Müştereklerimiz için kaynak

Birlik ve Beraberlik üzerine__*
Yaşadığımız dünyada, dünyayı paylaştığımız diğer canlıların temel ihtiyaçlarını karşılamak için sahip oldukları donanımlarına kıyasla çok zayıf konumda olmamıza rağmen, insanlar olarak müşterek hareket edebilmemiz, bizi yaşadığımız dünyaya yön verebilecek güce sahip canlılar yapabilmiştir. Müşterekleri oluşturan tarihsel serüvende, bu gücün farkında olan ve bu güce ne yazık ki hükmederek yanlış kullananların bir sonucu olarak hem insanın-doğaya ekolojik hemde insanın-insana politik olarak çıkardığı krizler tartışmaya açıktır. Fakat burada, sorun; insanın müştereken yaşamayı başarabilmesi değil, müşterek bu yaşamı kendi siyasi hareketine kanalize eden kötü bir niyetin varlığına ve sonuçlarına rağmen, müşterek bu yaşamı daha huzurlu ve güvenli bir harekete kanalize edecek olanların hala müşterekler etrafında tutunmayı anlayamamasıdır. İnsanın tarihte inkar edilemez bir şekilde müşterekleştiği evreler; “aile, sülale, kabile, millet, ulus, devlet” olarak görülmektedir. Müştereklik; amaç için güçlenmektir. Amaçlar ne kadar değişirse değişsin müştereklik, amaca giden yolun temel gücü olarak durur. Müşterek olmak, insanın aciz yapısını ortadan kaldıran, cılız gücü ve enerjisini bir güce dönüştüren bir değerdir. Bugün amaçlarımız için müşterek olarak, amacımıza giden yolda aciz kaldığımız herşeyi ortadan kaldırmak ve cılız gücümüzü-enerjimizi amacımız için bir güce dönüştürmek zorundayız. Bunu ancak, müşterek olabileceğimiz bir amaç sabitleyerek başarabiliriz. Müşterek olabileceğimiz bir amacı yaratabilmek için, kibrimizi, nefretimizi, egomuzu ortadan kaldırmak, gerçeğe farkındalık içinde dokunmak, anlamak, aklımızı çalıştırmak zorundayız. Çerkesiz, diyoruz; bu ne insanlığın üstünde, ne de altında bir durum. Çerkes olmak, dünyanın diğer halklarından daha güçlü ya da daha zayıf olduğumuz veyahut olabileceğimiz bir şey değil. Çerkes olmak; bizim hiçbir çaba sarf etmeksizin, tarihin bizi müşterek kıldığı ve müşterek tarihimizi ördüğü sonucun ibaretidir. Sadece tesadüfen Çerkes olmakla; ne tarihin gelişiminde doğurduğu olumsuzluklardan kurtulunabilir ne de olumluluklardan pay çıkarılabilir. Bugün ise Çerkes olmanın bazıları nedzinde nedense yüksek bir değeri, pahabiçilemeyen bir önemi ve konumu vardır. Eğer böyle bir şey mümkünse, bu tamamen tarihin bizi müşterek kıldığı evrelerde, tümümüzün geçmişi sayılabilecek insanlarımızın (atalarımızın) sorunlar karşısındaki çözümsel yaklaşımları, gelişen etkilere karşı özgün tepkileri veya tarihte kendilerine özgün yarattıkları etkilerinden kaynaklanmaktadır. Eğer Çerkesliğin, tarihte tehlikelere karşı savunmalarında, toplumsal ilişkilerindeki şeffaflıkta, yaşam biçimlerinde ve doğayla aralarındaki bağlarında muazzam bir çekiciliği varsa bu hepimizin tarihidir ve övüncüdür. Ancak, bu övünç kaynakları bir Çerkesin, kendi yaşadığı çağdaki tutumuyla örtüşmedikçe, övündüğüyle yaşadığı arasında muazzam farklar varsa, bunun bir değeri yoktur. Övüncü ile yaşamı çelişen, bir de; övüncünü zırh yaşamını amaca çevirenler ise kendi tarihlerini sömürenlerden ibarettir. Tarihinin övüncünü oluşturan karakterden çok uzakta bir yaşam sürerken, övüncünü bir zırha çevirip; halkı için çabalayan insanlara saldırmak ise, kuşkusuz ki yoksun olduğu karakteri örtmeye çalışmaktan başkası olmayacaktır. Bizler, müşterek tarihimizin bize sunduğu tüm farklılıklarımızı ileriye taşımak ve gelecek nesillerle paylaşmak zorundayız. Fakat bugün ne yazık ki, ileriye taşımak bir kenara dursun, onun yavaşça yok oluşunu görmekteyiz. Bunu görmemek için kelimenin tam anlamıyla kör olmamız gerekiyor. Bunu görerek, yokmuş gibi davranmamız içinde aptal olmamız gerekiyor açıkçası. Buna karşı çözüm üretebilmek, müşterek tarihimizin adını kullanıyorsak, bununla övünüyor, bununla yaşıyorsak; boynumuzun borcudur. Müşterek tarihimizin sonuçlarıyla yaşadığı halde, bu tarihten bihaber ve onu görmeyen insanların bunu anlayabilmeside çok zor. Daha önceki yazılarımda belirttiğim üzere; tarihi 1864ten sonra başlayan bir Çerkes jenerasyonu, 1864ten sonra yaşadığı tarihe hükmedenlerin kendilerine biçtiği bir misyonlara tutunmakta ısrarcılar. Çünkü o tarihe dahiller. Fakat Çerkes tarihi, o tarihi de kapsamakla birlikte, o tarihi oluşturan sebepleride kapsayan ve çok daha eskilere uzanan bir tarihtir. Bugün ise başımızdaki en büyük bela, müşterek tarihin derinlerinden bugüne uzanan tarihin, 1864den öncesi için bize karartılması ve 1864ten sonrası için bize yazılmasıdır. Bu belayı paramparça edip, 1864ten öncesi için bize karartılan tarihimizi aydınlatmadan ve tekrar, müştereklerimizle, müşterek tarihimizin bize miras bıraktığı özgün varlığımızı yok oluşun ellerinden kurtarmamız nasıl mümkün olabilir? Bugün bizi asgari müşterek kılan şeye Çerkeslik diyoruz. Bu bir toplumsal sözleşmedir ve bu sözleşmenin bir dili, bir vicdanı ve hukuku vardır. Tarihin bizi kıldığı bu müştereklik, bu toplumsal sözleşme ve onun değerleri; bugün her sınıftan ve görüşten Çerkesin ortak değeridir. Hiçbiri, bunda bir diğerine göre daha fazla hak iddia edemez. Her biri, kendi stratejileri çerçevesinde sorumluluklar edinebilir ve faaliyetler yürütebilirler. Fakat, bu sorumlulukların ve faaliyetlerin amacını; müşterek oldukları tarihi başka yöne çekecek biçimde tayin etmemelidirler. Zira bugün, müşterek tarihin hepimize eşit bir şekilde ve sorumlulukta miras bıraktığı değerler büyük bir tehdit altındayken, böyle bir tehdidin varlığını yok sayarak hareket etmek, bu tehdidi derinleştirmekte ve toplumumuza dahada iliştirmektedir. Müştereklerimi etrafında kenetlenmeli, müşterek tarihin bize miras bıraktığı değerlerimiz için endişelenmeliyiz. Bu endişelere karşı çözüm yolları düşünmeliyiz. Bu çözüm yollarını tek-tipleştirmekten ziyada, her türlü çözüm yolunu irdeleyerek; müşterek mirasımızın üzerindeki tehlikelere karşı örgütlenmeliyiz.
-Birlik ve beraberliğin önemi-


Bir amaçta netleştikten sonra, o amaç için güçlenilir. Amacı dallandırıp-budaklandırmaya, dolandırmaya, çeşitlileştirmeye hiçbir gerek yoktur. Zaten bugün, esasını aldıkları adla, mücadele verdikleri kulvar arasında adeta herkes “Çerkes” için biricikleştiğini iddia ediyor. Ancak yaşanılan tartışmalar ve son durum bize; “Çerkes” için biricikleşilmediğini, Çerkesleri “bir şey” için biricikleştirdiklerini göstermektedir. Bu durum hakkında, herhangi bir Çerkesin herhangi bir itirazı veya desteği olabilir. Örnek vermek gerekirse; Müslüman bir Çerkesin, islam ile alakalı bir biricikleşmeyi destekleme ve islama aykırı bir biricikleşmeye itiraz etmesi, buna karşın başka bir Çerkesin, islam ile alakalı bir biricikleşmeye itiraz etmesi ve islama aykırı bir biricikleşmeyi desteklemesi gibi, çokta çoğaltılabilecek durumlar gösterilebilir. Yani, herhangi bir Çerkesin, Çerkesliğinin tam önünde ya da arkasında taşıdığı ikinci kimliği mutlaka vardır, fakat bu ikinci kimliğe dayalı bir yolun Çerkes halkını tamamen temsil etme gibi bir şansı yok denebilecek kadar zayıftır. Bugün, adına-hareketine-örgütüne Çerkes koyanlar her yapının bunları iyice anlaması, araştırması, tartışması ve karar vermesi gerekir. Çerkeslik bir davaya mı entegre edilecek, yoksa amacı Çerkes Diasporasının dün yaşadığı problemleri anlayan, bugün yaşamakta olduğu sıkıntıları kavrayan ve yarına sorunsuz bir Çerkeslik bırakmak isteyen bir Çerkes davası, halkının zihnine entegre edilecek? Açık olmak gerekirse, ikiside bir sorumluluktur. Fakat sorumlulukların bulundukları şartlara göre asgari sıralamaları da vardır. Bugün Çerkesler, bir davaya entegre olacak düzeyde birikim sahibi değillerdir. Hatta, yaşadıkları bölgelerde egemen olanların onlar için biriktirdiği suni vasıflarla, etkisinde kaldıkları egemenlerin biriktirmek istedikleri yere dolmaya hazır ve nazır durumda olduğumuzu söylemek bile mümkün olabilir. Önceki yazımda-da belirttiğim gibi, belki bu sorunların bir çok nedeni vardır, fakat temeli; kendi müşterek tarihinden uzaklaşması ve başkalarının kendileri için yazdığı tarihe tutunmasıdır. Bu sorunları gerçekçi olarak, bilimsel düzeyde ele almak ve bugün Çerkes Diasporasının tarihinden kopuk yapısını, tarihine yakınlaştırarak toplumsal vicdanı oluşturmak gerekir. Bugünlerde birileri tarafından söylenen o “toplumsal vicdan”ın kökeni, Çerkesya halkının müşterek tarihinin derinliklerinden gelmektedir. Çerkesya halkının Türkiye kopuntusunda ne yazık ki hem o vicdanı oluşturan tarih silikleşirken hem de o tarihin hepimizi müşterek kaldığı mirası tehlikeye girmektedir. Çerkes halkı, kendini müşterek kılan tarihinden uzaklaştıkçada, başkalarının kendileri için yazdığı tarihte ne yazık ki istenildiğinde katil, istenildiğinde kahraman olmaya, o tarihi yaşamaya mahkum olacak ve bu mahkumiyet, diasporanın tarihinden tamamen uzaklaşması ve müşterek tarihinin kendine miras bıraktığı değerleri de tamamen yitirmesiyle son bulacaktır. İşte bizim içinde, farkında olmadan hızla gittiğimiz yerde ne yazık ki bu sona varımdır. Çerkes halkının bu “sona varıma” gidişini durdurmak için bir çok yol olsada, bugün içinde yaşadığımız şartlar ne yazık ki her yol için bazı sorumlulukları yükümlü hale getirmektedir. Bu sorumluluklar gözardı edilerek, yokmuş gibi davranılarak, “at gözlüğü” ile bakılarak gidilecek türden değildir. Kişiler, kendilerini ne kadar geliştirirse gelişltirsin, kendilerini ifade edecekleri kitlelerin, o kişileri önce dinleyebilmesi ve en önemlisi de sonra anlayabilmesi gerekir. Halbuki bugün, son 150 yıldır yoğun bir şekilde bize tarih yazan egemenlerin tarihini yaşamaktan ötesi olmayanlar büyük bir çoğunluk içinde ve ne yazık ki kendilerini kontrol eden bir otokontrolle, bazı şeyleri duymamakta kararlılar. Onların bu kararlılığı özgün bir irade olmamakla birlikte, kabul etmek gerekir ki söz konusu olan bir irade de, ancak onlarla mümkün olabilmektedir. Hiç kimse onlara rağmen, onları dışlayan ve Çerkes halkını kapsayan bir iradeden söz etmemelidir, zira bu durum; bugünlerde diasporada en çok raslanan “siz kimsiniz ki çerkesleri…” tartışmalarını doğurmaktadır. Bu tartışmalar ise toplumsal olarak asgari düzeyde uzlaşabileceğimiz herşeye zarar vermekle birlikte, bizleri müştereklerimizin çok dışında farklılaşmış bir kamplaşmaya itmektedir. Çerkesler, A-B-C-D olarak kamplaşıp, kendi içinde tartıştıkça, asıl problemleri görmemekte ve sona varıma daha da yaklaşmaktadır. Diyaspora olarak, sona varımın hangi aşamasında olduğumuzu tahlil etmeden, sanki henüz daha bunun başındaymışız gibi, çok hızlı bir şekilde bunu atlatabilecek güçteymişiz gibi davranma lüksümüz olmamalı. Fakat biliyorum ki, çılgın radikallerimiz var. Jineps Gazetesinin 2015 Ocak sayısında yayımlanması muhtemel olan yazımda bir itibar açlığından bahsedeceğim. İşte orada bahsedeceğim “İtibar Açlığı” burada bahsettiğim “çılgın radikaller” içinde geçerli. Bir düşüncede kamplaştıktan sonra, kendi kampımızda olmayanları suçlamak çok kolaydır. Sosyalist bir Çerkesin, milliyetçi bir Çerkesi eleştirmesi çok kolaydır. Müslüman bir Çerkesin, inançsız bir Çerkesi eleştirmesi de çok kolaydır. Bu eleştiri biçimi uzar gider, sonuçta; birbirine zıt iki anlayışın ilerleme alanı, birbirini eleştirdiği ve destek görebildiği genişlikte olur. Fakat esasında soru; herşeyin yerinde ve yeteri kadar olup olmadığı? Sınıf hareketini, kimlik hareketine bütünlemek Türkiye’de popüler olsa bile, bunu popüler kılan yapıların kimlik bilinciyle, Çerkeslerin kimlik bilincinin eşit olmaması ve bu durumun bu şekilde incelenmeden, tahlil ve analiz etmeden mutlak bir yolmuş gibi devreye sokması, acaba Çerkes Diyasporasının çoğunluğunda nasıl bir etkidir ve bir tepki doğurmakta mıdır? Gerçek sorunları, olağanca şeffaf bir biçimde önümüze koymalıyız. Kişisel bir tavır sahibi olmak, insanı yolunda karakter sahibi kılsa bile, kişisel tavrımızı tüm toplumsal inkara rağmen bir topluma dayatmak da toplumsal olarak gidilen bir yolda, eşit derecede kişiyi karaktersiz bir kişiye bürür. Hepimiz hayatımızın bir bölümünde yanlış yapabiliriz, ancak bu yanlışın esiri olmamak gerekir. Bu yanlışın esiri olmaya başladığımız an, bu yanlışı çürütecek her doğruya saldırarak, doğrudan saparız. Kibirli insan oluruz. Bizim, kişisel kibirlerle minimize olmaya değil aksine bu kibirleri yenmeye ve birlikte olmaya ihtiyacımız var. Bunu herkese anlatabilmek imkansız, ancak çoğunluk olabilmek mümkün. Çoğunluk olmak ise “Çerkesler” olabilmeyi başarabilmek demektir. Eğer birlikteliklerimiz bir biricik etrafında oluyorsa, biriciğimiz de Çerkeslikse, bu biricikler etrafında bir araya gelebilen zümrelerin amacı “Çerkesler” olabilmeyi başarmak değil midir? Bir daha hatırlayalım o zaman: Toplumsal müştereklerimiz etrafında toparlanamayacaksak, bu müştereklerimize rağmen, bazı başka gerçekleri-inançları-kavgaları bağırarak ayrılacaksak “Çerkeslere rağmen” nasıl “Çerkesler” olacağız? Peki Çerkesler olamadan hangi talebi, ciddiye alınacak güçte seslendirebiliriz? Eğer müştereklerimiz etrafında birleşebilirsek, Çerkesler olabiliriz. Nasıl ki Sosyalizmin müşterekleri, enternasyonali oluşturuyorsa ve “devrim” bu enternasyonalin gücü oluyorsa.. bir mücadeleye girişildiği vakit, o mücadelenin amacına yönelik müştereklerin bir araya gelip, bir güç oluşturması gerekir. Bu insanın toplumsal tabanlı tüm hareketlerinin şartlarından biridir. Örgütlenmek demek, müşterekler etrafında toparlanmak demektir. O halde tüm Çerkes örgütlerinin, müştereklerini ortaya koyması gerekir. Eğer müşterekler, Çerkesler ile oluşmuyorsa, örgütün kendine neden Çerkes öznesini seçtiğini de düşünmesi gerekir. Devrimci Çerkes örgütlerinin müşterekleri, devrimci gelenek- amacı da Çerkeslerle devrime girişmek midir ya da İslami Çerkes örgütleri? Ya da a-b-c’ci Çerkes örgütleri? O halde, kendi örgütlerine seçtikleri özne, Çerkesleri amaçlarına yönlendirmek için sayılabilir mi? Yani Leninist bir Çerkes, Leninizmi muzaffer kılmak için, bazı Çerkesleri Leninist mücadele için örgütlemek istiyor? Olabilir. Ya da Kemalist, ya da İslamist, ya da … halbuki onların örgütlü yapılarındaki bir çok çeperin kendilerine ulaşmasındaki en önemli şey, Çerkesliktir. Çünkü Leninistler için Leninist, Kemalistler için Kemalist, İslamcılar için İslamist mücadele yürütecekleri bir çok özgün hareket varken, yani aslında amacın kendisi, dallanıp-budaklanmadan ortada dururken, bunların Çerkesi, Kürdü, Lazı, Arabı vs. olmasının amacı nedir? Hiçbir fikrim yok. Bende, Çerkes halkının bir ferdi olarak, Çerkesleri asimile eden sebeplere karşı bir araya getirecek müşterekleri anlamayı, Çerkes halkının, halk olarak kendine yönelen tehditlere direnebileceği bir mücadeleyi oluşturmayı istiyorum. Akabinde, sınıf tabanlı mücadelemde, kendi ideolojik kavgamıda verebiliyorum. Zaten bu iki mücadele, iki gerçekle yol almaktadır ve birbirine alternatif değildir. Fakat, işçi sınıfının kavgasına; henüz kendini anlayamamış bir halkı entegre etmeye çalışmak, hem o halk için hemde işçi sınıfının kavgası içinde fayda sağlayamaz. Eğer bir halk, kendine özgün tehditler (asimile olma, kültürsüzleşme, vs.) ile baş edemiyorken ve bunlara karşı, binlerce yıllık müşterekleriyle bile bir araya gelemiyorsa, zaten o halkı başka müşterekler etrafında birleştirmeye çalışmanında akla hizmet edeceğini söyleyemeyiz. Her hırsatta, herkes kendi Çerkes profilini baz alarak; işte bu profilin dışında kalanlara karşı kötü suçlamalarda bulunuyor, halbuki halihazırda bulunan Çerkes profili, işte bu tip suçlamalardan bıkmış ve usanmış, gençliği halkı adına umudunu yitirmiş bir haldedir. Binlerce yılın müşterek tarihiyle oluşan Çerkes profilini, bir kaç ideolojik-inançsal revizeyle, kendi düşünceleri içinde eritmek isteyenlere karşı; binlerce yıldır süregelerek oluşan bu Çerkes müşterekliği, birgün kendisine takılan tüm budaklardan arınarak, gövdesinde güçlenebilirse, yani en iyi Türk askeri, en iyi komünist, en iyi müslüman, en iyi kapitalist gibi dallardan arınarak, “en iyi Çerkes” olmayı başarabilirse, işte bugün ortalık bulandıranlara en güzel cevap verilecektir. Aynı zamanda, Çerkeslik ağacının gövdesi güçlendikçe, kendisiyle birlikte bu halkın içinden çıkacak diğer düşüncelerde güçlenecektir. Bugün, gövdesi(Çerkesliği) çok zayıf kalmış bir ağaçtan(halktan), çok iri dallar(düşünceler) beklenmekle hata yapılmaktadır. Bu ağırlıklar altında, gövde(Çerkeslik) dahada zayıf düşmektedir. Müşterekler etrafında netleşmek, bugün yok oluşa karşı dirençli bir güç oluşturmak gerekiyor. Zira, Çerkeslik; tüm güzel sözlerin ardında artık tarihteki en zayıf konumundadır, pamuk ipliğindedir. Bir halkın kimliği dilidir ve bugün Çerkes dili, diyasporada yok olmaya yüz tutmuştur. Bir halkın tarihinden kopukluğu, kendi geleneklerinin sönümlenmesidir ve bugün Çerkes halkı tarihinden çok uzaktadır. Müşterekler etrafında birleşerek, Çerkesliğe karşı sorumluluklarımızı yerine getirmenin zamanı çoktan geldi, bu artık kendine Çerkes diyen her birimizin görevidir. Birleşerek irade oluşturmak için geç olsada, hiçbir şey için çok geç değil. Bu saçma-sapan tartışmalardan arınarak, Çerkes halkının ihtiyaçlarına yönelik talepleri savunacak müşterek bir harekete ihtiyacımız var. Bugün değilse ne zaman? Biz değilsek kim?  
*Müşterek Biriciğin Temel Uzlaşısı
Sorunlarımıza karşı çözümler üretebilmek için, önce sorunlarımızı kavrayabilmemiz gerekir. Aynı zamanda bir de bizim için neyin sorun olduğunu anlayabilmek ve anlatabilmek için mantıklı, tutarlı ve açık dayanaklarımız olmalıdır. Burada bir halk olarak tek dayanağımız da tarihimizdir. İyi-kötü, güzel-çirkin, sevdiğimiz-sevmediğimiz, savaşlı-barışlı, öyle-böyle olan, ama bugün bize “Çerkes” kimliğini taşıyan, bu kimliğin temeli olan ve bugün onun özgün varlığından yoksun olduğumuz o tarih. Bu dayanağı reddedemeyiz, bunu reddettiğimiz an; sağımıza-solumuza yazdığımız tüm Çerkeslik; başka bir şeyi makyajlamak için kullandığımız bir araca dönüşür ve elbette bugün bir çok tarafta bu makyavelist yaklaşım belirtileri de açıkça gözükmektedir. Sağlı-sollu bu makyavelist hareketler ya da karakterlerin Çerkesliği bencilce sömürmesine engel olmak için, kimliğimizde dayanak olan tarihimizin üzerine içeriden-dışarıdan, dostlardan-düşmanlardan, bilinçlice-bilinçsizce indirilmiş perdeleri aralamak zorundayız. Tarihin tüm gerçekçiliğiyle oluşmuş ve bugün aidiyet hissi duyduğumuz bu kimliği netleştirmek; en çok bu kimliği bulandırarak kendi amaçlarına araç edenleri üzeceğine hiç şüpheniz olmasın. Bu kimlik, tarihsel gerçekliğiyle ortaya çıkıp anlaşılmaya başladığında bir düşmanlık, bir saldırganlık, bir bencillik oluşmayacak.. aksine bugün oluşmuş düşmanlıklar, saldırganlıklar, bencillikler tamamen yok olacaktır. Bunun aksine; bu kimliğin tarihsel varlığıyla sabitlenmiş gerçekçiliği konuşmayı bir bölücülük, bir mikro milliyetçilik, bir ayrışma, düşmanlaşma emaresi sayanlar, tüm bu tezleri ortaya atarak bir panik havası yaratma gayesini yıllardır sürdürmekteler ve kendi tarihlerinden bir şekilde kopmuş ve özgün varlıklarını bir hikaye, öykü, masaldan ibaret sananlarda bu panik havasından etkilenmekte ve tarihsel gerçekçiliği sorgulayan kişilere karşı yürütülen sosyal linç kampanyasının parçası olmaktadırlar. Halbu ki bizimde bilmemiz icab eden şey “Gerçeğin, birgün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu olduğudur” ve artık bu süreç, engellenemeyecek biçimde yürürlüktedir. Dostlarımızın, kardeşlerimizin, arkadaşlarımızın, kaderdaşlarımızın, komşularımızın, köylülerimizin panik etmesine hiç gerek yoktur. Çünkü bu süreç, iktidarda egemenlik algısıyla değil.. yabanda sürgün anlayışıyla yaşanmaktadır. Çünkü Çerkeslerin egemen oldukları, iktidarda durdukları, baskın milliyetçilik, faşistlik, ezicilik yapabilecekleri bir gücü-de, durumu-da, niyeti-de yoktur. Çerkeslerin ve özellikle sürgün coğrafyadaki Çerkeslerin, Çerkeslik için daha hayati meselesi vardır. Bu hayati meselenin çözümüde, dayanak alacakları somut ve net tarihin bugün kendilerini müşterek kıldığı asgari düzeyde birleşmek ve kendileri için özgün talep iradesini oluşturmaktır. Son bir-iki yıldır yaşanan tartışmalarda tamamen bunun üzerinedir. Bugün Çerkeslerin diğer halklarla aralarındaki bütün düşmanlığın, kültür çatışmasının ve kavganın sebebi; Çerkeslerin kendi tarihsel birikiminden yoksunluğu yüzündendir. Kendi tarihsel belleğini bilmeyen, idrak edemeyen Çerkeslere, sürgün coğrafyalardaki bölgesel iktidarların bir bellek oluşturması sonucunda, Çerkesler için, iktidarların tanımladığı “dost-düşman” kavramının varlığıdır bugün hala içimizde bir ur gibi duran düşmanlık mantıkları. Oysa bugün sıradan bir Çerkesin, Türkiye’de kendine düşman olarak gördüğü hiçbir halkla alıp veremediği yoktur. Yani anlatmak istediğim; bir düşmanlıktan ve çatışmadan söz edildiğinde bu Çerkesler için tamamen, kendi somut tarihinin kendine taşıdığı özgün kimliğinden yoksun olmasından kaynaklıdır. Bu başkalaşım ciddiye alınmadıkça, bunun üzerine çözümcü yaklaşımlar, gerçekçi ve bilimsel olarak düşünülmedikçe, Çerkeslik 1860’dan 1923’e – 1923’ten 1980’e kadar, başkaları tarafından yazılan çarpıtılmış-çarpıtılmakta olan, bulandırılmış-net olmayan tarihten kurtulmadıkça; bugün Çerkesliği hangi kavramsal ilkeler etrafında çözümlerseniz çözümleyin, sağlıklı bir sonuç, yürünebilir bir yol elde edemezsiniz. Çünkü, bir yerinde “gerçek” olmayan tarihi yaşayan insanların “dayanak” aldıkları temelinde bir bozukluk, onları yükseldikçe sallanacak-sarsılacak bir duruma taşır. Bu sarsıntılar; uzun emekler verilmiş ve bedeller ödenmiş bir davaya inanan insanları toplumsal depresyona, umutsuzluğa ve karamsarlığa sürükler. Bunlarda ciddi sorumsuzluklardır. Hatta sorumsuzluklardan da ötedir; maddi veya manevi satılmışlık, iktidar veya muhalefet için, din veya dava için insanları bir aldatmaca etrafında yoran alçaklık olacaktır.
Bugün, sağdan-soldan (Kemalist, Müslüman, Devrimci, Kuvayici, Birleşikçi, Öyleci Böyleci) damar alıp kan bulan hareketlerin, (ki içlerinden bazılarıyla ortak kaygılar, amaçlar ve hedeflerde taşıyorum) bu soruna karşı çözümcü hiçbir yaklaşımı göremiyorum. Aksine görünen; bugün önümüzde güneş gibi parlayan bir gerçeğe körelerek, başkalarının Çerkeslere yazdığı uydurma tarihin 150 yıldır ördüğü Çerkes karakterini sahiplenmişçe davranmakta olduklarıdır. Çok üzücü ve düşündürücü bir haldir bu. Zira, bu hareketleri “diğer/başka” amaçlarının dışında en başta “Çerkes/aynı” oldukları noktada değerlendirmezsek ciddi bir hata etmiş oluruz. “Çerkes müşterekliği 2” yazımda;bir çok özgün hareket varken, yani aslında amacın kendisi, dallanıp-budaklanmadan ortada dururken, bunların Çerkesi, Kürdü, Lazı, Arabı vs. olmasının amacı nedir?” diye sorgulamıştım. Aslında cevap basit; Müslüman Çerkes; Allah’ın varlığına ve Hz. Muhammed’in onun resulü olduğuna inanan, Allah’ın Hz. Muhammed ile “insanlığa” tebliğ ettiği Kur’an’da belirtildiği üzere vicdan hukuku ve ibadet biçimi sürdüren Çerkesdir. Fakat Müslüman Laz’da; Allah’ın varlığına ve Hz. Muhammed’in onun resulü olduğuna inanan, Allah’ın Hz. Muhammed ile “insanlığa” tebliğ ettiği Kur’an’da belirtildiği üzere vicdan hukuku ve ibadet biçimi sürdüren Laz’dır.
Marksist Leninist Devrimci Çerkes ile Marksist Leninist Devrimci Laz’da mesela Çerkes ve Laz’lık dışında aynıdır. Anarşistte, Kapitalistte tamamen benzeridir. Ben Çerkeslerin, “devrimci, evrimci, müslüman, ateist” olarak derlenmiş hareketler oluşturmasından rahatsız değilim. Bende derlenmiş bir hareketin içinde Çerkesim. Beni anlayabilecek insanlara ihtiyaç duyuyorum ve kendilerini anlayabilecek insanlara ihtiyaç duyanlara da saygı duyuyorum. Herkesin yaşama farklı bir bakış açısının olabileceğini de kabul etmek gerekir ve yaşama bakış açılarında ortak bir paydada buluşabilen Çerkeslerinde, Çerkes meselesini konuşmak için derlenme ihtiyacı mutlaktır. Bu demek değildir ki, “Çerkesliği” bu derliliğin buluştuğu ortak payda için araçsallaştırmak gerekir. Buluşulan ortak payda ile ilgili, özgün mücadele verilebilecek yerlerde, derli-dersiz, örgütlü-örgütsüz bulunulmalı ama Çerkesliği, bu derliliğin buluştuğu ortak paydanın ilkeleriyle ele alarak, bu paydaya aykırı Çerkeslere karşı düşmanlık, nefret, kin ile yaklaşılarak, bitmek tükenmek bitmeyen ve hiçbir sonucu olmayacak tartışmalar açılmamalıdır. “Çerkes Müşterekliği: 2” yazımda yazdığım gibi: “Sosyalist bir Çerkesin, milliyetçi bir Çerkesi eleştirmesi çok kolaydır. Müslüman bir Çerkesin, inançsız bir Çerkesi eleştirmesi de çok kolaydır. Bu eleştiri biçimi uzar gider, sonuçta; birbirine zıt iki anlayışın ilerleme alanı, birbirini eleştirdiği ve destek görebildiği genişlikte olur. “ Amacımız, Çerkesliğin yanına iliştirdiğimiz diğer kimliğimiz olduğunda; asimile olmakta olan, bir çıkış yolu bulamamış, siyasileşemeyen, iradesiz, uzlaşılmış bir talepten mahrum bir kimliğin, ayrı düşünen öbekleri olarak “diğer amacımız” için “aynı sona varıma” gittiğimizi göremeyen olmamız normal değil mi? Dayanağımız tarihimizin tüm Çerkeslere müşterek kıldığı özelliği, amacımız da bugün yok olmakta olan bu özelliği korumak olacak şekilde, bu yok oluşa karşı ciddi bir “ret” çekene kadar Çerkes müşterekleri etrafında ortak bir talep yaratacak bilinci oluşturmak için asgarilerimiz etrafında uzlaşmamız gerekmekte. Bu uzlaşma, Çerkesliğin tarihsel dayanaklarının ortaya çıkaracağı ilkeler ile sabitlenmelidir. Dini, ideolojik ve ekonomik bakış açılarından arınmış, gerçek tarihden kök alan bir uzlaşıyı sağlayabilirsek, bugün içine battığımız asimilasyonu yaracak güce hızla ulaşabilir ve amacı “Çerkesliğin Yaşamı” bir talep toplumumuzu da arkasına alacak güçle savunulabilir. Tarihsel tecrübelere bakılınca; istatiksel verilerin yarattığı kimliğin hiçbir birleştirici etkisi bulunmadığını da ayrıca anlatmama gerek var mı? Bugün, bazı obsesiflerin kişiliklerin etkin olduğu Çerkes hareketlerinde “Emek – Kimlik” gerçekliği, “Çerkes kimliğinin %90’ının emekçi olduğunu” iddia ederek; kendi yarattıkları “emek” kavramını ilkesel bir duruş olarak şart koşması gibi örnekler incelendiğinde, bunun karşılığında ortaya çıkabilecek ve daha gerçekçi bir analiz olan Çerkes kimliğinin %99’u Müslümandır o halde “İslam” inancının kavramı ilkesel duruş olmalıdır diye şart koşacak örneklerin oraya çıkması durumunda nasıl bir yorum yapacakları kuşkuludur. Kaldı ki zaten böyle istatistiksel verilere dayanarak bir kavramsal ilke fetişizmi yaratmak, farklı ve karşıt bir grubun aynı yöntemle bir kavramsal ile fetişizmi yaratmasına karşı koyduğu an kendisini de çürütecektir. Aslolan; yadsınamaz gerçek sayılacak ve tümüyle bu halkın her bireyini kapsayan (inancıyla, sınıfıyla, mücadelesiyle, yaşantısıyla) müştereklerimizin, Çerkes halkının sürgün coğrafyalarda bugün içinde bulunduğu duruma karşı gerçekçi bir çözüm konusunda bir araya gelebilme iradesine katkı sunmaktır. Bunun içinde, kibirler bir kenara bırakılmalı ve herşeyi bilicilik, herşeyi yoruculuk huyundan vazgeçilmelidir. Etrafına aldıkları 3-5 kişiyle kendi dar kampını oluşturarak, geniş anlamda kendilerine benzemeyen herkese saldıran anlayış terk edilmelidir. Zaten bunlar olduğunda, müşterek tarihimizin bizi bir araya getireceği uzlaşı da daha rahat ve sancısız bir şekilde gerçekleşebilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir