Rusya-Türkiye "Uçak krizi" ve Türkiyeli Çerkesler

Çeçenistan’ın çakma devlet başkanı Ramazan Kadirov; Rusya’ya bağlılık yeminleri etti bile ve bir anda Rusya’nın Çeçenistan’daki işgalci tavrı karşısında konumlanan her görüşten Çeçen ve elbette kardeş halkı biz Çerkesler, Ramazan Kadirov’u topa tutmaya başladık. Nasıl tepki göstereceğimizi bilmediğimiz gibi, bilmediğimiz zaman, bilmediğimiz şeylere nasıl sessiz kalacağımızı da bilmiyoruz galiba. Biliyorsunuz; Rusya bir süredir Suriye’de Esad rejimine karşı silahlanan teröristleri vuruyordu, Türkiye’de bu duruma karşı tepkiliydi ve geçtiğimiz gün, şeytanın aklına gelmeyen şey oldu ve Türk Hava Kuvvetlerine ait iki savaş uçağı, Rus bombardıman uçağını Türkiye-Suriye sınırının üzerinde vurdu. Vurulan uçaktan atlayan pilotlardan biri, paraşütüyle süzülürken yerden “Allah’u ekber” nidaları atan “ÖFKELİ BİR KALABALIK” tarafından vuruldu. Daha sonraları ise, Türkçe bir ses “Atma, atma, esir geliyor” diye bağırdı. Hatay Valisinin koordinasyonunda yapılan insani yardımı görüntülemeye giden basın, sözde Türkmen diye lanse edilen aslen Türkiye Elazığ nüfusuna kayıtlı bir çetebaşının Türkiye’ye teşekkürleri peşinsıra dizerek 2 pilotun öldüğünü söylüyordu.  Konumuz bu değil, ne Rusya orada gerçekten Arap halkının kara kaşına, gözüne orada ne de Türkiye gerçekten Türkmenlere kan bağıyla bir aşk besleyerek onlara her türlü anlamda lojistik sağlamıyor. Ancan bu kirli oyunun, bazı kuralları var.  İşte Türkiye, bu kurallara hakim değil ve haylazlık ediyor. Bu haylaz çocuklukta, biz Çerkeslerin Türkiye diyasporası için felakete gıdım gıdım ilerliyor. Ancak ne yazık ki, şimdi burada bahse konu olan şeyleri bir çeşit teslimiyet gibi yorumlarken gerçekten şövenist görüntü verecek insanlar bize “Rusyacı” diyecek. İşin esası, Rusyacı olmadığımızı onlar da biliyor ya, ancak bunu söylemek için içlerinde dinmek bilmeyen egoları bizim üzerimize basmak için çıldırtacak onları. Oysa biz; Suriye üzerinden dönen bu oyunda ne Türkiye, ne de Rusya taraftarı değiliz, insanlık saflarında düşüncelerimizi defalarca söylediğimiz gibi, pratik olarak bu karşılıkta oluşturduk. Fakat kenardan kenardan, bu durumdan da size bir “Çerkes sorunu çıkarayım mı.” Aygün adında bir arkadaşımızın ekran görüntüsünü alarak paylaştığı bir “ne düşünüyorsun” iletisinde, kendine Çerkes diyen ve beni ikna eden bir arkadaş tam olarak şöyle söylemiş:


Savaş çıkarsa ve ciddi silah yardımı yapılırsa Rusya ile Kafkasya’da savaşacak 500 bin kişilik 10 Çerkes ordusu hazır ve nazır. Aslında bu rakam 15 orduya çıkabilir ama komünist, ateist, dinsiz, imansız ve rus kanı taşıyanları (kadirov) çıkardık mı temizinden 5 milyon çıkar. Hafife almayın, Selahaddin Eyyübü’nin ordularıda bizlerdik 🙂 smiley smiley.

Gülmeyin, abartıları çıkarıp olayı “kafkasya”dan “türkiye”ye çektiğimizde sayıları milyonu bulmasa da, hatrı sayılacak derece de böyle insanlar var. Daha bir önceki yazım “Rusya Dışişleri Bakanlığı Hangi Kozu Oynadı?” Türk-İslam sentezi ve etkilerini konulaştırdığım altbaşlığı “2 – Din, Çerkesler ve resmen ideoloji!.”  . yorumuza sunmuştum şimdi  bu konuyu bu yönüyle ele alalım. Türkiye Çerkes Kopuntusunun tabanında, Türkiye’nin Rus uçağının düşürülmesi için sevinecek nasıl bir sebebi olabilir? Eğer, içinizde tutuşan bir intikam duygusu sizi körüklüyorsa, şimdi esas konumuza gelelim. Düşürülen bir Rus uçağı, Çerkeslerin vatanına “Turist” olarak gidebilme hürriyetini bile sarstı. Geri dönüş hareketi içinde artık herşey, dünden daha zor. Geridönüş, dönüştürebilme umuduyla içinde barındırdığı bu ayrık otlarını tekrar düşünmelidir.Dönüşemeyen veya dönüşümünde sanrılar geçiren bir grup devşirme, politik hattan uzaklaştırılmalı ve siyasal örgütlenme sancıları gösteren kitlelerin önde gelenleri bu konuda birliktelik sağlamalı ve Çerkezler ile Çerkesler arasında kırmızı bir çizgiyi; dünyanın her bir yerinden gözükebilecek şekilde oluşturabilmelidir.

A – Rusya ve Türkiye arasındaki gerginlik Çerkeslere nasıl yansıyabilir?


Sembolik olarak bir kaç örnek vermek isterim evvela, az önce Jıneps Gazetesi’nin sosyal ağından Dünya Çerkes Birliğinin, Ankara’da yapılması planlanan YK toplantısı iptal edildi. Çerkesya toprağı olan Kabardey Balkar Cumhuriyetinde yaşayan bir dostumuzun Türkiye’den gelen kargosu geri çevrildi. Türkiye ile Çerkesya toprakları arasında seyehat düzenleyen Nuhoğlu Turizm’in de eşya götürmeyi reddettiği ve oraya giden eşyaların gümrükten geçmediği hatta kişilerin de kabul edilmediğini söylemiş. Rusya’daki Türkiyelilere yığınla dert ve baskı oluşturuldu bile. Hatta işadamlarının Çerkesya’nın Sochi topraklarındaki gözetimevlerine toplatıldığı da söyleniyor ve bir dizi iz daha peşinde; henüz bir hafta önce Rusya’nın Suriyeli Çerkesler için sarfettiği “Yurttaşımız değiller” sözü, kulağımızda çınlıyor. Türkiye ile Rusya arasında başlayan bu gerginlik bir kaç dalda Türkiye’ye yansıyacak. En başta, Rusya ile ticaret yapan burjuvaya, devletlerin taraflarınca vardıkları işbirliğine, karşılıklı olarak inşaat sektörüne. Bu durumdaki olay tamamen ekonomik, ancak tüm Çerkesler nedzinde bu yansımanın en mağdur ettiği geniş benzer kitle elbette Çerkesler olacak.  İşte bunu görebilmek için, azıcık bilgi ve vatana karşı aidiyet hissi gerekirken, görememek için gözü köreltecek kadar başkalaşım geçirmiş olmak gerekir.

Çerkesler ile Yurtları arasına, Türkiye’nin uçak krizi de girdi. Birgün Rusya, bugün böylesi krizlerden sonra Türk refleksi gösterip 500 bin kişilik 10 ordu kuran hayal gücüne dayalı devşirilmişliği önümüze koyup; siz artık yurttaş değilsiniz diyecektir. Bizde derler ya “Kraldan kralcılık” diye, konu tam böyle; Türkiye’li bir çok Türk, Rusya ile arasında çıkacak krizden yana değilken ve hatta Türkiye Devlet erkanının en başının “Bilseydik, vurmazdık” demesine rağmen; içlerine enjekte edilmiş Türk zihni, şovenizmin zirvesine çıkıyor.

Demek ki artık, asla geri dönüşmeyecek bir taban kitlesi var ve o kitleyi dil, yurt ve eşitlik isteminin dışında tutacak bir söylemi hayata geçirme vakti gelmiş.

Türkiye'de her 100 seçmenden 10'u Çerkes sorunlarını tanıyor, çözüm istiyor!

1 Kasım sonuçlarının bazı yoldaşlarımız adına çok hüzünlüyüm, fakat umuyorum ki bu hayalkırıklığı yerini mücadele azmine bırakacak ve kaldığımız noktadan var gücümüzle, varız, olacağız; yılmadan, yorulmadan mücadelemizi ileriye taşıyacağız şiarıyla devam edeceğiz. Seçim sonuçlarını ele alacak olursak, henüz 10 yıl önceye kadar bizi, kadınlarımız ve tavuklarımız dışında bilmeyen bir kamuoyundan, şuan ki geldiğimiz nokta çokta içler acısı bir durum değildir, açıkça söylemek isterim ki; Türkiye’de 55 milyon seçmenin katıldığı son seçimlerden elde edeceğimiz net veri olarak, bu seçmenlerin içerisinden her 100 kişiden 10’u asimilasyona karşı yanımızda net bir tutum sergiliyor. Her 100 kişiden 10’u Abhazya’ya doğrudan ulaşım sağlanmasını, Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlıklarının tanınmasını, Çerkeslerin tarihsel anayurtlarıyla tekrar kavuşabilmeleri için Türkiye’nin diplomatik ilişkilerle Çerkeslerin yurtlarına geri dönebilmelerinin kolaylaştırılmasını, çifte vatandaşlık hakkının doğmasını istiyor. Bu başarısız bir tablo değil, aksine bir önceki 10 yıla kıyasla mücadelemizin halkımızın sorunlarını kamuoyunda getirdiği noktadan bir ürünüdür. 55 milyon seçmenin her 100 kişisinden 10’u; Çerkeslerin, anadilde eğitim almasını onaylıyor ve destekliyor ve bilinmeli ki, kamuoyunun bu %10luk kısımını yalnızca HDP temsil ediyor. Daha önceleri, Sochi, Çerkes Soykırımı, Asimilasyon politikaları gibi, bir çok konuda hiçbir siyasi çıkar peşine düşmeden Çerkeslere kürsüsünde yer veren HDP’nin seçim broşürlerinden biri de, Çerkes taleplerine yönelikti. Biz biliyoruz ki, halkımızın geleceğine yönelik olmazsa olmayacak bütün taleplerinde, HDP ve HDP’nin Türkiye kamuoyuna yansıttığı %10luk tabanı, sürekli yanımızda olacak ve kürsülerinden bizler içinde ses çıkaracaktır. 150 yılı aşkın yıldır hep görmezlikten gelinen ve zulümün her türlüsünün reva görüldüğü halkımızın, tüm Türkiye Diasporası tarihi ele alındığında, son 10 yılda ilerlediği mesafeyi görmezden gelmemizi de hiç kimse bekleyemez. Şimdi, bir de; halkımızın hiçbir faydasına olmadığı halde, hain ilan edildikten sonra Çerkes olduğu hatırlanan Ethem beyin, isminin başına konulmuş hain sıfatını kaldıracağını taahhüt eden ve bugün malum siyasi parti tabanının küfür etmekten çekinmediği Arınç’a kalpak takmaktan sakınmayan arkadaşlarımızın ilerlediği mesafeyi izleyeceğiz. Bizim emin olduğumuz tek nokta, bugün meclis çatısı altında siyaset yapan partilerden yalnızca birinin, Çerkes halkının geleceğiyle ilgili kritik önem taşıyan hususlarda yanımızda olacağıdır, diğer partilerin ise böyle olma olasılığı çok uzak olmakla birlikte, kendini o partilerin Çerkeslere yansıyan temsilcisi olarak görev alan arkadaşlarımızın bu konudaki çalışmalarını merakla takip edeceğiz.

Politik Hat(P.H.): Bizleri oluşturan nüveler (2) : Coğrafya

İnsanlık nüvesini, bir önceki yazım da anlattım. Coğrafya nüvesi, bir önceki yazımın bir devamı olarak okunmalıdır. Bir Çerkes, olması gereken her şeyden önce insan olmalıdır ve akabinde ise bir yerde birikmeli; topluma dönüşmelidir. İnsan topluluklarının biriktiği yere siyasal olarak vatan, yurt gibi kavramlar denir. Şu kadarını söylemem gerekirse, bir Çerkes; herşeyden önce insan olmalı ve bir yere birikmiş olmalıdır, öyle ki; sadece nicelik olarak değil, aynı zamanda bir nitelik olarak; tarihsel, kültürel olarak da birikmelidir. Biz bugün Çerkeslerin nitelik olarak biriktiği tarihsel coğrafyaya en basit ve anlaşılır adıyla; Çerkesya diyoruz.. İnsanların her anlamda birikip bir kültür oluşturduğu, o kültür üzerine bir tarih yazdığı coğrafyanın adıdır Çerkesya. Bu anlamda; politik bir dayanak olarak; bugün her nerede yaşıyor olursa olsun, kendine kültür biriktiren geçmiş insan topluluklarının ardılları, kültürlerinin biriktiği coğrafya olarak Çerkesya’yı bir an olsun aklından çıkarmamalıdır. Coğrafyasının, insana kattığı çok şeyi olur, bugün bir Çerkesin; Çerkesya’yı umursamadan, oradan kopmuş ve orayı düşünmeyen yapısı dururken, Çerkesliğin sözüm onlara asalet ve nezaketini süs eşyası gibi diline dolaması, kalitesizliktir. Bilinmelidir ki; bugün eğer diaspora, bir asalet ve nezaketten bahsedecekse, üstelik bunu kendi başarılarından ziyade, tarihin kendine taşıdığı gerçekliklerden alacaksa, bu asalet ve nezaketin temeli; Çerkesya’dadır. İşte bu gerçeklik, hayatımızın merkezinde olmak zorundadır.

İnsan topluluğunun yaşadığı coğrafyadaki zorluklar ya da endemik farklılıklar, o toplulukta bazı duygu ve davranışları tetikler, bir coğrafyanın gerek konumu gerekse içerisinde bulunan kaynakların ilgi çekiciliği de, başka bir toplumun, o coğrafyaya karşı durumunu tetikler, özellikle savaşların neredeyse bir çoğunun sebebi de budur, böyle durumlar karşısında bir insan topluluğunun ortaya koyduğu kültürün, yurduyla ilişkisi kesinlikle yadsınamaz. Çerkes toplumu da, Çerkesya’nın coğrafyasının gerektirdiği bir kültürü ortaya koyan insan topluluğudur ve toplumsal olarak kültürleştirilmiş neredeyse her şeyin, Çerkesya ile bağlantısı bulunmaktadır. Bu durumda, sürgünlük bir Çerkesin, oraya yokmuş gibi Çerkeslik imkansızdır, böyle bir hayatı ona dayatmak zulüm, böyle bir geleceği ona anlatmak, yalandır. Atalarımız olan insan topluluğuna bugün ki kültürünü veren Çerkesliği, geleceğimizin önceliğine koymalıyız, fakat tüm bu sürecin içerisinde, başka bir coğrafyada yaşamaya zorlandığımızın bilincinde, başka bir coğrafyada yaşamaya alıştırıldığımızın farkındalığında olmak, bu işleyişe karşı da bir duruş sergileyerek, gelecek vizyonun en önüne Çerkesya’yı koyarken, geri döneceğimiz o güne değin, birinci  yazımda anlattığım “insanlık nüvesinin” gerektirdiği gibi onurlu bir duruşu, Çerkesya coğrafyasına dönene dek savunmak zorundayız.

Politik Hat: Bizi oluşturan nüveler 1: İnsanlık

Aslında üstün körü yazdığım şeylerdi bunlar, fakat tekrar etmenin ne zararı var ki?  Bir Çerkesin, her şeyden önce; insan olması gerekir. İnsanlık değerleri taşıması gerekir. İnsanlık değerlerini bilmeyenler azımsanmayacak kadar varlar, o halde hep birlikte hatırlayalım nedir bu değerler?

Özgürlük

Özgürlük göreceli bir kavram, sözüm ona; yaşadığınız kentte çalıştığınız yerle ikamet ettiğiniz yer arasında eve giden onlarca yoldan hangisine karar verebiliyor olmanız da bir özgürlük, yemeğinize tuz atıp atmayacağınız da. Ancak bugün, bunu yaşadığımız ortamda ortaya koyacak olursak; kendimizi ifade etme özgürlüğümüzün de bu kavramın içerisine girdiğinin bilinmesi gerekir. Bu özgürlük eğer ki rahatça kullanılamıyorsa, eğer birileri başkalarından korkarak, çekinerek bunu yapamıyorsa orada bir ihlal, orada bir sorun var demektir. Peki gelelim bu durumun Çerkesler üzerindeki bugün ki politik hattına. Neler yaşıyoruz, neler. Yaşadığımız onlarca şeyden sonra, çok rahat biçimde söyleyebilirim ki, bugün Türkiye’de henüz insanlık değerlerine sahip olmayı başaramadan Çerkes olmayı deneyen insanlar var. Nasıl mı? Ne zaman farklı bir ses duysa kendini ifade eden, hemen oraya çoğalıp; ana-avrat küfür eden, kırıcı, rencide edici hakaretler yağdıran, yalana sarılan, iftiraya başvuran kitlelerle karşılaşabilirsiniz Çerkesler içerisinde. 
Saygı

Saygı, insanlık aleminin belki de en önemli değerlerinden birisi, hele ki biz Çerkesler için sürekli bir övgü kaynağı gibi. Peki nedir bu saygı? Genelde bilinen şekliyle; küçüğün büyüğe karşı hassasiyeti, ona karşı hizmeti, davranışındaki incelik değil mi? Evet, onlar da saygı ancak saygı sadece bunlardan ibaret değil. Saygı; ilişki halindeki yaşamın birbirine olan sorumluluğudur. Mesela, Akkuyu’da Nükleer santral yapmak için kesilen ağaçların “yaşama hakkı” hiç kimsenin umurunda değil, işte bu bir saygısızlıktır. Neyse, böyle derinden gidersem zaten genelde bu şeyleri hiç anlamayan birileri, iyice kendinden geçecek. Çerkesce isim/soyisim köy adlarına isim vermek mesela, Çerkeslere saygılı olmaktı. Olunmamıştı. Çerkeslerin acılarını bilmek ve hassas davranmak (Çerkes Soykırımı ve Sürgünü) onların asimilasyona karşı direnme hakkını anlamak, yardımcı olmak ta bir çeşit saygıdır. Yurtlarına geri dönme iradelerini duymak, bunun için yapılan çalışmalara engel olmamak, hatta kolaylaştırmakta bir çeşit saygıdır. Siyasal tercihlerine; küfür etmemekte öyle.
Ayrımcılık yapmamak

Çok klişe; ne zaman birileri Kürtler için verdiği mücadele de yükselse bir anda aslında o Kürt değil, Ermeni derler. Bugün de yaşadığı ülkenin daha demokratik olması için mücadeleye katılan Çerkeslere, bunlar Çerkes değil, Ermeni.. Rum vs. diye bir trend var. Gelelim mi ayrımcılık yapmamak konusuna; sahi burada 1071’den önce kim yaşıyordu? Ermeniler, Rumlar falan değil mi? Pardonda, daha 150 yılı azıcık aşmış tarihinde, sen hakikaten buranın onlardan daha çok sahibi olduğuna inanıyor musun? Bir Ermeni’den neyin fazla? Bir Rum’dan neyin çok? Gelmiş bir de böyle-şöyle diye sanki onlardan fazlaymış gibi konuşuyorsun ya eblehin tekisin demezler mi sana? Beğenmediğin Ermenilerin bu topraklarda tarihi var, İstanbul’da gezerken gördüğün tarihin Mimar Sinan kısmı dahil, taş işçiliği ve marangozluk başta olmak üzere onların hiçbirinde senin imzan yok. Neyse, haberin olsun. Birine hakaretmiş gibi “o, bu değil ermeni..” şunlar bu değil, rum” demek ayrımcılığın dibine vurmaktır. Hemde deli saçması bir cesaretle..
Hoşgörü

Bir Çerkes ateist miş? velelelelelele.. yok efendim eşcinselmiş abooov.. yok efendim HDP’ye oy vermiş; daha neleeeer! Yediğimiz kab, pislediğimiz şey.. Hoşgörü; farklılıklara saygılı olmak demek. 
Eşitlik
Mesela, anadilini konuşabilmek, tarihini bilebilmek, bu yüzden herhangi bir engele takılmadan diğer insanların yapabildiği şeyleri yapabilmek bir eşitliktir. Anadilini konuşabilmek için, anadilini asimile edenlerin politikalarına direnmek, Çerkes kalmak için.. küfür yemeden, tehdit almadan mücadele vermek eşit olmak istemeye karşı hoşgörülü olmaktır
Dayanışma

Ben tek başıma bir şeyi yapabilecek güçte değilim, bunun için benimle hemen hemen aynı şeyi yapmak isteyen birileriyle el ele verip çalışıyorum; biz buna dayanışma diyoruz. Mesela; bir Çalıştay yaparsın, sonuçlarını gider Sırrı Süreyya’ya verirsin, o da alır meclise taşır? Mesela 21 Mayıs’ta adam seni meclisteki kürsüsüne çıkarır; buradan konuşabilirsin der. Mesela Sochi Çerkeslerin tarihsel anavatanıdır, orada olimpiyat düzenlemeyin der. Mesela; Çerkeslerin sorunlarını araştıralım, çözüm üretelim diye meclis genel kuruluna önerge verir? 
Kardeşlik

Mesela Suruç’ta katliam yapıldığında, o katliamda hayatını yitiren tüm insanlara, diline, dinine, siyasi görüşüne bakmaksızın yaşadıkları bu acıdan ötürü üzülmek? Mesela 21 mayısa Lazların, Türklerin, Kürtlerin gelip katılması acımızı paylaşması. Mesela Ankara katliamında üzülebilmek..
Sevgi

En azından karşındakilerin varlığından rahatsız olmamak.. bugün bizim varlığımızdan rahatsız olanlar? Kürtlerden, Ermenilerden rahatsız olanlar? Unutmayın.
Dostluk

Öyle bir şeydir ki, sana su lazım olur dostun su bulur. Ölürsün, tabutunu taşıyacak biri gerekir, o dostundur. Bugün sana lazım olan ne? Bugün yanında duran kim? Ölülerimizi omuzlayanlar kimdi? 
***
Gelin yukarıda temel insanlık değerlerine sahip olanları tespit edelim, hangi görüşten ve inançtan olursa olsunlar onlar Çerkesliğin ahenk taşlarıdır. Onlar, yüreğindeki insanı muhafaza etmiş, bugün yanlış yapsalar dahi, yarın bunu düzeltebilecek art niyetsiz kimselerdir. Ancak yukarıdaki İnsanlık değerlerinin zerresini bulundurmayan, henüz insan olmayı beceremeden, Çerkes olduğunu iddia edenlerle aramıza bir mesafe koyalım. Unutmayalım; İnsan olmadıktan sonra, Çerkes olmanın hiçbir değeri yok, en iyi Çerkes, en iyi insandır ve atalarımız bize yüzyıllar öncesinden “Çerkeslik İnsanlıktır” diye yol göstermişlerdir. 
Bizi oluşturan en önemli nüve; İnsan olmaktır.
(1)

Kim için ölüyor, kim için öldürüyoruz?

Biliyorum ki, bu yazı duvara sinerek küf gibi yaşamaktan ötesi olmayan egemenlerin ÇerkeZ taburları için bulunmaz bir hint kumaşı, ama bu soruyu sormaktan kendimi alı koyamıyorum; gencecik yaşında, ilgili olmadıkları bir savaşın içine sırf 400 vekil alamayanların ihtirasları yüzünden yollanan çocuklarımız; ne uğruna ölüyor? kim için öldürüyor?.. Şurada, bu ülkede toplumsal barış için siyaset yürüten arkadaşlarımıza ana avrat söverek, onların Çerkesliklerini sorgulamaya kalkan zihniyetin Çerkesleri temsil ettiği iddiasına inanabilir miyim? Türkiye bölünmesin diye uğraştıkları kadar, Çerkesya birleşsin diye uğraşsalardı bugün; ne Türkiye, bugün bölünmüş olduğu kadar bölünecekti ne de Çerkesya şimdikinden kötü olacaktı ama, sırtını bir egemene dayayarak, o egemenin gücünden güç bulup, azınlıklara her türlü terbiyesizliği ve ahlaksızlığı yapmak daha prim yapan şey değil mi? Hakikaten ülke bölünmesin mi istiyorsunuz? O zaman size şu kadarını söyleyeyim; o makat görevini üstlenmiş ağızlarınızı azıcık tutmayı becerebilirseniz; bu ülke hiçbir zaman bölünmeyecek zaten, ama sizin ağzınız bu şekilde açıldığı her geçen gün bu ülke bölünüyor. Bu ülkeyi siz bölüyorsunuz! Bölücü sizsiniz! Siz  ki; ölümün  her türlüsünü 7’sinden 70’ine reva gördüğünüz bir halkı zora dayalı zapt etmek istiyorsunuz ya, Kürdistan’da doğan her çocuk; sizin bu kirli ağızlarınız ve kirli politiklarınız sebebiyle sizden nefret ederek büyüyor. O çocukların nefretini körüklüyorsunuz. O çocukları dağlara itiyorsunuz. Bırakın da; o çocukların kalplerini kazanalım ve bu ülkeyi tarihinde hiç olmadığı kadar birleştirelim. Sizin bize izin vermediğiniz, onurunuz pahasına engel olduğunuz şey; bizim bu ülkeyi birleştirme irademiz.  Üstelik, kalkmış; halkının bütün geçmiş tarihinden bihaber, halkı adına vizyon taşımaktan yoksunlar sürüsü olarak; bizim Çerkesliğimizi sorgulayacak kadar Çerkes hissediyorsunuz kendinizi öyle mi? Baştan tekrar edeyim; bu ülkede birliğin umudu biziz, engeli de sizsiniz ve eğer birgün bu ülkede bölücülük sorunu olmayacaksa, o da biz öldüğümüz için değil, siz sustuğunuz için gerçekleşecek.. ey egemenin iti-köpeği olmuş Çerkezler taburunun neferleri; size and olsun ki biz; bu ülkeyi size böldürmeyeceğiz! İnatla kardeşliğimizi pekiştirecek, adaleti sağlayacak, eşitliği getirecek yolları deneyeceğiz ve bir gün mutlaka başaracağızda. Ama şunu iyi bilin, bu ülkeyi; efendilerinizin saraylarını korumak için bölmeye çabaladığınızın yarısı kadar, Çerkesya’yı birleştirmeye çabalasaydınız; ne bu ülke bugün olduğu kadar bölünmüş olacaktı ne de Çerkesya bugün olduğu kadar bölünmüş kalacaktı.

400 vekil almadığı için ülkeyi paramparça eden ve  her geçen gün savaşa taşıyan bir zihniyetin askeri olmayacağız. Kimse için ölmeyecek, hiç kimse için öldürmeyeceğiz. Gencecik Çerkes çocuklarının anlamsız bir savaşta ölüme gönderilmelerine göz yummayacağız. Susmayacağız.

Eğer bir şey için öleceksek; insanlık, adalet, eşitlik, özgürlük için olacak.

Dilimdeki Çerkes, neyi ifade ediyor?

ÖN-NOT:



Mikro Milliyetçi olmadığımı sanıyorum, zira milliyetçi değilim. Aksine; milliyetçiliğe karşı da tavır sahibiyim. Bu anlamda, bu tip bir ithamın bana yakıştırılması, yakıştıranın beni yeterince tanıyamaması ya da anlayamaması (ben kendimi tanıtamamış veya anlatamamış olma ihtimalimi de eklerim) sonucu doğan bir sonuçtan öte, hiçbir şey ifade etmez benim için. Asırlar geçmese de, milliyetçilik karşıtı bir çok faaliyete, özellikle milliyetçilik mağduru olmuş bir halkın ve aynı zamanında milliyetçiliğin hedefine oturmuş politik bir düşüncenin ferdi olarak katıldım. Milliyetçilik karşıtı faaliyetlerde de bulundum. Milliyetçiliği, teorik olarak da, pratik olarakta görmüş, milliyetçiliğin egemenler tarafından nasıl bir geleceğe yatırım politikası olarak aktarıldığı konusunda da gayet netim. Üstelik sosyalist de değilim ve Lenin’in “Ezilen halkların milliyetçiliği” üzerine, sanki yeryüzündeki ezilen bütün halkların latin amerika, filistin veya Kürdistan’daki halklar gibi mücadele yürüttüklerini düşünerek katılmayacağım. Bir başka ezilen halk milliyetçiliği klasiği olarak, bugün üzerinde yaşadığımız coğrafyanın parçası olan, Arnavut, Boşnak, Rum, Ermeni ve hatta Kürt, Çerkes, Arap milliyetçiliklerinin bir de diğer taraftan kullanışlı bir paramiliter havuza çevrilmiş yönünün araştırılmasını ve eşitlik, hak ve özgürlük için sürdürülen kimlik tabanlı mücadelelerin bu coğrafyada “ezilen halkların milliyetçiliği” tanımına ne kadar hitap ettiğinin de araştırılmasını öneririm. Bu ezilen halkların milliyetçiliği üzerine, bir de “Çerkes” özümlü farklı bir yaklaşımda bulunmak isterim ki, asıl anlatmak istediğim noktalardan birisi de budur. Ben, ezilmiş bir halkın ferdi olarak dahi, bugün Türkiye’de bu yolla milliyetçiliği; Lenin’in olumladığı şekline en uygun halde oluşturanların, oluşturduğu milliyetçilik anlayışının da savunucusu değilim. Ezilmiş bir halkım, fakat bunun milliyetçiliğini yapmayı da reddediyorum.  Bugün ezilmişliği tüm yüküyle hissederek, bunun yarattığı yoğun bir duygu güdüsü olan tutunuşla Çerkesliği sahiplenen ve yarına dair, sadece ve sadece Çerkesler üzerinden bir bakış sergileyen, tüm politik eğilimi bu yönde ve tüm ilkeleri sadece bu darlıkta olan bir yapı beni ifade edemez. Bende o yapıya hiçbir katkı sunamam. Ancak, bu tip yapının ezilmiş olan yerine karşı dayanışma talebini görürüm ve bu noktadan itibaren, baskılayana karşı direnen, ezene karşı savunan bir pozisyonda kendi çizgilerimi aşmadan mücadelemi de sürdürürüm. Bu beni milliyetçi değil, aksine kendisiyle tutarlı bir noktaya taşır.



*



Dilimdeki Çerkes, kimi ifade ediyor?,



Bugün içine doğup, büyüdüğüm ve bana etnik bir kimlik kazandıran kültürel ve tarihsel bütünlüğün adı Çerkeslik. Ben Çerkes derken, Çerkeslerin kendilerine söylediği gibi Adığe’yi anlatırım. Bir Çerkes arkadaşım beni aradı gibi basit bir cümle kurduğumda, ifade ettiğim şey: “Bir Adığe arkadaşım beni aradı”dır mesela. Birisi bana “ben Çerkesim” dediği zaman, benim anladığım şey “ben Adığeyim”dir. Çerkesler üzerine konuştuğum her konu, yazdığım her yazı, katıldığım her faaliyette, tereddüt etmeden Adığeleri anlatıyor, adığeleri konuşuyor, adığeleri yazıyorum. Çerkesler Barış İstiyor dediğimde, Adığeler Barış istiyor söylüyorum. Çerkes mutfağı aradığımda, Adığe mutfağı arıyorumdur.



Çerkes kelimesinin, benim için Adığelikten öteye anlattığı hiçbir şey yok.  Böyle doğdum, böyle öğrendim, böyle okudum, böyle biliyorum.



Nasıl ki Abhaz kelimesi, Megrelleri temsil etmiyorsa.. Nasıl ki Alan kelimesi Nogayları temsil etmiyorsa, Çeçen kelimesi, İnguşları temsil etmiyorsa benim için Çerkes kelimesi de öyle sadece Adığeleri temsil ediyor. Üstelik bir çok şey gibi bunu da ilk başta yanlış öğrenmiş olabilirdim, ezbere de söylemiyorum; fakat belki hayatımda çocukluğumdan şimdiye kadar taşıdığım nadide gerçeklerden birisi de bu. Bunu ben değil, bunu tarih söylüyor.



Galileo “Beni assanızda gerçek değişmiyor, dünya dönüyor” demişti ya.. bana kızsanız da gerçek değişmiyor benim için.



Bunu neden açıklıyorum, onu da söylüleyim.



Yarın, Çerkesler üzerine konuşurken çok sevdiğim Abhaz, Oset ve Çeçen dostlarımı yanlışlıkla aldatmamak için.



Çünkü onları çok seviyorum..

Uykularınızı bile kaçıracağımız günlere and olsun.

 Ne istediğinizi biliyorum, fakat sizde şunu bilin ki; sizin o bencil isteklerinizi hiçbir zaman gerçekleştirmeyeceğim. Benim neyi bildiğimi, neyi bilmediğimi siz bir çok kişiden daha çok biliyorsunuz ve işte bu yüzden de bu tedirginliğiniz çok normal. Size bir söz veriyorum, sizin uykularınızı kaçıracağım. Bu halkın geleceğine dolanmış ellerinizi kıracağım ve Çerkes halkının geleceğine sağdan soldan gizli ittifaklar halinde saldıran her türlü politikanızı, karaktersizliğinizi, adınızı yerin dibine sokacağım. Nasıl yalan attığınızı insanlara tane tane anlatacağım. Bugün çevrenizdeki insanları nasıl aptal yerine koyduğunuzu, telefonlarla insanları nasıl kandırdığınızı, kendinize engel gördüğünüz insanları nasıl yıldırma politikalarıyla sessizleştirmeye çalıştığınızı da bu halk öğrenecek. Üç kişilik yapılarınızı nasıl şişirdiğinizi, ağaran saçınızı kültürel değerlerimizi suistimal ederek nasıl kullandığınızı da anlatacağım. Korkun. Uykularınızı kaçıracağımız o günlere and olsun ki; bu halk iyiyle kötünün, yalanla gerçeğin, doğruyla yanlışın ayırdını yapacak kadar aydın insanlarıyla toplumda sizi hakkettiğiniz o yerin dibine sokacaktır.

Bugün fütursuzlaşan, ahlaksızlaşan, yalancının jargonunu kuşanıp birebir bize karşı uygulayan zavallılar olarak siz, yarına ne kadar rezilleşebileceğiniz ancak resmini çizmiş oldunuz. Üstelik, kendi söylediklerinizi yutacağınız nice kanıtı ortadan kaldırmadan bu yaptıklarınız, sizin utanmasız olduğunuz kadar da düşüncesiz ve plansız insanlar olduğunuzu gün yüzüne çıkardı. Şimdi siz, Çerkes Soykırımı Tanınsın İnisiyatifinin topladığı imzaları ne yaptığınızı, o imzaların şuan nerede olduğunu filan araştırın. O sürecin özeleştirisi verecek kadar hafızalı mısınız, kendinizi test edin. Metropol bir meydanda, basına Çerkesya bayrağıyla ilgili cehaletinizi kustuğunuz o açıklamanızın da özeleştirisini verin. Biz geçmişimizi unutmuyoruz, geleceğimize tutunuyoruz. Siz bize ‘geçmişle ilgili’ kelimeler etmeden önce, kendi unuttuğunuz geçmişi anımsamaya çalışın bence. Sakarya HDP il yönetim kurulunu arayın mesela. Bunu mutlaka tavsiye ederiz. Bizim veremeyeceğimiz hiçbir hesap yokta, sizin vermediğiniz kaç hesap var onun sayısını toplayacak kadar matematik bilgisi de edinin. Cahil cesaretiyle, halkın kendi iletişim yollarınıza yedeklediğiniz kısımlarını aptal yerine koymanın bedeli ağır olacak. Bugün hakkında atıp tuttuğunuz Çerkesfed’in etkin ve politik derneklerinden Maltepe Çerkes Derneğinden, bizim de adımıza aldığınız ödülleri, malum derneğin başkanının Caferağa’da bulunma sebebini, ilişkilerinizi düşünün.
Bugün ne söylüyorsanız, bu sizin karakterinizin bir yansımasıdır.
Biz iki günde bir yol ve kanaat değiştirenler değiliz. Sizin tek başınıza idare edeceğiniz bir hareketin kulları da değiliz. Üstelik siz, kendinizi bile yönetebilmekten, özeleştiri verebilmekten aciz insanlarsınız, bu halk adına; dün oturduğunuz insanlara bugün küfürler ederek siyaset mi yaptığınızı sanıyorsunuz?
Sayın Sahte Gandalf,
Siz çok hafızasız bir insansınız. Size geçmişinizi tek tek hatırlatarak, sizin ve yaverinizin uykusunu kaçıracağımız o günlere and olsun!

HDP, Çerkesler ve bölücülük

Nasıl bir maya ile tutmuşsa bu bölücülük propagandası, 21nci yüzyılın şimdisindeki tüm olanaklara rağmen ortalıkta hala duyuluyor.  Bunlar bundan 20-30 yıl önce söylense; halkın bilgiye ulaşması zorlukları gözetilip biraz daha anlaşılır kılınabilirdi ancak, bugün; bilgi parmaklarımızın ucunda azıcık ilgiye yığınla gelebilir haldeyken hala bu propagandaya kapılan, bu propagandayka akım yaratmak isteyenlerin hiçbir anlaşılırlığı yok. Düpedüz cehaletin, en yoğun propagandası sayılabilir bu haller. Bırakın ülkenin karanlık tarihini araştırmayı, soruşturmayı, anlamaya yeltenmeyi.. bugününü bile araştırmaktan yoksul, zihin tembeli yığınları tarafından her türlü birleşme, eşitlenme, kardeşlik hareketi ve söylemi; bölücülük söylemleriyle yok edilmeye çalışılıyor. Ama artık bu söylemin geçerliliği yok. Bu söyleme kapılıp giden nesil, artık konuşmaktan ötesi olmayan bir nesildir ve yeni nesil eskiye göre daha çok araştırıyor, okuyor, konuşuyor. Zaten umutta eski nesilden ziyade yeni nesildedir.

Çerkesler kendini temsil etsinler! diye zırvalık dolaşıyor. Halbuki bugün ÇDP “Ç-oğunlukçu/Ç-erkes Demokrasi Partisi (farklı ortamlarda değişiklik gösterip Çerkeslik-Çoğunluk’a dönüşse de genelde Çerkes olarak algılanmaktadır) bir çok ortamda ve konuşmasında, en üst yetkilisinden, en basit misyonerine kadar biz Çerkesleri temsil ediyoruz diyorlar. “Çerkesler kendini temsil etsinler” diye zırvalayan kişilerin büyük bir bölümü, bu hareketin içerisinden de oldukça uzakta.

 Geçtiğimiz günlerde biliyorsunuz, Çerkes Soykırımının 151nci yılı anmaları yapıldı. Çerkesya Yurtseverleri ve KAFFED, Xeku’ya sembolik rakamlarda insanlar taşıyarak anlamlı bir iş çıkardılar. Takdire şahan ve bugün oluşmakta olan Çerkes Siyasetinin geleceğini belirleyecek pratiklerden birisiydi bu davranış.

Aynı zamanda Diasporanın Türkiyesinde hem yerellerde anmalar olurken, hemde 2 noktada büyük bir anma oldu. KAFFED, örgütleriyle Kefken’de bir program düzenledi ve hayli iyi geçti. En iyi noktalarından biri ise geçmişte örgütlerinin binalarına girerkenki “siyasi kimliğinizi dışarıda bırakın” siyasi ambargoyu, bizzat KAFFED’in en yetkili ismi tarafından delinmesi oldu. Zaten bu durum bir kaç yıldır yer yer yoğun yer yer az olsa da ihlal edilmekteydi. Ancak Kefken’de KAFFED başkanının konuşması dahil, bu durumun artık sürdürülemez olduğuna işaret etmekteydi. Gelecek, KAFFED’in siyasi ambargoları delmesiyle daha da güzel olacak. İkinci organizasyon ise İstiklal caddesindeydi. Biliyorsunuz ÇHİ, uzun zamandır her ayın 21nde 21de Rusya konsolosluğunun önünde toplanıyor ve eylem yapıyor. Bu muazzam hareketi, 2 kişi de olsalar, 200 kişide olsalar 2000 kişide olsalar sürdürüyorlar. Bu eylem ve söylem tutarlılığı, o kanaldan gelişen siyasi etkinliğin gelecekte gelenekselleşecek bir diasporal harekete öncülük etme olasılığı var. Mayıs’ın 21nde yaptıkları eylem, 21 mayısın aynı zamanda soykırımın anma günü olması vesilesiyle çok kalabalıktı. Bizzat biz, kendi örgütlü yapımızın gözlemcileri statüsünde bu organizasyona katıldık. Organizasyonda sunumu, sanıyoruz ÇDP örgütünce kayseriden bağımsız vekil adayı seçilen İshak bey yapıyordu. İlk konuşmayı ÇERFED başkanı ve AKP’nin Tokattan Milletvekili aday adayı Nusret Baş yaptı. Nusret Baş konuşmasında bir çok gafta bulundu. 21 Mayıs’tan “kutlama” olarak bahsetti. Çerkeslerin görevinin “zalimin yarasına derman olmak” olduğunu söyledi. Bizce dili sürçtü, umarız da öyledir. İşin açıkçası kendisini dinlemeye çok tahammüllü değilsekte, oradaydık. Nusret Baş’ın konuşmasından sonra mikrofonu eline alan ÇDP Genel başkanı Kenan Kaplan ise, hem organizasyona, hem siyasete, hem halka daha donanımlı olduğunu konuşmasından yansıttı. Kitlenin genel durumu göz önüne alındığında, daha başarılı bir konuşma yapılabilir miydi? bilmiyoruz. ÇHİ’nin 21 mayıs etkinliğinde sık sık “İntikam değil, Adalet istiyoruz” sloganları ve pankartları görülüyordu. Bu da, 21 eylemleri olarak lanse edilen bir dizi eylemin geleceğinin alacağı şekil hakkında bizlere ipucu veriyor. Şövenist ve ütopik söylemlerin yerine, giderek daha mantıklı ve olması muhtemel şeyler söylenirse sakın şaşrmayın.

Siyaset, Çerkesler için giderek normalleşiyor. İlk günlere nazaran tüm kesimlerin kabul edilebildiği ve küfürler/hakaretlerden başka şeylerin duyulabildiği ilk günlere girdik. Biliyorsunuz, Çerkes siyasetini tırmandıran ve kırılganlaştıran süreç, HDK içerisinde örgütlenmiş ve HDP’de kimlik siyasetinin Çerkesler ayağını yürüten Çerkes ekiplerin çalışmaları başlatmıştı. Ekiplerin siyasi ve sosyolojik tecrübeleri bu sürecin kendileri açısından daha yönetilebilir olmasını sağlıyordu. Dolayısıyla bu süreci, ülkenin ve Çerkes diasporasının güncelleriyle birlikte sırtlanıp yürütebildiler. Krizi fırsata çevirip, halklarına adadılar. Neyse ki, onların omuzlarında taşıdığı süreç şimdilerde durgunlaştı. Geçtiğimiz günlerde, anti-faşist çerkeslerin değerlendirme toplantısına katıldım. Sürecin topluma etkileri üzerine iyi analizler vardı. Süreç, kısa sürede Çerkes toplumunun ehli sakin halini tarumar edip, istenmeyen şeylerin olmasına yol açıp, bu durum kısa sürede kontrol altına alınıp toplumun tüm kanatları tarafından durgunlaştırılmış. HDK’lı arkadaşlar, sürecin öz kimlik söylemleri üzerine bilinçli bir hamleyle başlatıldığını ve toplumdaki reaksiyonuyla bir çeşit teşhire dönüştüğü ve psikolojik şiddet durumunun hemen kontrol altına alındıklarını bildirmişler. Gelin hatırlayalım. Çerkes sorunlarının araştırılması ve çözüm bulunması yönünde HDP bileşenleri tarafından TBMM’ne bir teklif sunuldu. Teklif parlementonun diğer örgütlerince reddedildi. Çerkes Soykırımının Tanınması yönünde çalışmalar yapıldı, çalışmalar HDP bileşenlerine iletildi, HDP bileşenleri bu çalışmaları teklif haline getirip TBMM’ne sundu. Teklif parlementonun diğer örgütlerince reddedildi, HDP, en üst düzeyde Çerkes soykırımını lanetlediğini, parlementoda kendi grup toplantısında söyledi. Halklar ve İnançlar Komisyonu üyesi, Çerkes asıllı bir partiliyi kürsüye çıkararak konuşma yaptırdı. HDP, açıkça ve belirgin bir şekilde Çerkes Soykırımı anmalarına katılarak safını belli etti, katılımda kriz yaşandı ve tüm krize rağmen HDP, İstiklal Caddesinde hem 21 mayıs günü toplandığı yerden soykırımı lanetlerken, hemde ertesi gün HDK bileşenleriyle birlikte “Çerkes soykırımı” etkinliği düzenledi ve etkinlikte tamamen Çerkeslerin lehine bir konuşma yaptı. Sochi olimpiyatları sırasında, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın olimliyatlara katılmaya gitmesine ithafen, HDP Eşgenel Başkanı Selahattin Demirtaş “Sayın Başbakan, yurttaşlarının acıları üzerinde yapılan olimpiyatlara gitme” çağrısını yaptı. HDK/P içerisindeki Çerkesler daha verimli çalışmalar yapmaya başladı ve gözükürlükleri arttı. İşte bu süreç, izbe yerlerinde yok olmaya gıdım ses çıkaramayan, devletin geleneklerinin yedeklediği bir kısım Çerkesi tetikledi ve sosyal medyada bizleri eril şiddete maruz bırakan bir kampanyanın tetiklenmesine yol açtı. Bu kampanya tetiklendiği andan itibaren, HDK/P içerisinde örgütlenmiş Çerkesler süreci kontrolleri altına alarak, devletin kendi yedeğine çektiği asimilasyona itiraz etmeyen ve hatta onun varlığını reddetmeye kadar varan bir takın Çerkesin kendini toplumuna teşhir etmesi pozisyonuna taşıdılar. Süreçte HDK/P içerisinde örgütlü Çerkesler, bir çok kritik hata yapsalarda, bu hatalar ne kendi içlerinde ne de toplum nedzinde olumsuz hiçbir durumu tetiklemedi. Bugün ise, tüm bu atlatılan süreçlerden sonra; HDK/P’li Çerkesler hem daha görülür, hem daha cesur hem de anlaşılabilir vaziyettedir. Yola ilk çıkılan güne göre, karşılarında konumlanan ve kendini rezilleştirenler bugün hem daha sinmiş hem daha korkak hemde ne oldukları halkımız tarafından daha çok anlaşılmıştır.

Siyasi oyunlara ve gerçekdışı komplolara inat, Çerkes Siyaseti bugün konuşması gereken dile daha yakındır. Acılarını ve acılarına sebep olanları daha iyi bilirken, tarihlerini ise tamamen sahiplenerek konuşuyorlar. KAFFED’li olsun, Çerfed’li olsun, ÇDP’li olsun, HDK/P’li olsun, Bağımsız olsun.. bugün tüm siyasileşen örgütlerimiz, toplumun geldiği noktanın farkındadır ve toplumun giderek daha siyasi olacağını da görebilmektedir. İşte değişen tüm söylemler ve uygulamalar, dün HDP’liyiz diye bize küfür eden omurilikler tayfasının bir yansımasıdır. Halk acılarına ve tarihine çözümün yolunu biliyor ve bu bilinç, Çerkes halkını yarına daha onurlu taşıyor.

HDP Çerkesler ve Bölücülük üzerine ise,

Çocuk masallarında bile rastlanmayan hayal gücü üretimi söylemlerin, çok ciddi şeylermiş gibi bazı çevrelerce kabul görülüp ortaya konulması, onların ne hallerde olduklarının en büyük göstergesidir. ne HDP ne Çerkesler; yeni bir ülke kurmanın değil, eski bir ülkeyi yenileştirmenin, özgürleştirmenin, eşitleştirmenin derdindeyiz. Adaleti, Eşitliği, Özgürlüğü; bu ülkeyi bölmeden de sağlayabileceğimizi biliyoruz. Yani asıl bölücü, kendi halkından başka bir halka yaşama olanağı sunmayan, silahlanmaya eğitimden ve sağlıktan daha çok bütçe ayıranlardır.

Birleşik Haziran Hareketi (BHH) ve biz: Çerkesler.

Gezi sonrası Türkiye batısında hareketlenen sol politik yapı, bir çok söylem ve pratik sergiledi. Gezi, henüz parktaki kolektif yapısının içindeyken, oradaki birikime “kaynak” muamelesi yaparak kendi örgütlerinin propagandasının peşine düşen ve parktaki itirazın sadece nesnel ideolojik yönlerine katılıp ya da en azından katılmış imajı yaratıp; parkın içinden bütüne dönüşen itirazın herhangi bir tarafı olmayan örgütler; taksim’de vücut bulan dayanışma pratiğini, sol propaganda havuzlarıyla sömüre sömüre bitiremediler. Her an, teorik olarak öne sürdükleri ve karşıt her harekete etiket ettikleri “emperyalist” yaklaşımın ta kendisine dönüştüler. Bugün adeta kanlanmış bir bit gibi, birbiriyle alakasız bir çok örgüt; hep “gezi” jargonlu bir propaganda programının sürdürücülüğünü yapmaktadır. Hepsini bu kefeye koymak, bu kefede değerlendirmek elbette haksızlık. Fakat aslından değişen ve başkalaşan, başkalaşmışlarla ortaklaşan örgütleri de tenzih ederek bunların hala ihtimal olan en ufak dayanışma umutlarını baltalamasına müsade etmekte büyük bir haksızlık olur. Haksızlık etmemek lazım. Bizler, HDK sürecinden bu yana bu hareketin içerisinde yer almış Çerkesler olarak, arkadaşlarımız HDP’de siyaset yapmakta olan Çerkesler olarak, HDK/P’ye katılım sürecimize eş ve eşit olarak BHH’nin toplantılarına da katılmış ve gözlemci arkadaşlarımızın notlarını tartışarak bazı fikirleri öne çıkardık ve artık bunu halkımızla paylaşmak gereği duyuyoruz. Bu gereği, Gezi direnişine aktif olarak katılmış Çerkesler olarak duyuyoruz, aynı zamanda parkın içindeki kolektif koordinasyonda yer almış (Sivil İnisiyatif, Taksim Dayanışması) Çerkesler olarak duyuyoruz, aynı zamanda kurulmuş barikatların sıcağını hissetmiş, faşistlere karşı aktif mücadelede en ön barikatlarda direnmiş Çerkesler olarak duyuyoruz, aynı zamanda “parklar bizimdir” hareketiyle istanbulun tüm parklarındaki halk meclisleri kurulumuna katılmış, “Abbasağa, Yoğurtçu” başta olmak üzere İstanbul, Antalya, Bursa, Kayseri, Sakarya, Düzce” deki tüm forumlarda aktif katılımcılar olarak görev almış Çerkesler olarak duyuyoruz. Antalya’dan – İstanbul’a “Gezi özelinde, Türkiye genelinde” adalet talebiyle yürüyüş düzenleme iradesini ortaya koyan Çerkesler olarak duyuyoruz. Aynı zamanda; halkı için talepleri olan, talepleri için eylemler düzenleyen, Çerkes Soykırımı ve Sochi için, Çerkesya’da faşist saldırılarda öldürülen Aşine için sokağa çıkan Çerkesler olarak gerek duyuyoruz. Sendika hareketleri içinde burjuvaziyle uzlaşma tanımayan işçi hareketlerinin içinde bulunan, işçi olan Çerkesler olarak gerek duyuyoruz. Bizler, sokaklarda Çerkes kimliğimizle; Barışı, kardeşliği, Adaleti ve Özgürlüğü talep etmiş, eden ve edecek olan Çerkesler olarak BHH’nin son günlerde ilgili Çerkes örgütlerinin gündemine taşıdığı tartışmalarda; en başta işçi, emekçi kimliğimizle, gezinin ruhunun bir parçası olmuş Çerkesler olarak, kör fanatik olmayacak kadar akılcı, gerçekliği kavrayıcı ve aktarıcı kadar bilimsel ve ihtiyaçlarımızı bilecek kadar farkındalık içinde Çerkesler olarak kendi adımıza düşeni söylemekteyiz.

Gezide öne çıkan dayanışma söylemlerinin sadece parkın içindeki forumlarda en basit tabiri ile kemalist laisizm ile bir parçası olmuş bir çok kişi ve örgüt sahipleniciliğini yapmaktadır. Oysa Gezi’yi oluşturan iradeyi ortaya koyan şey kemalist laisizm ve bunun talepleri değildir. Bunu böyleleştiren şey; mevcut iktidarın anti-laisist söylemleridir. Bu söylemlerle perdelediği faşist uygulamaları, hırsızlıkları, doğa, işçi ve kadın düşmanlıklarıdır. Bu düşmanlığa karşı oluşan doğal karşı koyumun iktidardan önce uzun yıllar hüküm sürmüş kemalistler tarafından kuşatılması ise o düşüncenin sömürgeci mantığının bir örneği olmaktadır. Bugün biliyoruz ki; her ne kadar eskisi kadar güçlü olmasa bile, halen medya organları olan bu düşünce, Gezi’de ortaya koyulan iradeyi bugün elinde olan medya güçleriyle sahiplenmek için inanılmaz bir propaganda süreci başlatmıştır. O derecedir ki; bu topraklarda anti-laisist düşünceyi iktidara taşıyan insanların gözünde Gezi; kemalist bir “kalkışma” imajındadır. Normal şartlar altında, kaynağını “dindar” tabandan alan iktidarın bu imajı yaratması gerekirken, Kemalistler medya organlarıyla bu imajı, iktidardan önce yaratmış ve Gezi’yi başkalaştırmıştır. Bizler pratikte dayanışan bir Gezi’yi, direnişe dönüştüren alanlardaki Çerkesler olarak, “birlik-beraberlik ve zafer” söylemleri olan hareketlere en başta, siz hangi Gezinin örgütüsünüz diye sormak durumundayız. Bu bizim Çerkesler olarak halkımıza karşı sorumluluğun en temel ihtiyacıdır. Zira bizler; olagelmiş Gezinin içinden çıkmış ve o ruha şerhi olmayan kişileriz, fakat o ruhtan çok uzakta, hiç içine girmeden, olmasını istedikleri gezi’nin peşinde propaganda yapan bir çok örgütün programını, halkımız için tehlike olarak görmekteyiz ve bunun için haklı nedenlerimiz; tarihte tüm ağırlığıyla mevcuttur. Bu soruya; BHH’de hiçbir cevap çıkmamıştır. Sosyalizmin teorik maddeleri dışında, bu coğrafyanın pratik tarihleriyle ilgili, halkımız adına duyduğumuz endişeyi ortadan kaldıracak herhangi bir cevap bulamamaktayız.
Bizler HDK/P içinde aktif mücadele yürüten Çerkesler olarak sıkça “Kürtçü” olmakla itham ediliriz. “Kürtçü” olarak itham edilen sadece Kürtlere karşı uygulanan faşizmle mücadele eden Çerkesler değildir, aynı zamanda Türkler de dahil olmak üzere neredeyse tüm halklardan “Kürtçü” ithamına maruz kalmış insanlar vardır. Tarihte çeşitli tarafların ağzına sakız gibi dolanmış “Kürtçü” ithamının kökeninden, amacından ve sonucundan yola çıkarak süren bir tartışmada “Kürt Metaforu” olarak tanımladığımız bir durum sonucu ortaya çıktı. BHH’nin içinde ve çeperinde bulunan kişi ve örgütlerin bizim “Kürt Metaforu” olarak tanımladığımız bu düşünceden ne kadar uzak olduklarına dair en ufak bir fikrimiz yoktur. Çünkü toplantıda ortaya çıkan durum, Kürtlere karşı bastırılmakta olan bir “duygu”dur. Kürt Metaforu olarak tanımladığımız durumu da hemen anlatayım: Kültürel hakları için taleplerini ortaya koyan ve bunun mücadelesini yürüten Türkiye’nin bütün Arapları, Ermenileri, Çerkesleri, Lazları; Kürtçüdür. Çünkü Kürtler; asimilasyona, baskıya ve işkenceye karşı en aktif savaşı yürütmüş, iradesini ortaya koymuş bir halk olarak, diğer halklarında kazanımlarında kanı-canı bulunan ve bu ülkede etnik faşizme karşı direnişin tarihini yazan başarılı, iradeli, örgütlü bir halktır. Bugün asimile olmakta olan en başta Çerkes halkının, örgütlülüğü emsal olarak alabileceği tek halk Kürt halkıdır. Bu topraklardaki tecrübeleriyle Çerkes halkının mücadelesine ışık tutacak tek halkta Kürt halkıdır ve Kürt halkının mücadelesinden ilham ve cesaret alarak mücadele yürüten Çerkesler Kürtçüdür. Fakat buradaki Kürt; asimilasyona, baskıya, işkenceye karşı savaşma anlamındadır. Bir metafordur. Bu anlamda hiçbir zaman Kürtlerle karşılaşmasa dahi; halkının temel hakları için mücadele yürüten Çerkesler, birileri için Kürtçü, Kürtler gibi, vs. olmaya, böyle anılmaya mahkumdur. BHH’nin Türkiye’deki halkların asimilasyona karşı mücadelesi ve siyasetiyle ilgili nasıl bir düşüncesi ve bakışı vardır, dahası sadece düşünce ve bakışın dışında; o halklarla nasıl bir dayanışma zeminini öngörmektedir. Ya da bunu hala öngörememiş midir? 
Emekçi mücadelesine gelince, hareketin işçi sınıfıyla ilgili söyledikleri elbette takdire değer bir haldir, fakat zaten bu “biz sosyalistler” demenin en temel dayanağı olduğundan, işçi sınıfıyla ilgili birşeyler söylemesi değil, söylememesi garip olurdu diye düşünüyorum. Emek safında birleşmenin temel koşulu, halkların taleplerine ve ihtiyaçlarına körelmek değildir. Gezi üzerinden bugün içinde olduğumuz hareketin eleştirilmesi kemalist laisizmin medya organlarıyla yaptıgı propagandaların yarattığı etkinin kolaycılığıdır ve buna karşı BHH içerisinde gelişen muhalefeti takip ediyoruz. Gezi Parkında ve tüm Türkiye’deki yankılarında; HDK/P’nin bileşeni olan bir çok örgüt en aktif biçimde varken bunu bugünde en aktif bileşenlerden olan tek bir örgütün bir kaç söylemiyle inkar etmeye kalkmak ciddi bir güven sorunu yaratır. Bizler de bu sorun kesinlikle vardır. Kaldı ki tüm o “söylemlere” rağmen parkı haftalarca ayakta tutan en temel dinamiklerden biri de o gün “BDP” olan hareketin tabanı ve o tabanla dayanışma içerisinde bulunan örgütlerin varlığıdır. Bizler bunları bir sorun olarak görmekteyiz ve halen kesin bir sonuç içerisinde olmasakta, bu sorunlar ortada durdukça daha iyi bir yaklaşım sergileyemeyeceğimizin anlaşılmasını isteriz. BHH’deki Çerkes varlığın hareketleride incelemekteyiz. Bizler; en basit söylemle, kendini “sokağa ait” adleden bu hareketin birleşenlerini, sokakta görmeyi de ummakta ve öznelden başlayarak genele ulaşan taleplerimiz için yürüttüğümüz mücadelenin bir yerinde görmeyi arzulamaktayız. Bir söz “lafla peynir gemisi yürümez” der. Salonlarda sıkışarak sokakta kazanılmayacaktır.
İşçi hareketinden, Halkımızın taleplerine kadar bir çok ortak nokta bugün ortada. Bugün bunları sırtlayan insanlar, bunlara savaş açanlarla mücadele eden insanlar olarak; beklediğimiz tek şey, bir birlik ve beraberlik söylemiyle yola koyulan tüm hareketlerin, salonlardan sokaklara taşması ve faşizme karşı kesin tavır konmasıdır.