek kadar şanslı biri olmuş olabilirim. Ben hiç kimsenin öldürmediği kadar da şanslı biri olabilirim. Fakat herkes öyle değil. Öyle olsaydı bugün hiç kimse ölmezdi değil mi? Fakat öldüler, ölüyorlar. Televizyonda isimleri bile okunmuyor, istatistik olarak veriliyorlar. Yiğenim Jan 3 yaşında… Üstelik bir onun amcası da değilim. Biz halkların kardeşliği demiyor muyuz? O halde bütün kardeşlerimin her bir çocuğu benim yiğenim değil mi? Türk, Kürt, Laz, Arap? Ben kendimi bütün kardeşlerimin çocuklarının amcası görüyorum. Yiğenlerim ölmesin, yaşasın istiyorum. Bunun vahiyle sağlanamayacağının da farkındayım. Yarın devrim olmayacağını da biliyorum. İşte bu sebeple size verilmiş tüm oyların, devrim yapmayacak olsanız da; Kürt sorununu bitirebileceğine inanmak üzereydim. Gel gelelim her ne kadar medya kartelleri farklı bir algı oluştursa dahi, sizin eksikliğinizden değil de, muhataplarınızın sinsiliğinden Emma Goldman yanılmadı yine.

Aslında Emma Goldman size değil, toplumdaki ezici çoğunluğa güvenmiyordu. İtiraf et ya da etme; Emma haklıydı abi.

Doğru, bu yaşıma kadar bir defa bile oy vermedim ama hayatı boyunca oy vermekten başka siyasal bir eylemi olmayan yüzlerce tanıdığıma konuşarak neden HDP’ye oy vermeleri gerektiğini anlattım. Hepsinin vermiş olması imkansız tabi, fakat onlarcasının verdiğine eminim.

Benim iradem de budur. Benim iradem güvendir. Siz bana devrim yapacağınızı söylemediniz, siz yapacaklarınızı çok açık ifade ettiniz. Bende sizin bana ifadelerinize güvenme irademi gösterip, oy vermekten başka bir şey bilmeyen insanların size oy vermelerini istedim.

Yaptığınız hiçbir şeyden pişman değilim.

Size topladığım oylar, helali hoş olsun.

Size topladığım oyları toplamasaydım; anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz diyebilen birileri alacaktı o oyları muhtemelen. Her şey bir kenara, dursun; işte size topladığım oylar, sırf bu sebepten ötürü bile bana onur verdi.

Diğer bir taraftan da Sırrı abi, ben bir Çerkesim. Sochi olimpiyatlarında size Sochi’yi anlattık, bize omuz verdiniz. Çerkes sorunlarını ilettik, meclise taşıdınız. Taleplerimizi söyledik, altına imza koydunuz. Üstelik mecliste, Çerkes milletvekili olmayan tek parti de sizdiniz. Diğer partideki Çerkes vekiller; ne Sochi’yi duydu, ne sorunlarımızı konuştu, ne taleplerimizi savundular.

Benim bir hakkım varsa, helal olsun sizin hakkınız çok lütfen helal edin ama şunu lütfen hep hiç unutmayın ki; bizim size verdiğimiz oylu, oysuz tüm bu irade, mecliste, sokakta, mapusta her zaman sizinle olacak. Hem öyle vekaletle değil, bildiğin cesaretle Sırrı abi.

Haksızlık karşısında susan Yemuktur!

Bana göre dünyadaki bütün halklar eşittir, biri diğerinden üstün veya düşük değildir. İşte sırf bu düşüncemden dolayı; hiçbir zaman ve hiç kimse benden; sırf bizden diye kötüyü savunduğumu veya bizden değil diye iyiyi kötülediğimi duyamayacak. Dünya bir çok halka, bir çok dile, bir çok kültüre, bir çok geleneğe ve bir çok töreye sahiptir ve hiçbir halk, hiçbir dil, hiçbir kültür vs. bir diğerinden daha fazlasıyla hakka sahip olamazlar. Bizim Türkiye’de Çerkesler olarak talebimiz, bir Kürtten, bir Lazdan, Ermeniden, Rumdan, Araptan daha fazla hakka sahip olma istemimiz, en azından benim için olacak iş değildir ve dikkat ederseniz her seferinde, bizi kendisinden alçak gören bir tarafa yönelik mücadelemiz belirgin durmaktadır. Eğer konuyla ilgili ve takipteyseniz hafızanızı yokladığınız zaman da bunun izlerini göreceksiniz, bize neden hiç kimse ırkçı diyemez? Çünkü bir Çerkes ulusunun, var olan diğer tüm uluslardan daha iyi bir geleceğini savunmadık, zaten böyle bir savunum ancak ütopya olurdu. Bizler Kurtuluş Savaşında birlikte savaştık demogojisinden yola çıkıp, bir de “hiçbir zaman yediğimiz kaba pislemedik” alçaklığına sığışarak, işte bize de artık ödül maması kıyafetinde bir “Çerkesce Televizyon” verirsiniz de demedik. Çok açık ve net bir şekilde söylediğimiz şey; “biz eşitiz!” demekti. Bunu bir çok yazıda, söylemde, eylemde, çeşitli yollar ve vasıtalar, değişik kelimeler, videolar, çalışmalar ile söyledik. Hiçbirisi biz “üstünüz!” üzerine kurulu cümleler olmadı, basitçe ve mütevazice “biz eşitiz” diyorduk. Bugün de öyle söylemeye devam ediyoruz, yarın da öyle söylemeye devam edeceğiz ve bizi bu coğrafyaya mahkum eden sürgünü geri çevirip, kültürümüzün kök salarak insanlarında yeşerdiği yurdumuza döndüğümüz gün de söyleyeceğiz. Bizim bugün, bunu söyler haldeki mevki ve halimizin bu düşüncemize hiçbir tesiri yok, evet bugün resmen eziliyor ve sistematik bir şekilde yok ediliyoruz ve buna karşı direngen biçimde “biz eşitiz!” diyoruz. Yarın yurdumuzda da, biz egemen ulus olup, içimizdeki azınlık grupları ezersek, sistematik bir şekilde yok etme politikası uygularsak o gün de bizi aynı sözcükleri kullanırken göreceksiniz. O zaman da “biz eşitiz!” diyeceğiz. Bugün burada, Kürtlerle, Lazlarla, Süryanilerle, Araplarla ve bu ülkenin egemen ulusundan olup “biz eşitiz!” diyen Türklerle omuz omuza veriyoruz, işte yarın da, içimizdeki kazaklarla, ruslarla, ermenilerle, gürcülerle vs. omuz omuza verip aynı şekilde bağıracağız. Biz hakkımızın tarafındayız ve hiç kimsenin hakkını gözetmekte değiliz. İşte bu yüzden, çok doğaldır ki; sürgün coğrafyamızda her kimin hakkı yeniliyorsa, bizleri onların omuzlarında görüyorsunuz. Bize göre, haksızlık karşısında susan yemuktur! Zalimin mazlum üzerinde şakırdayan kırbaçına sessiz kalan, xaynapların en büyüğünü yapmaktadır. Atalarımız bize “insanlığı” güllük gülistanlıktan değil, devasal orduların karşısında cesurca direndikleri özgürlük cephelerinden bırakmıştır, bizler de o mirası çocuklarımıza, bir kab yemek uğruna şekilden şekile girenler gibi balon asaletinden, böbürlenmekten değil, bugün şartların bizi sıkıştırdığı ve bir riske dönüştüğü insanlık cephelerinden bırakacağız, bu yola koyulurken elbette dokunulmaz olmadığımızın farkında ve bizlere yarattığı riski görerek başladık, bugün de her türlü risk ve ihtimale rağmen, tıpkı atalarımız gibi ölüm pahasına yüce adaleti, vicdanı, haklıyı ve gerçeği bağıracak, şartlar neyi gerektirirse gerektirsin güçlü zalimin değil, güçsüz mazlumun yanında olmaktan vazgeçmeyeceğiz. Öleceğiz, diz çökmeyeceğiz! Bizim, bugün dünyayı kana bularken göz kırpmayan barbarların işgal ettiği, her gün bombaladığı bir kente yeniden yaşam götürmek üzere, ölümü göze alan ve her şeye rağmen bir adım geri attığını göremeyeceğiniz, bu vicdanı ve inancı uğruna ölen Nartanlarımız, Ferdanelerimiz, onların omuz verdiğimiz halka taşımak isterken, gökyüzüne ulaştırdıkları selamlarımız var. Bizim Seyfullah’larımız, bizim Mehmet Jeren’lerimiz, Ayşe Denizlerimiz, Yusuf Arslanlarımız var. Biz varız; yeter ki haklı yolumuzdan ve “biz eşitiz!” sözüne tutunalım! Ölüme kadar varız ve bir adım geri atmayacağız.

Bir adım geri atmadığımız davayı iyi bilin! Bizim davamız, bizi kendisinden alçak görmek isteyenlere karşı, “biz eşitiz!” davasıdır. “Biz eşitiz!” ve yürüdüğümüz yol, bizi ancak “eşit!” bir yarına ulaştırmak üzerine kuruludur, ağzımızdan ve kalemimizden dökülen şiar budur! Aldığımız riskler, verdiğimiz canlar, kopan etlerimiz, akan kanlarımız, yoldaş kanlarında sırılsıklam olan bedenimiz işte bu yola inanmıştır! İşte bu yolda biz, hiçbir zaman ayrıcalıkların değil, daima ve sürekli eşitliklerin taraftarı ve savunucusu olacağız. Birileriyle aramızdaki yegane farkta bundan ibaret! Zulüm kimden gelirse gelsin, biz zulmün hedeflediğinin yanında olacağız ve hiçbir masal bizi o mazlumun yanından alı koymaya yetmeyecek. Bugün bizlere, olmadık yaftalarda bulunan ve bir kab uğruna uşak ruhluya dönüşmüş birileri Silopi’de, Silvan’da, Nusaybin’de masumlar ölürken “Kürt”  Ermenilerin gasp edilmeyen ender mülklerine göz dikildiğinde, Hrant eylemlerinde “Ermeni” diyerek hem bizleri, hemde kendilerini tarihe geçirmiş duruma gelmişlerdir. Evet! Dostlar, düşmanlar iyi bilsin ki; öldürülen Kürt çocukları bizim çocuklarımız gibidir! Öldürülen Kürt anneleri de annelerimizdir, hep öyle olmuştur! Kürdistan’da patlayan bomba, burada bizi yakmaya yetmektedir. Bizler, faşist kurşunların hayattan kopardığı insanlarla Kürdüz! Biz biliyoruz, siz de bilin istiyoruz ki; cinayet sadece katil ile kurban arasındaki bir mesele değil, katilin kurbanı katledişini görüp susan ve susmayanların da arasındaki bir meseledir. Biz cinayeti görüp susanlardan, katili gizleyip, onu yeni kurbanlarının peşinde rahat rahat dolaştıranlardan olamayız! Dün, Çerkesya’da bizi katledenlerle, bugün Kürdistan’da Kürtleri katledenler aynıdır! Hepsi, katiller cemiyeti mensubudur. Dün Çerkesya’da biz katledilirken susanlarla, bugün Kürdistan’da Kürtler katledilirken susanlar, aynı derece de alçaklardır, ve dün Çerkesya’da akan Çerkes kanlarını gizleyenler gibi, bugün yanıbaşımızda akan kanları gizleyenlerden olmayacağız. Çerkesler, yandaş, yalak ve ruhsuz bir toplum değildir, Çerkesler, hür vicdanlarıyla zalim ile mazlum arasında fark gözetip birinden taraf olacak kadar hür ve vicdan sahipleridir! 
Bugün, kim kime zulüm ediyor? görmüyor muyuz? 
gördüklerimiz bizi hiç mi etkilemiyor? Peki niye susuyoruz? “oluk oluk” kan akıtanların zulmüne sessiz kalacak kadar korkak bir geleneğimiz mi var?
Haksızlık karşısında susan, bizden midir?