Doğru bildiğimiz yolun yolcusuyuz Kardeşlerim

Kendimizi neye göre konumlandırmalıyız diye soruyor genç arkadaşlarım, bunu bana soruyorlar ve elbette verdiğim cevaplar birileri için muazzam iken diğerleri için felaket oluyor. Yani cevabımı beğenenin de beğenmeyenin de bilmesi gereken tek şey; benim verdiğim cevap bütün doğru yolların en doğrusu değil, benim inandığım yolun kendisi. Ben başkalarının inandığı başka yolların olduğunu kabul ediyorum, yadırgamıyorum da. Hatta eğer gerçekten aynı amaca hizmet etmek için, farklı yollara inanıyorsak; benimle aynı yolda olsun ya da olmasın, bütün yolların yolcularına helal olsun.

 Ama benimle aynı amacı paylaştıklarını iddia etmiyorlar ve hatta benim amacıma can havliyle tutunup, benim amacımın o olmadığını da iddia ediyorlar. Benim beyan ettiğim amacımın, esasında kendi amaçları olduğunu ancak benim kendilerinin amacını kullanarak farklı bir amaca hizmet ettiğimi bile söylüyorlar. Bunu açık saçık ya da gizli kapaklı yapıyorlar, ortalıkta örneğinden bol bir şey yok.

Bana “partizan” yaftası yapıştırmışlar, amacıma alet ettiğim ve bunu kendilerinden de saklamadığım partiye “terör” yaftası yapıştırmışlar, eksenimize topladığımız insanlara “aptal” ya da “hain” muamelesi yapıyorlar.

Kısacası biz onlar için büyük ihtimalle “teröristiz” hiç yoksa “sempatizanıyız”
Aslında öyle değil, aslında benim partizan olmadığım, amacıma alet ettiğim ve bunu kendileriyle de gönül rahatlığıyla paylaştığım partinin terör partisi olmadığı, eksenimize toplanan insanların da ne aptal ne de hain olmadığı bal kabağı gibi ortada.
Yani demem o ki, o kadar da ortadayız ki; işte asıl içlerine sinmeyen bu. Bu kadar ortada olmamız. Yoksa benim gibi de, parti içinde, eksendeki topluluklar gibi de insanlar 3-5 yılın ürünü değiliz; devasal köklerimiz yok, ama belirli bir tarihimiz var.
Şimdi tekrar gelelim amacımıza, bizim amacımız nedir? Yani uluslararası emperyalist düzeni bırakmış, bütün ezilenler içinde hangi farklı kimliği temsil ediyoruz? Çerkeslerin tamamını temsil etmediğimizi söylüyorlar, başından sonuna kadar katılıyorum bu tespitlerine. Çerkeslerin tamamını temsil etmiyoruz, edemeyiz de. Sizde edemezsiniz. Yani bu olay yalnızca bizim içinde geçerli değil, iktidar partisi bütün Türkleri ve hatta Türkiye’yi de temsil etmiyor aslında o gözle bakınca, hatta Cumhurbaşkanı da öyle.  Mesela beni etmiyor, etmediğini bildiğim binlerce insan var, etmediğini iddia edecek milyonlarca insanda çıkar.  Kaldı ki bu saydıklarım Türkiye devletini hukuken temsil de ediyorlar, yani buna dayalı bir sistemleri var, biz ise o dayalı sisteme de sahip değiliz; yani hiç kimse hukuken de, siyaseten de Çerkesleri tamamen temsil etmiyor.  Bütün Çerkesleri temsil etme iddiası bizim değil, onların. Hem bizi öyleymişiz gibi eleştiriyorlar  hemde bunu yaparken öyleymiş gibi davranıyorlar.

Amacımız Çerkesleri demokrasi alanında görünür kılmak, siyasete angaje etmek. Bir örgüte değil, yani biz bütün Çerkesler HDP’li olmalıdır demedik, biz aslında HDP’li olmayan Çerkeslere; hangi partili olursanız olun, hangi siyasi anlayışı benimserseniz benimseyin, amacınız Çerkeslik olmalı, HDP’li Çerkeslerin başarabildiği gibi, kendi siyasi kulvarınızda Çerkesleri, kendileri gibi görünür kılın. Sochi’nin neresi olduğunu anlatabilin, Çerkescenin Çerkesler için ne kadar önemli olduğunu hissettirin, Çerkesya’yı unutturmayın diyoruz. Bunları yapmak için HDP’li olmanız şart değil, size bu şartı koştuğumuz tek gün olmadı; biz HDP’de yaptık, siz de kalkın CHP’de yapın, HKP’de yapın KP’de yapın, ÖDP’de yapın, hatta gidin AKP’de yapın, MHP’de bile yapın bizim için hiç fark etmez. Bizim Çerkesler olarak, Çerkeslik için önemsediğimiz bu, diğerleri ise tamamiyle insanlığımız gereği hissettiğimiz hamleler. Yani Kürdistan’daki savaşa, insanları silah baskısıyla göçe zorlamaya, işkenceye, gözaltında kayıplara, cinayetlere, katliamlara tamamen insanlık anlayışımız gereği karşı çıkıyoruz, Rojawa’ya tamamen insanlık değerlerimiz gereği destek veriyoruz. Ermeni Soykırımını tamamen adalet duygularımızla kabul ediyoruz, işçinin emekçinin gasp edilen emeğine tamamen vicdanen sahip çıkmaya çalışıyoruz. Oraya-buraya yollanan tırlara, tamamen kendi vergimizle katliamlara sebep olmamak adına dur diyoruz. Tabi size göre Çerkeslik “insanlık değerlerinin” ötesinde veya dışında bir şey olabilir, bizim için içindedir ve insani değerlerimizle yaptığımız şeylerin Çerkeslere de katkı verdiğine inanıyoruz ama bunları Çerkes duygularımızla değil, insani duygularımızla yaptığımızın da altını çizmek lazım.

Biz ‘Çerkesler içinde, Çerkeslik için; zaruri bir anlayışı’ temsil ettiğimizi iddia ediyoruz. Ediyoruz da değil, ettiğimizi İDDİA ediyoruz. Bu iddiaya dair; barış, adalet, eşitlik, özgürlük ile beslenen hipotezlerimiz var, bakın teorilerimiz değil, HİPOTEZLERİMİZ. Yani inanın artık bunu anlatmanın her yolunu denedim, son günlerin moda söylemiyle bir tek “bilale anlatır gibi” anlatmadığım kalmıştı.
Yanıldığımızı düşünmüyorum, çünkü yanıldığımıza dair hiçbir emareye rastlamadım. Ama tabi bu mutlak doğru olduğunu dayatmak anlamında da anlaşılmamalı. Yani eğer bizim bildiğimiz yolun dışında, farklı bir yolla Çerkesler için iyi bir şey yapacağınıza dair iddialarınız varsa lütfen çekinmeyin, söyleyin, misyonunu üstlenin, pratiğe geçin. Sakın geri durmayın. Hatta eğer benim ve de arkadaşlarımın bu iddialarınız için katkısı olabileceğine inandığınız bir nokta varsa lütfen iletin, eğer insanlık değerleri sınırları dışına çıkmıyorsa ben kendim elimden geleni yapmazsam namerdim. Ama bugüne kadar görebildiğim tek şey oldu; onların varlık kaynağı da, biziz. Biz varız diye varlar, biz olmazsak onlar da olmayacaklar. Yani varlıkları bizi eleştirmekten, kulp takmaktan, yafta yapıştırmaktan ötesi değil.    Ben anladım ki; biz barışın ve kardeşliğin sokaklarında adımızla, şanımızla; onların söküp atamayacağı, bizimde terk edemeyeceğimiz Çerkeslikle var oldukça, irili-ufaklı bu kişiler olacak. Yani sadece bizde olsa, eyvallah. Hatta bazı kardeşlerimiz öyle sanıyorlar, böyle tipler sadece bizde var gibi, yanlış! Bu insanlar her halkta, her mezhepte var. Yani Türkiye sosyolojisinin bir gerçeği haline gelmişler. Çok takmayalım arkadaşları, nasıl bütün varlıkları bizim varlığımızla bağlantılıysa, değerleri de; bize etkileri kadar. Kendilerini bizden başka hiç kimsenin dinlemediğinin farkına bir gün onlar da bizler de varacağız; işte o gün sıfırı bile tüketecekler.
Bazıları çok doğru tespitler yapıyor ama hiçbir icraat yok. Yani anlamıyor gibi gözükmekte istemem, Türkiye’de icraat hakikaten zor ve tehlikeli. Onlara “siz hatalısınız” demiyorum, siz haklısınız ancak bu haklılığınızı harekete geçirecek mekanizma yok; bakın söylemlerinizle bir noktadan sonra uyuşuyoruz, ama öncelikli yapmamız gereken şeylerimiz var, bunların öncelik sıralamasını keyfiyetten değil, zaruretten yapıyoruz. Çünkü o tespitlere karşı harekete geçirecek mekanizmanın da bu yolla inşa edileceğine inanıyoruz. Bu mekanizma olmadan ancak salon takımı olursunuz, bizim halkımızın sokağına, halkların sokağına inmemiz lazım, politika yapmamız lazım, varlık göstermemiz lazım. Farkında değil değilsiniz, bal gibi farkındasınız fikirleri üreteceklerin, fikirleri taşıyacaklara olan ihtiyaçlarına; nedir bu inat?

Bize şart koşun, deyin ki şöyle olacak, böyle olacak; ancak koştuğunuz şartı tartışmamıza müsade edin, gelin birlikte tartışalım! Tartışmadan nasıl anlaşacağız?

Şimdi bazı arkadaşlarımız, büyük-küçük, bizden-onlardan; hiçbir şey yapmamaktan iyi bir şey yapıyorlar; “Çerkes Soykırımının Tanınması ve Demokratik Haklarımız İnisiyatifi” olarak hem En temel ihtiyaçlarımızla ilgili kamuoyu oluşturmaya çalışırken, hem demokrasiyi ve Çerkes Soykırımı meselesini canlı tutuyorlar.  Sakın başkaları gibi yapmayın, içinde duymaya alıştığınız felsefeleri, argümanları, jargonu aramayın. Bakın size söylüyorum; tabanla temas etmek zorundasınız. Çünkü amacın hareket mekanizması tabandır. Katılın, tartışın, önerin, görev alın, hiçbir hamleyi küçümsemeyin; insanlarda siyasi aynalar aramayın, sizin gibi düşünmüyorlar diye, sizin gibi talep etmiyorlar diye baştan savmayın. Katılın. Kendinizi hem toplumsal realiteye, hemde amacın hizmetine göre konumlandırın. Amaçlarınız içinde “Çerkes soykırımının tanınması” var mı? “Demokratik haklarınızı almak var mı” Tamam, bütün amaçlarınız bir anda olmayabilir, hatta olmayacak. Amaçlarınızı; toplumsal hareket mekanizmalarına göre sınıflandırın ve her alana yayın.
Kardeşlerim, şimdi siz bana soruyorusunuz ya kendimizi neye göre konumlandırmalıyız diye işte size açık seçik söylüyorum; bize gelin dersem toplumun ikiye ayrıldığı bir konumda birileri için yoldaş, diğerleri için hain olacaksınız. Olmayın. Bize gelin dersem; birileri sizi dinleyecek, diğerleri size küfür edecek; ettirmeyin. Biz zor bir yoldayız ancak bu zaruri bir yol. Biz bu yolu sırtladık, merak etmeyin. Biz sizi biliyoruz, sizde bizi bilin. Bize gelirseniz; siyaset tartışmaktan, siyasi programları yürütmekten, bunun bütçesini, planını, taslağını hazırlamaktan toplumun diğer parçalarından izole kalabilirsiniz. Kalmayın. Toplumun içine inin, toplumun kendisi olun!  Ben size iyi olmanın ne demek olduğunu söyleyecek küstahlıkta birisi değilim; bizden olsun ya da olmasın hiç kimse sizden aksini talep edecek kadar cesur da değil kardeşlerim; nerede olursanız olun, iyi insanlar olun. Susamış kedilere su verin, acıkmış köpeklere mümküse yardım edin, yardıma ihtiyacı olduğunu gördüğünüz yaşlılara mutlaka yardım edin, hiç kimsenin hakkını yemeyin, yalan söylemeyin, herşeye inanmayın, kitap okuyun, nefret etmek için değil, sevmek için emek harcayın. Birileri söylediği için değil, inandığınız için yapın ne yapıyorsanız. Zulme uğrayan bir insan görünce sessiz kalmayın, kadınların da sizin kadar insan olduğunu unutmayın, onlarla eşit olduğunuzu bir an olsun aklınızdan çıkarmayın. Birisine bir dine inandığı veya inanmadığı için kötü gözle bakmayın, küfür etmeyin, şiir yazın, şarkı söyleyin. Evlerinizde sıkışmayın, dışarı çıkın. Çevrenizi inceleyin, insanları hissedin, insanları anlayın. Herkesi dinleyin, önyargılı olmayın. Dünyanın küçük, insanın büyük olduğunu öğrenin. Arka sokağınızda sizin bıktığınız şeylere karşı ihtiyacı olan insanlar olduğunu unutmayın, ön sokağınızda sizin sahip olmak istediğiniz şeylerden bıkan insanlar olduğunu da unutmayın; hayat zor, ama yine de güzel kardeşlerim. İnsan olmaktan, iyi olmaktan, adil olmaktan, hür olmaktan, bilmekten, şiir yazmaktan, şarkı söylemekten, dışarı çıkmaktan, gökyüzüne bakmaktan asla vazgeçmeyin.

Bu yol uzun bir yol ve biz, bizden öncekilerin bize bıraktığı yerden, bizden sonrakilerin devralacağı yere kadar ki kısmındayız.

Siz de, sizden öncekilerin bıraktığı yerden, sizden sonrakilerin devralacağı yere kadar ki kısmında olursanız; bu yolun sonunu mutlaka getireceğiz.

Yolumuz mu? Hedefimiz mi?..
Yolumuz İnsanlık, Hedefimiz Çerkeslik!

Türkiye, Demokrasi ve Gündem

Türkiye’de insanlar artık tesadüfen yaşıyorlar ama sanki tesadüfen ölüyorlarmış gibi bir algı yaratmaya çalışılıyor. Bunları konuşmak, yazmak, göstermek neredeyse artık bir vatana ihanet suçu. Daha dün gibi hatırlıyorum, dönemin başbakanı (devrik başbakan) demişti ki “Canlı bombaların listesi var, ama eyleme geçmeden yakalayamıyoruz” diye. Niye? Çünkü “Türkiye bir hukuk devleti”ymiş.  Uzun bir zamandır Türkiye eyleme geçen canlı bombaları teker teker yakalıyor. İşte geçen gün Atatürk havaalanında eyleme geçmiş 3 canlı bombayı daha yakaladılar. Artık hiç kimseye tehdit olamayacaklar, hiç kimseye zarar veremeyecekler. Ancak henüz eyleme geçmediği için yakalamayan canlı bombalar olduğunu da bilmek lazım. Bunu bilin ama kamuya açık alanlarda sesli sesli söylemeyin, çünkü milli istihbarat teşkilatı; istanbul’un göbeğine kadar ak 47 ile gelip, havaalanında bomba patlanları takip etmeyi bırakmış da, sokakta bizim konuştuklarımızın izini sürüyor olabilir. Bu zaafiyetten (ki hükümete göre hiçbir zaaf yok) ben ancak bunu anlayabiliyorum.

Yayın yasaklarına gelince, Türkiye’de bir tanıdığı terör eyleminde ölmeyen pek az kimseler kaldı. Hukuk devletimiz, canlı bombaları eyleme geçmeden yakalamayacak kadar acayip adaletli olmaya  devam ederse kısa bir süre sonra Türkiye’de canlı bomba olduğunu öğrenmek için televizyon izlemek zorunda kalmayacağız. Zaten bu yayın yasaklarının bizimle alakası yok, görünen o ki biz çabuk unutan bir toplumuz. Her ne kadar bir grup “marjinal”  -alışmayacağız- dese bile, toplum olarak içselleştirilmiş bir alışkanlık artık parçalanarak ölümler. Çok anormal bir şey olsaydı; ülkenin azıcık doğusunda taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayan, kentler de bomba değmemiş tek duvar kalmayana kadar devam eden ve yaklaşık 1 yıldır yoğunluklu olarak sürdürülen patlamalara karşı ufacıkta olsa bir acı hissi edinirdik. Bir grup “marjinal” dışında herşeye rağmen ülkenin geri kalanı hiçbir şey yokmuş gibi yaşamayı becerebiliyor halbuki. Bu yayın yasakları dünyaya ne kadar güvenli bir ülke olduğumuz imajını mı veriyor? Hiçbir fikrim de yok. Çünkü biz bu ülkede yaşadığımız halde, bu ülkede yaşamayanlardan çok daha geç öğreniyoruz olan biteni. Neredeyse tatile giderken yurtdışından bir tanıdığımızı arayıp “Bodrum güvenli mi” diye bilgi alacağız. 
Bu arada reis har vurdu harman savurdu; bütün bombaların yapamadığını başardı ve ülkede turizmin tekerine iyi çomak soktu. Antalya sokaklarında gezerken ekonomi için acı verici de olsa, benim kalabalığa olan fobime merhem oldu. Ticaret sokakları bomboş, tarihin sokakları bomboş, kale içi, plajlar bomboş… Olimpos ve Adrasan kül, tarlalar ekilmemiş; tarlalar bomboş! Cepler, mideler, bomboş! Az biraz daha bekleseydi özür dilemek için; insanlar birbirini yemeye başlayacaktı bu boşluktan, diledi dilemesine de; bakalım fayda edecek mi… Çok ciddi bir önerim var; eğer gerçekten bütün bu yayın yasakları, Türkiye’ye turist gelmesine engel olmamak içinse; reisin konuşmalarını yasaklayın yayından.. Çünkü bombalardan daha fazla etkili oldu turistler konusuna… arka sokaktaki Akpli amcalar; milli gurur ve onurun tam da herşeyden önemli olduğuna inandı inanacakken reisin özür dilemesi onları da acayip şoka soktu.
Olan bize, yani Çerkeslere oldu..! 
Daha iki-üç gün önce Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesini coşkuyla yaşayan bir grup Çerkes, bugün nasıl bir manevra ile bu özrü savunmaya başlayacak sabırsızlıkla bekliyorum. En çokta; 500 bin kişilik 10 ordu kurarak Ruslara sopa sallayacak derece de kendilerinden geçenleri.. Şurası bir gerçek ki; Türkiye ile Rusya’nın arasının bir gün düzeleceği ağır bir gerçekti ve Çerkesler bir anda Anavatanlarının Rusya’da olduğunu ve şuan Türkiye’de yaşadıklarını unutarak davranmalarının hesabını nasıl vereceklerini merak ediyorum. Siz bakmayın benim merak etmeme; zaten aklı-selim; başından itibaren aynı şeyi söyledi. Reisin bu havası Turizm sektörünü, Tarım sektörünü vuracaktı ama en çok Çerkesler zarar görecekti dedik. Çerkesler görecekleri zararı gördü, turizm ve tarım sektörü vuruldu; millet aç, sokaklar bomboş.. Çerkesya Hareketi 21 Mayıs’a bile gidemedi, niye? Reis 7 ay millete gaz verecek diye.
Şimdi kendi fanusundan çıkan bazı Çerkesler, dünyanın ne kadar bütün ve birbiriyle bağlantılı olduğunu hissettiler. Bu-da göreceli bir başarı; şimdi herşeye sıfırdan başlıyorlar. Demokratik taleplerden bahsediyorlar ama; birisi bu ülkedeki demokrasiyi onlara seminer olarak verse iyi olur. Çünkü bu ülkedeki demokrasi; kendi ülkemizde olup biteni yurt dışında yaşayan tanıdıklarımızdan öğrenebilme iksirinde saklı.
Herşeye rağmen, demokrasi ve talebi aynı yerde ve aynı zeminde söyleyebilmek bile umut verici.
Ancak biz üstümüze düşeni söyleyelim diye yazmak zorundayım. Bir bütün içinde ya herkese demokrasi vardır, ya da hiç kimseye yoktur. Yani demokrasi sadece Çerkesler için istenebilecek bir şey değildir. Demokrasi; insanlık için istenebilecek bir şeydir ve demokrasi ile talebi aynı zemine taşıyan arkadaşlarımızın o zemine Çerkeslerden başka hiçbir şeyi konu etmemesi gerçekle uyuşan bir şey değildir.
Hiçbir şeyi konuşamıyorsanız, Hurşit Külter’in nerede olduğunu sorarak gerçekten “demokrasi” zeminine doğru bir adım inebilirsiniz.

Bin Dokuz Yüz Çerkes sekiz…

O olmuş, bu olmuş, çok savaşmışız, ölmüşüz.. öldürmüş öldürmüş tüketememişiz Çarlığın askerleri; seneler seneleri kovalarken, 1864 yılında Rusların Zafer, Çerkeslerin Yenilgisi resmileşmiş iyice… İşte sırf bu yüzden Çerkesler acılarını, Ruslar da zaferlerini o tarihe sığdırabilir. Sığdırıyorlar da; yenilgi Çerkeslerin, Zafer de Rusların hakkı sonuçlara bakılırsa. Buradaki ince çizgi şu; Çerkesler yenilmiş olsalar bile, o savaşta haksız değillerdi. Ruslar zaferle tamamlasa bile, o savaşta haklı değillerdi. Nitekim; Çerkesler haklı bir savaşta yenildiler, Ruslar haksız bir savaşta kazandılar. Bakunin’in dediği üzere “Tarih kazananların propagandasıdır” sözü, daha önce binlerce kere olduğu üzere tekerrür etti ve haklı ile haksızı ayırmadı. Kazanan ile kaybedeni ayırdı.
Gerçek mi yalan mı bilmem de; bir sürü mit, efsane var o tarihlerle ilgili, yani bütün efsaneler doğruysa bile, bütün o mitler yaşanmışsa bile “yenilgi” o kadar ağır ve gerçek ki; hiçbir efsane ve mit, yenilgimiz kadar değiştirmemiş kaderimizi.
Sonuçta bende, Türkiye’de yaşayan milyonlarca Çerkes gibi o efsanelerin, mitlerin kahramanlık destanlarının ekmeğini yemiyorum, bir yenilginin 152nci yıla taşan ağır gerçeğini yaşıyorum. 
Ancak bazıları, yaşadığı gerçeğin farkında bile değiller. Hala efsanelerle, mitlerle, kahramanlık hikayeleriyle bakıyorlar hayata. Elbisesi temiz, papucu boyalı, karnı tok, başının üstünde bir dam, yatağının üstünde yorganı var. Belki memur, belki değil, belki kendi işyeri var; kısacası sırtı pek… yarına dair, elbisesiyle, papucuyla, karnıyla, damıyla, yorganıyla ilgili hiçbir kaygı taşımıyor. Haklı taşımamakta. Kim ne diyebilir? Ama bütün bunların bir bütün olarak Çerkeslikle, Çerkesliğin içinde olduğu durumla ne ilgisi var? Diyorsun ki; Çerkesliğin elbisesi Vatanın, yurdun.. Karnı; kültürün, dilin.. papucu; ulusal kimliğin, gençliğin.. yorganı; mücadelen, talebin.. 
Diyor ki “ben yediğim kaba pislemem” bazı arkadaşlarımız uzunca bir müddet “siz köpek misiniz, kabdan mı yiyorsunuz” dediği için, bugün daha güncelleşmiş bir hale taşıdılar bu sözü; “ben yediğim tabağa tükürmem” olarak. Türkiye’nin avrupa birliğine yaklaşıp yaklaşıp uzaklaştığı şu yıllarda böyle faydalarını gördük, Türkiye’deki Avrupalı ÇerkeZler; yediği tabağa tükürmüyorlar. Takdire şayan, 152 yıllık Anadolu yaşamında üretebildikleri en sağlam argüman bu olsa gerek.
Ha… onların yediği kaba pislediği ya da yediği tabağa tükürdüğü de yaşadıkları ama farkında olmadıkları en büyük ikinci gerçek. Bunları onlara anlatabilmek, imkansıza yakın bir durum. Onların hangi damardan beslendikleri çok bariz çünkü. Bu konuları daha önce “Kafkas Makronu *1” etiketleriyle çok yazdım. Yani Çerkesliği, Çerkesliğin geneliyle algılamakdıkları katıksız bir gerçek. Türkiye Diasporasında artık yaygın olarak kullanılan ÇerkeZ kelimesi, (Z’si büyük) tam olarak onların kimliği kabul ediliyor. Çünkü esasen, Çerkesliği, Çerkesliğin geneliyle algılayan farklı görüşte olsalar bile bütün insanlar, o kişilerle aynı kimliği taşımadıklarını düşünüyorlar. Kendilerine de “Çerkes” diyorlar. 
velhasıl ben artık bu ÇerkeZleri konuşmaktan sıkıldım, daha önce de “yok saymak *2” üzerine fikrimi beyan ettim. Enerji kaybından ötesi değil.
Biz Çerkesler, üstümüzdeki kıyafetin, ayağımızdaki papucun, tok karnımızın, baş üstündeki damımızın, yatak üstündeki  yorganımızın, cebimize taşıdığımız paramızın, Çerkesler olarak yaşadığımız ağır gerçeği yok etmediğinin farkındayız. Hepimiz aynı fabrikadan çıkmış gibi aynı görüşleri, aynı mücadeleleri, aynı dini de paylaşmıyoruz açıkçası. Kimimiz sosyal demokrat, kimimiz Çerkes milliyetçisi, kimimiz biraz liberal, kimimiz çok sosyalist, ben deniz anarşist, bazıları apolitik.. kimisi rock müziği seviyor, kimisi hip-hop’ı.. kimisi kır da bayır da yürümeyi seviyor, kimisi alışveriş yapmayı. Biz sadece; Çerkes olarak aynıyız.. Aynı ağır gerçeğin içinde, farkındayız.
Bu farkındalık çok önemli, bu farkındalık bizi harekete geçirecek çünkü.
Biliyorsunuz, bu farkındalığın harekete geçirdiği önemli adımlardan birisi de “dönüşçülük” hareketiydi. Türkiye’den anavatanına dönen büyüklerimiz olmuştu. İşte bu büyüklerimizin de içinde sosyal ve siyasal olarak hakim bir anlayış yoktu. Tek benzedikleri nokta; yaşadıkları ağır gerçeğin farkında olmaları ve bu farkındalıkla o gerçeğin ağırlığından kurtulma çabalarıydı. Anavatana dönüş, Çerkesler için her şartta önemli bir mevzudur. Anavatana dönemedikten sonra; hiçbir hamle ve ilerlemenin sürekli faydası olmayacaktır. Kalıcılığı olmayacaktır. Devamlılığı olmayacaktır. 
Yani kısacası; Türkiye demokrasisini Çerkeslik meselesiyle düşünerek kendi mücadele alanı haline çeviren arkadaşlarımızdan tutun da, Çerkes kimliği üzerine milliyetçi bir refleks oluşturmaya çalbalayan arkadaşlara kadar hepsinin programında bir anavatan, bir diaspora ve ikisiyle bütünleşik bir “dönüş” hedefi olmak zorunda. 
Bilmeyen yoktur, varsa diye tekrar edeyim. Türkiye’de İsveç demokrasisi olsa da, Çerkesler kendi anadillerinde eğitim yapan okullar kursa da, devlet onlara radyo ve televizyonlar açsa da; Türkiye’de öyle ya da böyle asimile olacaklardır. Küreselleşmeyle birlikte zaten Türkiye’nin egemen halkı dahi bir şekilde asimile olmaktadır. Toplumsal kültür, neoliberal politikalarla tüketim kültürüne devşimektedir. O bakımdan dahi, bu toprakların yerlisi olmayan bir halkın bu devşimeye kendi etkisini verebilmesi zaten imkansızdır. *3
Yani; bugün Türkiye de Çerkesler olarak küçük grup ve inisiyatifler hangi yolla, hangi yöntemle ne yapıyor olursa olsunlar, bütün yaptıkları herşeyi bir dönü politikası ile taçlandırmakla mükelleftirler.
Dönüşçü abilerimizin “Vatanınıza dönün” demesi; doğru yoldur.
Ama dönüşçü abilerimizin de, inatla (ve sebepsiz, amaçsız bir şekilde) anlamadıkları, lafı sürekli sağa sola çekerek konuyu çorbaya çevirdikleri ve karşılarındaki insanlar sırf bıkarak sustuğu zamanda kendilerini haklı zannettikleri bazı meseleler var, kendileri unutmuştur diye tekrar edelim.
Birinci meselemiz, Türkiye’deki Çerkesler kendilerinin sandığı gibi homojen değiller. Katıksız kalmamışlar ve çok farklı bakış açılarına sahipler. Birincisi; kendileri dönüşçü olabildikleri ve sırf bunu yapabildikleri için kendilerini yapamayanlara akıl verecek konuma taşıdıkları için bazı soruların cevaplarını vermeleri lazım.
1 – Kendileri Türkiye’deyken Çerkeslerin homojen olmayan yapısıyla ilgili nasıl araştırmalar yapmış, ne çeşit mücadeleler örgütlemişlerdir ve kendilerini kaç kişiye anlatmayı başarmışlardır.
2 – Kendileri Türkiye’de dönüş yapmaya karar verdikleri zaman, bu kararlarını toplumsallaştırmak adına nasıl çalışmalar yapmışlardır ve bu çalışmaları kaç kişiye anlatmayı becerebilmişlerdir
3 – Kendileri dönüş yaptıkları zamandan itibaren; dönüşü örgütlemeye katkı sağlayacak ne gibi sosyal projeler (belgesel, tiyatro, sergi, kitap, kitapçık, yayın ) de yer almışlardır ve bu projeleri kaç kişiye anlatmayı başarabilmişlerdir.
4 – Kendileri dönüş yaptıkları zamanla, bugün dönüş yapmak isteyenlerin yaşadıkları hukuki süreç aynı mıdır? Bununla ilgili herhangi bir makale yayınlamışlar mıdır?
5 – Kendileri dönüş yaptıktan sonra, yurdumuzdaki stklara Türkiye’deki Çerkesleri anlatan herhangi bir çalışmada bulunmuşlar mıdır? Bunu oradaki halka (Çerkes, Rus vs.) ne kadar anlatabilmişlerdir?
6 – İlk beş soruda “başarılmayan, becerilmeyen, anlatılmayan, yayınlanmayan” şeyler hakkında herhangi bir rapor veya analizde bulunmuşlar mıdır? Bulunmuşlarsa, kısaca sebepleri nelerdir.
7 – Türkiye’nin iç işleri olan demokratik hareketlerdeki Çerkeslerin konumlarıyla ilgili
a) Gerçekten Çerkeslerin Daimi kurtuluşu olarak yapıldığını mı sanmaktalar?
b) Neden sürekli takip edip, olumsuz görüş bildirmeyi vazife edinmekteler?
c) Nasihat vermeye çalışmakalar
8 – Yedinci soruda “Türkiye iç demokrasi mücadelesi veren Çerkeslerin” dönüşe karşı olduklarını mı düşünüyorlar, bu konudaki görüşleri nedir?
Bu soruların cevaplarını ister kendilerine, ister arkadaşlarına veya bize versinler hiç fark etmez. Bu soruları da, bir savaş metni gibi düşünmemeleri gerekir, zira hiçbirisi “bir şey yapmadıklarını” veya “az şey yaptıklarını” ispatlama niyeti taşımaz, bu değeri de yok. Bu sorular, bugün yaşadığımız ağır gerçeğin yeterince farkında olunup, olunmadığıyla ilgili ve bu gerçeğin son 15 yılın mu yoksa çok daha eski yılların mı ürünü olduğunu anlamak üzerine kurulu. Ben 29 yaşında genç birisiyim. Aklım erdiğinden beri; Çerkeslerin hiçbir zaman bir bütün olarak aynı gerçeği savunabildiklerini göremedim. Farzı misal; Çerkes kimdir sorusu bugün bile herkeste aynı cevabı oluşturan bir gerçek değil. Bu en basit soru, bu kadar basit bir sorunun bile karmankarışık çok fazla cevabı var. Şimdi peki; bu basitçe soruyu bile karmakarışık hale taşıyan temel nedir? Bu elbette benim sorumluluğumdur. Ama aynı zamanda benim babamın, benim dedemin, benim dedemin babasının da sorumluluğudur. Sadece benim de değil, hepimizindir. Peki bu sorumluluğa karşı bugüne kadar ne yapıldı? ne kadar yapıldı, ne kadar başarılı olundu? Bugün Türkiye’de en azından bu basit soruya verilen cevapta gelinen noktadaki ilerleme 10 yıl önceye göre daha sağlam. Biz bunun, sizin döneminizden kalan ve topluma mal edilmiş hiçbir emaresini göremiyorsak (gençler olarak), kusura bakmayın da; size hesap sormak bizim de en büyük hakkımızdır.
Hem aidiyetimiz sizin ve sizden öncekilerin zamanından tarumar edilmiş olsun, sinmiş bir topluma evrilişimiz, kapalı bir toplum olarak kalışımız sizin ve sizden öncekilerin zamanından bize miras kalmış geri kalmışlıklar olsun; siz hiç diyet ödemeden kalkın; yaşınızın arkasına saklanarak bizi nasihat yağmuruna tutun? Biz de hiçbir şey demeyelim. İyi valla. Güzel yere demir atılmış.
Ey yaşı kemale erip, bugün sürekli akıl veren abilerim… kardeşinizi dinleyin…. çok şey değil, bir özeleştiri bile veremiyorsanız; ilk baştan zaten söylediklerinizdeki samimiyetsizliğini anlıyorum ben.
Diğer bir yandan,
“Harikalar diyarı” terimini kim ortaya attı hatırlayamıyorum ama, biz onun içerisinde yaşasaydık; sanki her isteyen vatanına dönebiliyormuş gibi yazardık, çizerdik hatta şiir yazar, şarkısını bile okurduk. Lakin durum ortada. Son başvuran 161 kişi (siz istediğiniz kadar şov deyin, Rusya dışişleri bakanlığının suriye ateşinden kaçan Çerkesler için söyledikleri de bu kadar ortada ve yakın iken *4) vatanına dönemedi. İçlerinde yaşı 18i geçenler de dönemedi. Siz de az biraz tahmin edersiniz ki dönemeyecekler. Bu dönemeyişi Rusya hukuki bir dille, bir şeyler diyerek falan filan ederek eminim bize açıklayacaktır ama, siz de bizim toplumun içine bir “şov” velvelesi yapacaksınız. Yapıyorsunuz da.
Neymiş? Sessiz sessiz gelmeliymişiz. Önceden gelmeliymişiz, şöyle bir gezmeliymişiz.. karar vermeliymişiz..
Doğru ya. Sochi’den Türkiye’ye de tıpkı öyle geldik ya..
önce geldik, şöyle bir gezdik, karar verdik ya..
Yani diyor ki; bir amerikalı kızılderili nasıl rusya vatandaşı olacaksa, siz de öyle olacaksınız. Yani burasının sizin anavatanınız olması, sizin anavatanınızdan sürülmüş olmanız, geri dönme hakkınızın bir adaleti temsil etmesi fasa fiso.. ya amerikalı kızılderili gibi gelin, ya da gelmeyin diyor kısaca.
Siz Türkiye’den Çerkesya’ya; bir amerikalı kızılderili gibi giderek vatandaş olmuş olabilirsiniz, vallahi umurumda değil ama, ben Türkiye’den Çerkesya’ya bir Çerkes olarak geleceğim ve siz istediğiniz kadar velvele çıkarabilirsiniz. Biz Türk değiliz, orası da Hindistan değil. Biz Çerkesiz, orası da bizim anavatanımız ve oraya 100er 100er, 1000er 1000er gelmek kadar, gelirken sevinçten bağırmak, düğün yapmak kadar doğal bir hakkımız olamaz.
Sizin hoşuna gitse de, gitmese de.
Artık bu yolda sizin hangi rolü oynayacağınız size kalmış. 
Dönüş dönüş demek kolay, papağanım bile söylüyor evde yoksa..

Siz oradan, buraya aktivistlik öğretiyorsunuz, halbuki orada hiçbir etkiniz yok. Adnan Khuade ile ilgili bugüne neden sessiz kaldığınızı da cümle alem biliyor ya; neyse! Böylelikle dönün dönün diyen herkesin, oraya döndüğümüz zaman maruz kalacağımız hukuksuzluklara karşı bize sahip çıkmayacağını da böylece öğrenmiş olduk.
*1 –  https://apiscanberk.blogspot.com.tr/search?q=makron&x=0&y=0, https://apiscanberk.blogspot.com.tr/2015/08/turkiye-kafkas-makronu-ve-siyaset.html
*2 – https://apiscanberk.blogspot.com.tr/2015/11/kultur-cerkesciliginden-siyaset.html, https://apiscanberk.blogspot.com.tr/search?q=%C3%87erkeZler+ile&x=0&y=0, 
*3 – https://apiscanberk.blogspot.com.tr/2016/05/cerkes-soykrm-ve-cerkes-sorunu-uzerine.html
*4 – https://apiscanberk.blogspot.com.tr/2015/11/rusya-dsisleri-bakanlg-hangi-kozu-oynad.html

Çerkesliği bir de şöyle anlayabilir miyim?

Siyaset konuşmaktan bıktım usandım, beni bir nebze tanıyanlar siyasetin ruhuna aykırı biri olduğumu da bilirler zaten. Bana karabasan gibi çöküyor siyaset rüzgarları. Eski arkadaşlarım bazen hayretlerini dile getirip bana takılıyorlar “canberk’in evrimi” diye. Bende gülüyorum açıkçası. Gerçekten de siyaset benim için uygun bir şey değil. Bana çok zarar veriyor üstelik. Kendimi geçtim, siyasete zarar veriyor bir de. Yani iki yönlü bir zarar. 

Madem bu kadar dışında hissediyorum kendimi, niye diye soracak olursanız söylemiş olayım diye yazıyorum. Zorundayım diye. Defalarca alıntısını yaptığım Nazım ustanın Kerem gibi şiirindeki gibi bir duruma düştük açıkçası hem kişisel olarak, hem toplumsal olarak, hem ülkesel olarak, hem bölgesel olarak düştük bu duruma. Bende hem kişisel olarak, hem toplumsal olarak, hem ülkesel olarak, hem de bölgesel olarak bu zorunluluğu hissettim. Kişiliğimiz, toplumdaki varlığımız, ülkedeki konumumuz, bölgedeki varlığımız yani kısacası dört bir yanımız bir ablukaya alınmış. Bir karanlık çöküyor ve bu karanlıktan çıkmak için aydınlığa giden her yolu ateşe vermişler. Dünyadaki varlığımı sorguluyorum ya bir şiirim de “ben kaba bir etten/ bencil bir mideden/ lanet bir egodan m ibaretim?” diye… olmamak istiyorum, olmamak için çabalıyorum, olmaktan korkuyorum işte. Olmayacağım da. Olmamak için ne yapmak gerekiyorsa, onu yapmak istiyorum. Dört bir yanımıza, dört bir yandan saldıran bu karanlık,  aydınlığa çıkan her yola yakılmış bir ateş, midesinin kölesi olmak istemeyen bir Canberk, Nazım Usta ve Kerem gibi.. ” Ben yanmazsam/ sen yanmazsan/ biz yanmazsak/ Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?” Zorundayım ben, aslında hepimiz zorundayız. Fakat zorunda olduğumun farkındayım ben. Ne yazık ki hepimiz farkında değiliz. İşte sorduğunuz sorunun cevabı, üzerimdeki ateşin sebebi bu. Boşuna mı demişler “Cehalet mutluluktur” diye. Cahil olamamanın bedelini ödüyorum, ait olmadığım bir şeyin ateşini taşıyarak. Fakat aynı zamanda cahil olmamanın onurunu da yaşıyorum, bu bedeli sırtlanarak. 
Cevabımı da verdiğime göre, size gerçek bir hikaye anlatacağım Çerkeslerle ilgili. Tanıdığınız Reyhanlılar varsa çağırın, onların unutmadıklarıyla harmanlayıp bu anıyı kulağımıza bazı küpeler yapacağız ve sonra takıp dolaşacağız.
Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde doğdum büyüdüm. On yıllar sürmedi bu büyüme, ama Reyhanlı’nın Çerkeslerine özgünleşen bazı karakteristik özellikleri taşıdığımı da belirtmeliyim. Bunların en başında resmi nüfus kayıtlarındaki Çerkesçe soyadım geliyor. Bu durumu sakın küçümsemeyin, bu durum öyle ki her nereye gidersem gideyim bana Çerkes olduğumu hatırlama zorunluluğu doğuruyor. Çünkü insanlar hep soyadımı sorguluyorlar. Ne demek, niye böyle diye sora sora, her seferinde Çerkes olduğum gerçekliğini yaşamak zorunda kalıyorum. Çünkü verebileceğim tek yanıt, bana Çerkes olduğumu hatırlatıyor. Her sorulduğunda yaşıyorum bu durumu. Her yerde.. Okulda, işte, barda, sokakta, mahallede, internette, vezne de, karakolda, bir seferinde adliyede.. soyadın ne demek, soyadın niye Apiş, soyadının anlamı ne biliyor musun? gibi çeşit çeşit sorular. Bu küçümsenecek bir şey değil, insana gerçekten her seferinde, her çeşit ortamda Çerkes olduğunu hatırlatıyor. Çerkes olmak bazılarının sürekli yaşatmaya çalıştığı gibi aşırısı aşırı özel olmak gibi bir şey değil, ne olursan ol, kim olursan ol insansın ama, insan olduğu her şeyi seviyor işte. Belki Sosruko, Tlepş, Setenay, Peterez olmuyorum ama Çerkes olmayı seviyorum. Hatırladığım hiçbir yerde rahatsız olmuyorum dolayısıyla. Çerkes olmak, insan olmaktır der bizim atalarımız. İnsan olmayı da seviyorum. İnsan olmak, adil olmaktır ve ben adil olmayı da seviyorum. Çerkes olmak, canından önce gelen onurundur ve ben onurlu yaşamayı da seviyorum. Çerkes olmayı hatırlamaktan pişman olduğum hiçbir anı yok hafızamda. Reyhanlı’lı olmanın bir getirisi olarak, bana en ilginç anlarda bile Çerkes olmayı hatırlatacak bir değeri kattığı için memnunum. Beni Canberk olmanın, kişi olmanın, bencil olmanın belki milim ilerisine taşıyor. O milimin ilerisinde olmaktan da memnunum.
Biz 3 kardeşiz, annemiz ve babamız bize her şeyden önce insan olmayı aşıladılar. Sonra iyi bir insan olmamızı öğütlediler. 
Yemek yemek, elbise giymek bunlar önemli şeylerdi evet. Hiç aç bırakmadılar, hiç açıkta da bırakmadılar bizi. Fakat bu zaten her annenin ve babanın yapacağı şeyler. Her anne-baba çocuklarını doyurmak ve onları giydirmek için en iyisini yapmaya çalışırlar. Her biri ne kadar yapıyor olursa olsun, hepsi olanaklarının en iyisini yapıyor emin olun. 
Fakat insan olmayı aşılamak, iyi bir insan olmayı öğütlemek farklı şeyler. Hiçbir gözle görülür faydası olmadığı halde, çok fazla emek gerektiren şeyler. Hiçbir anne-baba çocuğunun kötü biri olmasını istemez, ama ne yazık ki her anne-baba çocuğunun iyi biri olması için çabalamıyor. Çabalamıyor ki şiddet vakası her geçen gün artıyor dünyada. İnsan şiddet, hayvana şiddet, bitkiye şiddet, doğaya şiddet.. Hayvana tecavüz, çocuğa tecavüz, kadına tecavüz, emeğe tecavüz, adalete tecavüz, ağaca, ormana… hayvan cinayeti, çocuk cinayeti, kadın cinayeti, emek cinayeti, doğa cinayeti diye gidiyor. Hangi anne-baba çocuğunun tecavüzcü ve katil olmasını ister? Hiçbiri istemez bence. Ama ne yazık ki hepsi bunun olmaması arzusunu kaderin cilvesine bırakır. İnsan olmak, iyi bir insan olmak biçimi; çiçeğin polenini salıp öteki çiçeğe ulaşmasının arzusu gibi bir hal alır. Çocuğun insan olması ihtimali, insan olması aşılandığında %51dir. İyi bir insan olma ihtimali de öğütlendiğinde, iyi bir insan olması %51’dir. Kendi başına insan olma ihtimali de, iyi bir insan olma ihtimali de %49’dur. Bu yüzde 2 ihtimal; savaşı, talanı, tecavüzü, hırsızlığı, cinayeti, işkenceyi ortaya çıkarmaktadır.
Bana insan olmayı aşılayan ve iyi bir insan olmayı öğütleyen anneme ve babama; insan olmanın verdiği her acıya rağmen ve iyi bir insan olmaya çalışmanın çektirdiği bütün zulüme inat minnet borçluyum. İnsan olmaktan ve iyi bir insan olmaya çalışmaktan memnunum. 
Annem ve babam bugün ise bizlere iyi bir insan olma yönündeki çabalarımızda en büyük yoldaş olmaktalar.
Babama hiçbir halktan, dinden, cinsiyetten nefret etmez. Bildiği hepsini de sever-sayar. Ancak Çerkeslik onun için çok özel bir durumdur. Çerkesçe duymak ve konuşmak için can atar. O’na verebileceğimiz en anlamlı hediye, daha önce dinlemediği Çerkesçe bir şarkıdır. İlk Çerkesçe bir film indirip babama izlettiğimde mutluluktan ağlamak üzere olduğunu görmüşlüğüm var. Hayatında izlediği ilk Çerkesçe filmdi. 60 küsür yaşındaydı benim babam Çerkesçe bir filmi ilk seyrettiğinde. Şimdi bunu Türkçe’den başka dil bilmeyen birine anlatmak zor olabilir, ama okuyacaklar arasında mutlaka olacağı için deneyeyim: Doğup 20 yaşına gelene kadar Türkçe konuştuğunuzu, 20 yaşından sonra İngiltereye gittiğinizi ve hayatınızın çoğunluğunda Türkçe konuşarak yaşamak zorunda olduğunuzu hayal edin. Rüyalarınızı Türkçe görüp, İngilizce anlatmak zorunda olduğunuzu, karşınızdaki insanların ingilizce söylediklerini, aklınızda Türkçeye tercüme edip, Türkçe düşünüp sonra İngilizce konuştuğunuzu hayal edin.Tam 40 yıl… Tam 40 yıl, her yerde ingilizce şarkılar çaldığını, gittiğiniz kafede, barda… tam 40 yıl izlediğiniz her filmin belgeselin İngilizce olduğunu hayal edin. 60 yaşında ilk defa Türkçe bir film seyrettiğinizi hayal edin. Babamla empati kurun. Kurunca babamın mutluluktan niye ağlamak üzere olduğunu anlayacaksınız.
 Reyhanlı’nın babama da verdiği karakteristik özellikler var. Çerkeslik benim babam için neyse, Reyhanlı da o. Biz değişmeye başlayan bir Reyhanlı’da doğduk büyüdük, oysa onlar Çerkesler için yeni gelişen bir Reyhanlı’nın içinde doğdular ve büyüdüler. Bizim değişen Reyhanlı’mızı pek beğenmezler. “Eskiden Reyhanlı…” diye başlayıp biten yüzlerce cümlesini duymuşluğum var. Bir noktadan sonra, her seferinde daha da eskiden bahsettiğini anlayabildim. 
Mesela “Eskiden Reyhanlı’da Yenişehir gölü cam gibiydi. Tertemizdi” diye başlayan cümle bir süre sonra “Eskiden Amik gölü bataklık olurken” diye eskiye gidiyor. Daha heyecan verici oluyor.
Eskiden Reyhanlı Ormanlık gibi olan meyve ağaçlarının şimdi çöl gibi bir yere dönüştüğünün hikayelerinden, kocaman amik gölünden, bataklığa, bataklığından, ovasına dönüştüğü hikayelerine kadar bir çok anlattığı hafızam da. Hele hele Sığırcık sürülerinin baharın gelişiyle neredeyse gökyüzü kapatacak çokluğuna, her sığırcık gördüğünde anlatır.
 
Şimdi bir konuya açıklık getireyim. Biz Reyhanlı’nın yerli halkı değiliz, taş çatlasın varlığımız 152 yıl eskidir ama o kadar bile eski değildir. Yani babamın bana anlatacağı Reyhanlının yaşanılan kendi tarihi o kadar. Bende en fazla o kadarını anlatabilirim. Ben en fazla Çerkesler olarak Reyhanlıyı anlatabilirim.
Halbuki Reyhanlı Çerkeslerden çok daha eskidir, yani burada anlatacağım konu Reyhanlıdaki Çerkeslik tarihiyle sınırlı kalıyor.
Babam diyor ki; eskiden buralar hep Çerkes’di. Buralar dediği yer Amik ovasının Yenişehir kısımlarındaki topraklar. Çerkeslerin hemen hepsinin çok toprağı varmış bir zamanlar. Tayfur Sökmen zamanında, Hatay Türkiye’ye katılmadan önce topraklar Türkmenlere çok büyük paylar olmak üzere Çerkeslere de paylaştırılmış. Yani eskiden Çerkesler toprak sahipleriymiş. Arapları da tarlalarında hisseyle çalıştırıyorlarmış. Babamın eskiden dediği üzere, o toprakların büyük kısmı artık Çerkeslerin değil, Arapların. Eskiden Türkmenlerin olan koca toprakların da büyük bölümü artık Arapların. 
Biz küçükken Çerkes çocukları arasında bir Arap düşmanlığı vardı… Şimdide orada kalan Çerkeslerin içinde olabilir bu düşmanlık.
Bu düşmanlık duygusunun temel nedeni, Arapların yine toprak sahibi olması değil. Çünkü Araplar orası zaten arapların vatanı. Eğer bu bir düşmanlık nedeniyse, Arapların Çerkeslerden nefret etmeleri lazım. Ama öyle değil işte.. 
Çerkeslerin düşmanlık duygusunun temel nedeni, bugün bir çok Çerkesin duymaya dayanamayacağı bir neden. Kabul edemeyeceği bir gerçek.
Babam, Çerkesler Reyhanlıya ilk geldiğinde ser sefillerdi diye başlayıp, Arapların Çerkeslere “hadi bir oynayın, biz de size bir avuç tahıl verelim” diye bildiklerini anlatıyor. Çerkeslerin Reyhanlı’daki sefaletini kendi eğlencelerine çeviren Arapların ekin artıklarını toplayarak veya daha benzeri sefalet örnekleriyle anlatıyor.
İşte düşmanlık duygusunun temel nedeni bu. Tam 101 yıl Çarlık ile bir fiil savaşan, savaşta nüfusunun büyük çoğunluğunu kaybeden, soykırım yaşayan, sürgün edilen.. sürgüne gittiği yere hiçbir mülkünü götürmesine dahi izin verilmeyen.. Yurtlarından olmuş, akrabalarının neredeyse tamamını kaybetmiş, hastalık ve açlıktan kırılmış, parasız, çaresiz, yaralı, oradan-buraya dağıtılmış ve gittiği yerlerde evsiz barksız, aç ve hasta olan bir toplumun tüm bu yoksulluğunun bir eğlenceye çevirilmiş olması. Perişan halde, henüz ölülerinin yasını bile tutamamış, aç ve çaresiz insanlara; mutlu günlerinde oynadıkları bir oyunu, en acı günlerinde açlıktan oynatmak..
İşte o günden sonra Reyhanlı’da Çerkesler, Türkiye’de Çerkesler için bilinen rivayetin aksine hayata sımsıkı tutunarak, diş ile tırnak ile bir varolma mücadelesine giriştiler. Reyhanlı’da çocukluğumun geçtiği ev, dedemin sırtında taşıyarak getirdiği toprakla doldurduğu bir bataklık parçasıydı mesela. Çerkesler diş ile tırnak ile çalışıp mal mülk sahibi oldukça, acı günlerinde açlık yüzünden dans etmenin düşmanlığına daha da bir sarıldılar. Babamın “Eskiden eskiden hep Çerkes’di” dediği o günlere ulaştılar. Sonra 1 avuç tahıl için, tarlalarında Arapları çalıştırmaya başladılar.
Güzel günleri herkes anlatıyor, ben bu kötü günleri de anlatmak istedim. Çünkü toplum hafızasında, Çerkeslerin geçirdiği kötü günler her geçen gün yok oluyor, sanki bu topraklardaki varlığımız hep mutlu günlerdi algısı yaratılıyor.
Çerkeslerin o sersefil günleri unutmamaları lazım, lazım ki; eğer bir tabak yemek yiyorsak, bir evde oturuyorsak; hiçbirisinin bahşedilen bir şey olmadığını öğrenmeleri lazım.
Çerkeslerin “o” Arap düşmanlıklarına gelecek olursak, benim açımdan kabul edilir gibi değil. Çünkü hiçbir şey, genel bir nefret algısının gerekçesi olamaz. Olmamalı da! Çoğu Reyhanlı’lı Çerkesin bilip sustuğu öyle iğrenç etkileri de var ki bu nefretin, kabul edilebilir gibi değil. Biliyorum bugün onları konuşmayı ayıp sayan taraf çoğunlukta ama, ben konuşmamayı ayıp sayıyorum o etkileri. Kendini sınıfsal olarak bir toplumun üzerine çıkaran Çerkeslerin Arap kadınlarına bakış açılarını ve kendi alt tabakalarına karşı tutumları. Çerkeslerin bunları da unutmaması, bunlarla da yüzleşebilmesi lazım. Kendi değerlerini dahi ayakları altına aldıran bu nefreti her boyutuyla çözümlemeden o lekelerden de kurtulmak imkansız.
Hiç kimse konuşmayınca, hiç yaşanmamış olmuyor çünkü.
Sonra şimdi…
Peki bugün?
152 yıl özlemek için çok uzun bir süre… ama unutmak için yeterli bir süre değil! Herkes unutmuş olamaz, unutmayanların unutanlardan daha çok olduğunu biliyorum. Peki niye susuyorsunuz!
152 yıl önce çektiğiniz acılar, yaşadığınız sefalet.. üzerinize kabus gibi çöken açlık ve hastalığı niye uzak tutuyorsunuz vicdanınızdan?
Vatanındaki ateşten, kendini Türkiye’ye atarak kurtulmak isterken; burada aç ve sefil kalan mültecilere karşı biz empati yapmayacağız da kim  yapacak? 
Kim anlayacak ölüsü günlerce sokakta yatırılmış annenin çocuklarını siz anlamayacaksınız da?
Kim katliamın ve işkencenin günlük bir hayata dönüştüğü şehirlerden akın akın dışarıya kaçan ve aç kalan, susuz kalan, acısıyla alay edilen insanları anlayacak?
152 yıl…
Özlemek için çok uzun bir süre!
Unutmak için yeterli değil…
unutmuş olamazsınız.

Çerkes halkı diye bir halk vardır.

28 Mayıs günü, Ankara’da Düşünceye Özgürlük Girişiminin organize ettiği Çerkeslerle ilgili bir panel vardı. Adı “Soykırımın 152nci yılında sürgündeki halk: Çerkesler.”

Paneldeki konuşmacılardan Erdoğan Boz’u bilmeyeniniz yoktur, Ahmet Cevat Benk’i de büyük ihtimalle işitmişsinizdir, Emrah Cilasun’u da gıyabında herkes tanır, Ethem Pşevu’nun yeğenlerinden. Yani diğer adıyla Çerkes Ethemin. Diğer konuşmacıları pek tanıdığımı söyleyemem. Ama Mahmut Konuk isimli konuşmacının konularından Çerkes Hasan Amca’nın mutlaka araştırılıp okunmasını tavsiye ederim. Zira, Türkiye’de Çerkes tarihi figürlerinden örnek alınan herkesten daha fazla örnek alınması, bahsedilmesi gereken herkesten daha fazla bahsedilmesi gereken birisi olduğunu düşünüyorum.

Panel de, Hakan Eken – Kafkas Halklarını, Ahmet Benk – Dönemin Politik İklimi ve Sürgünü, Selahattin Esmr – Milliyetçik ve Soykırımı, Emrah Cilasun – Ethem Bey’i, Mahmut Konuk Emir Marşan ve Hasan Amca’yı ve Erdoğan Boz – Soykırım ve Talepleri anlatmış konuşmacı olarak.

Ahmet Cevat Benk’in konuşması sırasında “Çerkes halkı diye bir halk yoktur” demesi ile, Hakan Eken’in Kafkas Halkları nedense Çerkes halklarına dönüştü demesini ise kendi konuma işleyeceğim.

Hakan Eken nedense diye soruyor, neden mi? Aynı panelde halbuki Ahmet Benk söylüyor nedenini. Çerkes halkı yoktur diyerek. Birincisi Kafkas Halkları diye bir şey vardır, fakat tıpkı Ortadoğu halkları gibi birşeydir bu, hiçbir zaman Çerkes halkları olabilmesi mümkün değildir, çünkü Çerkes halkları diye bir şey yoktur, Çerkes halkı vardır.

Kafkas Halkları içerisinde, Türk, Gürcü, Çeçen, Çerkes, Kürt, Ermeni, Oset, Abhaz, vs. Bütün Kafkas bölgesindeki halkları sayabiliriz. Bütün bunlara Kafkas Halkları denir.

Çerkes Halkları yoktur ama, böyle iddia edenlerin de iddaları içerisine Gürcü, Türk, Kürt, Ermeni dahil edilmezler.

Dar anlamda Çerkes, Abhaz, Ubıh
Geniş anlamda Çerkes, (Abzekh, Kabardey, Şapsığ adlarıyla) Abhaz, (Apsuva, Abaza adlarıyla) Oset, Çeçen, İnguş, Kumuk, Nogay, Karaçay vs. dahil edilir.

Birincisi şu ki;

Kafkas Halkları da genellikle böyle ifade edilir. Belirleyici özellik toplumun islam tabanıyla hatalı bir şekilde alakalandırılır.

Hem Kafkas Halklarında, hem Çerkes halklarında böyledir.

Yani şimdi ben buraya yazdığım için siz inkar etseniz bile, hem Kafkas halkları diye zurna çalanların, hem Çerkes halkları diye zurna çalanların kendi tanımlarına dahil ettikleri belirleyici özelliğin bu olduğunu başkaları anlayabilmelidir.

Yani uzaktan bakılınca görülebildiği  halde, yakınlaşmak isteyenlerin göreceği en büyük konu, Kafkas Halkları argümanının borazanını en çok öttürenlerin belirlediği “Kafkas olma Kriterleri”  bilgisayar tanımıyla copy-paste edilerek ortaya çıkarılan Çerkes Halkları argümanına taşınmıştır.

Hakan Eken’i tenzih ederim, belki o “Kafkas Halkları” deyimini, deyimin kökenine uygun biçimde kullanıyor olabilir. Ancak “Kafkas Halkları” deyiminin borazanını öttürenlerin hepsi kendi Kafkas Halklarını oluşturuyorlar.

Hakan Eken’in Nedense? sorusuna cevap verebilecek bir kaç yazımı buradan (https://apiscanberk.blogspot.com.tr/search?q=makron&x=0&y=0) okuyabilirsiniz.

İkincisi şu ki;

Bir kişinin, Çerkes halkı diye bir halk yoktur diyerek, Çerkes halkı adıyla yapılan bir panele farklı bir konuyla katılıp, orada tekrar Çerkes halkı diye bir halk yoktur demesi kadar abeste iştigal edecek bir durum olamaz. Hele aynı kişinin, Çerkes yazı dilinin latin ucubesiyle oluşturulması gibi akla ve mantığa hizmet etmeyen bir girişimin içinde olması ise, Çerkes halkı yoktur diyen birinin, bu söylediği sözün üzerine dikeceği tüy olduğu anlaşıldığında iyice irdelenmesi gereken bir konu olduğu düşünülür.

Biz Çerkes halkı yoktur diyen birinin kendi beyanı üzerinden yola çıkarak onu Çerkes saymama inisiyatifimizi şöyle bir kenara koyalım da, ondan sonra devam edelim.

Çerkes halkı kendisine elbette Adığe der, tıpkı Osetlerin Alan, Çeçenlerin Noxçi, Abhazların Apsuva,  demesi gibi. Tıpkı bugün uluslararası dillerde farklı adları olsa da, kendilerine farklı hitap eden diğer halklar gibi.

Yani çıkıp, Çerkes halkı diye bir halk yoktur, Adığe halkı vardır demek;

Köpek için (Türkçe), Dog (İngilizce), Sobaka (Rusça), Kelb (Arapça), Gôu (Çince), Pas (Boşnakça) yoktur. Hav vardır demek gibi

Kartal için  Eagle, Orel, Nusar, Orao, Laoying yoktur; viiiyk vardır demek gibi

Anlamsız, boş, amaçsız, zeytinyağı felsefesiyle üretilen bir şeyi ima etmektir.

Çerkes halkı vardır. Çerkes halkının da, kendisiyle ilgili panellerde inkar edilmeye tahammülü yoktur. Bu anlamda herkes haddini bilecek, kişisel ihtiraslarını bir halkın gerçeği gibi sunmaktan vazgeçmelidir.

Değilse bile, gerçekten halkı için çabalayan insanlar; kendi ihritaslarını halkının üstünde gören insanların “Çerkes halkı yoktur” zihnihyetinin verdiği söylemiyle, o kişileri kendi halkının bir parçası olarak görmeme inisiyatiflerini kullanmaktan asla çekinmemelidirler.

**Genel Ekleme:

Çerkes halkı diye bir halk yoktur demek, aynı zamanda Abhaz halkı diye bir halk yoktur demenin, aynı zamanda Oset halkı diye bir halk yoktur demenin, aynı zamanda Çeçen halkı diye bir halk yoktur demenin, aynı zamanda İnguş halkı diye bir halk yoktur demenin vs. de en kısa ve en kestirme yoludur. Bu da öyle bilinsin. Yani bana karşı uzun süre yapılan ve hiçbir anlam ifade etmeyen propagandaların, benim milliyetçilik yaptığım iddiasının da böyle düşünülmesi gerekmelidir. Çünkü Çerkes halkı diye bir halk yoktur demek, yukarıda saydıklarımın en dar ifadesidir.

Bu ifade en anlaşılabilir haliyle şöyledir: Çerkes halkı diye bir halk yoktur, Apsuvalar, Abazalar, Adigeler, İronlar, Digoronlar ve daha bir çoğu hepsi Çerkes halklarıdır demektir.

Gördüklerim var, söyleyeceklerim var..

Siyaset için bir
çok yol ve yöntem vardır fakat siyasetin asıl olanı; bunun
bireyin kendi becerisi üzerinden yalnız başına yürütemeyeceğidir.
Fakat Çerkesler de, organize olma kavramının siyaseten bir artısı
olmamakla birlikte, eksileri kısa ve uzun vadeli dönemlerde ortaya
çıkmaktadır. En başta, siyaset yapıcıları veya üreticileri
toplumsal gerçeklik üzerine hiç kafa yormadan, toplumsal
dinamikleri ve bu dinamiklerin genel eğilimlerini tartışmadan, bu
eğilimler üzerine politika yürütmeden kendileri için kısa
süreli sürecek olsa dahi kolay olanı seçme eğilimine
yönelmektedir. Bunun oluş biçimi de; tarihsel tecrübeyi referans
alırken kendi toplumsal varlıklarının tecrübelerinden ziyade,
ideolojik tarihlerinin tecrübelerine saplı kalarak olmaktadır.
Ayrıca belirtmek gerekir ki, Çerkesler için bu oluş biçimine en
uygun siyaset yapıcıları kitlesi sol akımdadır. Türkiye’de
Çerkesler için bir sağdan bahsetmek mümkün, ancak siyaseten bir
sağdan bahsetmek komik olacaktır. Türkiye’de siyaset yapan Çerkes
milliyetçileri yoktur veya o kadar azdır ki kendi dar çevreleri
dışında gözükemez durumdadır. Kendilerine milliyetçi diyerek
siyaset yapan Çerkeslerin durumu ise resmen özürlü durumdadır.
Burada kastettiğim kitle elbette “vatan, millet, sakarya”
türküleriyle “açılmış kucağın” daimisi olmuş, “yediği
kaba pislemeyen” kitledir. Zira aklı başında herkes onların
Çerkes milliyetçisi olmayacağını bilir. Sol akımda toplumsal
dinamikler ve bunların eğilimlerini tartışmamak ve buna yönelik
politikalar yürütememek bir tarafa, çok farklı hatalar da peşpeşe
gelmektedir. Bir çok sebebin sonucu yaşanmaktadır. Fakat bütün
bu sonuçların en büyük sebebi, en başta belirttiğim üzere;
tecrübe zeminini ideolojik birikime dayandırırken, mücadele
kulvarını topluma yöneltme girişimidir. Çok basit olarak,
toplumsal tarihle ilgili detaylı bir çalışmaya girmeden; kabaca,
kısa ve keskin biçimde ortaya koyulan Çerkes kimliği, işte böyle
kaba, kısa ve keskin ortaya konmuş bir kimliğe detaylı, uzun ve
yumuşak bir vizyon belirlemek. Bunun misyonu, vizyonun detaysal
bütünlüğünün kimliğin kaba niteliğini ezdiği yerden sonra
devam edemez. Geçtiğimiz yıllarda ‘dünya anadil günü’
etkinliklerine eline Adığey bayrağını alarak katılmış, HDK
delegasyonundan bir Çerkesin basına verdiği demeçte; bayraktaki
her yıldızın bir Çerkes boyunu temsil ettiğini okumuştuk,
üstelik Çerkes boyu olarak adlandırdığı “Abhazlar, Osetler
vs.” Çerkes kelimesinin yalnızca Adığelerin Uluslar arası ismi
olmasını bir kenara bırakıyorum, diyelim ki gerçekten Çerkes;
Apsuvaları, Abazaları, Alanları, Noxçileri vs. kapsıyor olsun,
HDK delegasyonunda bulunan ve seçim vakti, İstanbul’dan Çerkesler
adına milletvekilliğine aday gösterilen birine danışmanlık
yapan bir siyasetçi, Abhazların, Osetlerin vs. bir boy olmadığını,
o bayrağın üzerindeki bütün yıldızlardan, renklere Çerkes
halkının ulusal bütünlüğünü temsil ettiğini ve hiçbir
yıldızın ayrı bir adla isimlendirilemeyeceğini bilmiyor muydu?
Ya da yine Çerkeslerin yalnızca Adığeleri temsil etmediğini öne
süren bazı kişilerin röportajlarında “Çerkesce” “Çerkes
halkı” demeleri? Ya da Çerkesler adına siyaset yapan bazı
grupların Çerkes dernekleri, etkinlikleri, köylerinde hiçbir
faaliyette bulunmamaları? Kendi gündemlerini üretemeyip, ülkenin
gündeminde saplı kalmaları? Sol akımın sosyalist birikimine laf
söylemek haddime olmayabilir, ancak bu birikime dayalı bir kimliği
ortaya koyamadıkları da bir gerçek. Bu gerçeklik ise;
kendileriyle aynı ideoloji ve kimliği paylaşarak siyaset üretmek
adına toparlanan farklılıkların birlikte birikmesini engelliyor
ve engellemekle de kalmayıp aynı ideoloji ve kimlikten oluşan
farklı gruplar arasında karşıtlık ve tartışmalar doğuruyor ve
aynı ideoloji ve kimliği taşıyan bireyler arasında güvensizlik
ve umutsuzluk yaratarak kendini köreltiyor. Bu anlamda gerçeklerin
ne olduğuna dair yorum yapmaksızın her grubun kendini referans
ettiği kimliği oturup detaylıca tartışarak karara varması ve
kendileriyle aynı düşünce ve kimliğe bağlı gruplarla bir araya
gelerek aldıkları kararları tartışmaya açmasıdır. Tüm bu
tartışmaların sonucunda ise; kaba, kısa ve keskin bir şekilde
olmadan, uzun, detaylı ve ikna edici olarak; kim olduklarını ilan
etmeleridir. Çünkü herkesin söylediği Çerkesin aynı şeyi
ifade edemiyor oluşu bile bir handikaptır. Bu konudaki önerim ise,
en azından grup oluşturarak siyaset yapıcı olanların
kendilerini, anadillerinde ifade etmeleri olabilir.

Aynı zamanda bazı
zamanlarda denk geldiğim bir diğer sorun, siyaset yapıcıların
kendi içlerinde oluşan bazı rekabet durumlarında kutuplaşmaları
ve bunu sürdürmeleridir. Aynı amaç ve yöntemleri taşıyan ve
hatta bazılarında aynı grup içerisinde ortak faaliyet sürdürmüş
kişilerin bir uzlaşmazlık sonucu birbirleriyle çatışır hale
gelerek, olayı kişiselleştirmeleri ve bu kişiselleştirmeleri
ileriye dönük bir düşmanlığa doğru evriltmeleri. Geçtiğimiz
seçimler sürecinde yaşanmış iki vaka bulunmaktadır, aynı amaç
ve yöntemde buluşan kişilerin milletvekili adayı olmuş Çerkesler
etrafında toparlayıcı olmaları gerekirken, farklılaşmayı
seçtikleri ve hatta bu farklılaşmanın bir noktadan sonra bir
çatışmaya evrildiği ve sonucun ulaştığı boyutun yarattığı
durum öyleydi ki, bir milletvekili etrafında seçim çalışmalarına
yoğunlaşmış bir grup, diğer grubun bir faaliyeti hakkında
“ramazan ramazan piknik” olarak bir ifade kullandı. Bir diğeri
ise, aynı yöntemle milletvekili olmak için düşünen bir kişi,
aynı yöntemle örgütlenmek için toparlanan kişilerin
toplantısına geldiği halde dahi, bu düşüncesini paylaşamadı.
Buradan gördüğüm kadarıyla sol cemaatte, etnik ve ideolojik bir
birlikteliğe rağmen bir bütünlük oluşmadığı ve bu durumun
bir güven kayması yarattığıdır. Halbuki kimlik ve siyaset
üzerine, aynı yol ve yöntemle mücadele veren kişi ve grupların
birlikte olması kolaydır ancak kişi ve grupların ilkeleri ve
tutumları olmadığı zaman, herkes kendi disiplinini ilke
benimsetmek isteyen bir lidere dönüşmek isteyebiliyor. Bu durumda,
ikinci yapılması gereken şey; herkesin kendi disiplinini ilke
olarak benimsetmek istememesi için ilkesel bir tartışma açması
ve taslak kararlar alması ve bunu diğer grup ve kişilerle de
tartışarak bir bütünlüğe ulaşılmasıdır. Böyle olduğu
zaman göreceksiniz ki, hiç kimse lider olma kompleksi
göstermeyecek, liderler doğal olarak bütünlüğe ulaşmış
ilkeleri içselleştirmiş kişilerden kendiliğinden çıkacaktır.

Kürtçü Çerkesler

Türkiye’de Kürt sorunu devletin şiddetini arttırdığı ölçüde derinleşiyor mu? Evet. “Görünen köy klavuz istemez” derler. Şimdi Türkiye Kürdistan’ına bakınca görünüyor ve klavuzların hepsi hokkabazlık peşinde. Şuradan bakınca gözüken en net şey, Devlet; Kürtleri öldürebilecek, onları katledebilecek, kentlerini mezarlığa çevirebilecek bir gücü var. Ancak Kürtleri teslim alabilecek hiçbir güç yok. Eğer olsaydı, şimdiye çoktan almışlardı. Bir tarafta, savaşmak için üretilmiş kitle imha silahları, zırhlı mı zırhlı, etkili mi etkili.. Diğer tarafta zırhsız vücuduyla, zırhlı savaş canavarlarına direnen bir inanç. Üstelik bu savaş 3-5 aylık değil. Kürtler ziyadesiyle bağırdılar “birlikte yaşayalım” diye. Bu saatten sonra hiç kimse onlara “biz sizin yanınızda yaşayalım” dedirtemeyecek o kesin, fakat bir de şu “birlikte yaşam” nasıl bir paradoksa dönüştü onlar için hayal bile edemiyorum. Kürtlerin birlikte yaşam diye çığlık ata ata öldükleri diğer halklar, ki en başında şüphesiz Türkler geliyor, Kürtlerle birlikte yaşamak istemiyor, hatta Kürtlerin ölüsüne, dirisinden fazla kıymet veriyorlar. Elbette hepsi değil, ama büyük bölümü öyle!  En başta söylediğim gibi, Kürtler ölecek, katledilecek, kentleri paramparça edilecek, evleri mezarlıklara çevrilecek ama yenilmeyecekler. Çünkü teslim olmayacaklar, olmayacakları çok açık. Teslim olmayacaklarını yalnızca kendileri ve biz değil, yaşamı onlara zehir edenler de biliyorlar. Bütün bu savaşın çıkacağı yer; Kürtler yalnız mı kazanacaklar yoksa hep birlikte mi kazanacağız? Çünkü Kürtler yalnız kazanırsa, geri kalanlar eski sefil hayatlarını yaşamaya devam edecekler. Eski sefil hayatlar demişken? Bugün anadil dersi denen ucubeye dahi bel bağlamış halkımızın, onu kazanmak için hangi bedeli ödediği de araştırılabilir.

Kürtçülük?
Kürtçülük ithamının kullanıldığı her yerde kuşkusuz Türkçülükte kullanılır, çünkü Kürtçülüğü bir itham olarak var eden en temel sebep Türkçülüktür. Kürtçülük ithamı; Türkçülük içerisinde cep oluşturan insanların milliyetçi duygularını azdırmak üzere kullanılmaz, zaten Türkçülük doğası gereği Kürtlere düşmandır, ama yalnızca Kürtlere değil, Türk olmayan, kendini Türklüğe sunmayan herkese, her topluma düşmandır. Kürtçülük ithamı daha çok Türkçülük karşısında refleks kazanmış, içinde minimum da olsa eşitlik, adalet ve özgürlük taşıyan insanlara yönelik bir ifadedir ve o yüzden Kürtçülük tanımlanmaz, tanımlanmış olan Türkçülük ifadesinden sonra ortaya konur ve aynı şeyi ifade ettiği algısı oluşturulur. İçinde minimum insanlık değerleri taşıyan hedef kitlenin kafası karışır. Her ne kadar kabul etmesekte, en azından onların tarif ettiği Kürtçülüğü açmak zorunda olduğumuzu işte bu minimum insanlık değerleri taşıyan insanların kafasındaki bulanıklığı gidermek üzere anlamalıyız. 
Çerkesler açısından Kürtçülük-Türkçülük nedir?
Türkçülük; Kendini inkar etmektir
Kürtçülük; Kendini ifade etmektir
Türkçülük; Çerkesya’yı unutmaktır
Kürtçülük; Çerkesya’yı hatırlamaktır
Türkçülük; Çerkesce’yi kaderine terk etmektir
Kürtçülük; Çerkesce’yi yaşatmak üzerine mücadele vermektir
Türkçülük; “Ne mutlu Türküm diyene” diye bağırmaktır
Kürtçülük; Ben Türk değilim, Çerkesim demektir
Türkçülük; Hizmetçi olma hakkını içselleştirmektir
Kürtçülük; Eşit olduğumuzu ilan etmektir
Türkçülük; Bir kab yemektir
Kürtçülük; Binlerce yıllık kültürdür
Türkçülük; Ölümdür
Kürtçülük; Yaşamdır
Türkçülük; Savaştır
Kürtçülük; Barıştır
Türkçülük gerçektir, Kürtçülük hayaldir. Çünkü Çerkes gençleri Çerkesceyi unutup Kürtçe konuşmuyorlar, Çerkesya’yı unutup Kürdistan’a yurdumuz demiyorlar, Çerkes tarihinden koparak Kürt tarihinde erimiyorlar.  
Peki en kısa özetiyle bir Çerkes için nasıl açıklayabilirim?

Türkçülük nedir?

Esad Bozkurt’un üzerini çizdiği üzere, kendini Türk’e, Türklüğe hizmet etme aşkıyla adayan, kendisinden alınana razı, kendisine verilene razı, hiçbir zaman Türk olamayacak zavallı kimselerdir. Kendisinden alınan; binlerce yıllık tarihi, o tarihin içerisinde yoğrulan dili, kültürüdür. Kendisine verilen ise “bir kab yemek”tir. Bütün amacı, ona pislememektir.

Kürtçülük nedir?
Kürtçülük ise, çoluk-çocuk demeden insanların öldüğü bu savaş karşısında “barış” deme cüretkarlığını göstermek, birlikte yaşamın tek formülünün eşitlik olduğunu söylemektir. Buna alerjisi olan Türkçülüğe karşı mücadele etmektir, diğer mücadele edilenlerle birlikte “birlikte yaşam” şiarıyla hareket etmektir.
…gerisi mi? Yok efendim Kürtleri ABD, AB kışkırtıyormuş.. Kürtler BOP’un oyuncağıymış.. Siyonistlere hizmet ediyormuş gibi bir takım batılların derlendiği, kısaca “dış mihraklar” olarak adlandırılan kara mizah kitabı. Çünkü aklı yeterince kıtlaştırılmamış her insan, bugün Türkiye’yi savaşa sürükleyen devletin, ABD, AB ile ilişkilerini sanıyorum görebilir, BOP’un neresinde durduğunu ve bugün siyonistlerle hangi hukuka sahip olduklarını işitir. Türkiye ABD’nin ortadoğu karakolu değilse, incirlik üssü sanıyoruz Kürdistan’a ait. ABD ordusu için TBMM’nden değilde, Kürdistan Meclisinde tezkereler imzalandı. Kore’de, Afganistan’da ABD’nin müttefiki olarak Türkiye değil, Kürdistan bulundu? daha bütün bu yazı uzar gider…
Nazım Hikmet Ran’ın Vatan Haini şiirini hepiniz bilirsiniz, 

“Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.”
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson’un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
“Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.”

Bizim de diyeceğimiz aynen budur; Çerkesler Kürtçülüğe devam ediyor hala! Kendi kentlerine tankla, topla giren devletin öldürdüğü küçük çocuklar yaşasın dedi Çerkesler! Birlikte yaşayabiliriz diyenlere omuz verdiler, birlikte yaşayabileceklerini söylediler. Çerkesler Kürtçülüğe devam ediyor hala! Hala inanıyorlar, birlikte; eşit ve özgür bir yaşam sürebileceklerine; Kürtlerle, Türklerle, Abhazlarla, Araplarla!  

Etnik ve Sınıfsal açıdan Çerkeslerin ince işler tarifesi

En başta açık konuşmak gerekirse, ben bir ulus olmakla, bir ulusun içinde bir siyasal unsur olmak arasındaki çizgiyi iyi çözümlemek gerektiğini düşünüyorum, ancak bugün bir çok yerde bu çizginin olmadığını söyleyebilirim. Zaten sanıyorum bugün önümüzü tıkayan en büyük engelde bu çizginin olmaması. Bu çizgi Çerkesler için henüz çözümlenmemiş diye ya da bugün Çerkesler açısından bu çizgi henüz ilan edilmemiş diye biz toplumsal sosyolojimizde bu çizgiyi inatla yok sayarak, yok edemeyiz. Ancak sadece, bunun doğurduğu bir takım krizleri aşacak çözüme yaklaşamaz, birbirini tamamlaması gereken süreçlerin, birbiryle çatışarak kısa süreçte anlamsız bir yormasını ve uzun süreçte de ne yazık ki kalıcı zararlar doğurmasına sebep olabiliriz. Aslında bugün olmaktayız da. Bu çizgiyi çözümlemek, kabullenmek ve gereken yere koymaktan çekinemeyiz, bu siyasal kulvarda hem etnik hem de sınıfsal mücadele veren herkesin sorumluluğunda. Yoksa olan açıktır; işte bu çizginin yoksunluğu; bu iki alanda da yedeklenen insanların enerjisini birbiriyle seyrelterek kendi çizgisini toplumumuza inşa eden ve bugün kabullendirmeye başladığı açık olan egemenlerin her iki alanın da mücadelesini erittiği bir noktaya dönüşüyor.  5 Aralıkta yazdığım ‘Doğru olana – katkı sunun/engel olmaktan vazgeçin’ yazımda, bugüne kadar aktif bir şekilde sahada yürüttüğüm siyasal faaliyetler gün yüzündeyken ve ben bugün hala o çizgide, daha ileriye gitmenin yollarını irdelerken, ulus olmakla, ulusun içinde siyasal unsur olmak arasındaki çizgiyle ilgili açıkça şöyle yazmıştım:

…Her Çerkes müslüman, hristiyan, ateist, işçi, patron, devrimci, milliyetçi olabilir, fakat çerkeslik bunlardan hiçbiri olamaz..! İşte kimileri işi gücü bırakıp, bir bütün olarak Çerkesliği yukarıda saydıklarımdan birine, birinin aracına veya uydusuna çevirmeye çalıştığında; Çerkesliğe, kendinin olmayan bir ağırlık koymuş olur ve bu ağırlık her gün ağırlaşır, bir gün taşınamaz hale gelir. Herbiriniz bir Çerkes olarak ne olmak istiyorsanız olun, ama olmak istediğiniz veya olduğunuz şeyi Çerkesliğe zorlamayın… 

Benim için, yukarıda belirttiğim her Çerkesin ne olabileceği ancak Çerkesliğin ne olamayacağı konusu tartışmaya bile açık değil. Epey zamandır, dünya görüşünde birbiriyle zıt duran ancak bana karşı düşmanlıkta ortaklaştıklarını fark ettiğim bazı insanların velvelelere kapalıyım, kendileri çalıp, kendileri oynarlar formülüyle o arkadaşlara babamın bana öğrettiği bir Adığe üslubuyla kendimce zaten cevap veriyorum ama, bu çizginin malum kişilerin dışında samimi bir şekilde mücadele yürüten unsurlar içerisinde dahi tartışılmadığını ne yazık ki görüyorum. Biz bugün en azından Türkiye’de bunun sonuçlarını yaşıyoruz ve bu çok üzücü. Umuyorum ki, en kısa zamanda bu konunun önemi bu halkın geleceğine yönelik siyaset yapan herkesce anlaşılır ve o çizgi belirginleşir. Aksi takdirde ise, bugüne kadar olduğu gibi; birbirini tamamlaması gereken unsurların, birbiriyle çatışması durumu sürecek ve bu krizi egemenler kendi çıkarlarına uygun biçimde kullanacakları çizgileri halkımıza inşa edecektir. Bugün devletin geçmişte yaptığı hataları kısmen kabullenerek, bunlara karşı her ne kadar samimi olmasa bile diğer halklara tanıdığı bazı ayrıcalıkların sebebi nedir hiç düşünebiliyor muyuz? Kürt Ulusal hareketi, Türkiye sol hareketini haklı olarak peşine takabiliyorsa, bu-da ön açıcılığından değil mi? Lenin’in “Ezilen Ulusların Milliyetçiliği” üzerine görüşü ortadayken, belki bu ülkede en çok ezilen bir ulus olarak Çerkeslerin, anavatanlarına yaklaşmaya yönelik çabaları dahi, Çerkeslerin içindeki sol hareketin en ağır saldırılarına uğradı. Çerkeslerin içindeki yurtsever hareketler de, kendi yurtları ve tarihleriyle adeta savaşan asimilasyon çarkının politikalarına karşı konumlanması gerekirken bu sol harekete karşı saldırıya başladılar. İşte bu iki anlayışın tamamen birbirine karşı ortaya koyduklarını ilan ettikleri siyaset hastalıklıdır. Bu durumda şu anlaşılmıyor ki, ne Çerkes sosyalistlerinin ideallerini engelleyen Çerkes milliyetçileridir, ne de Çerkes milliyetçilerinin değerlerini yok eden Çerkes sosyalistleridir. Şu aşama da, bu iki cenahın ‘Çerkeslik’ olarak ilan olunabildikleri tek şey ortak dertleri ve talepleridir üstelik. Gerisi, bu dertlerin ve taleplerin yöntemiyle ilgilidir Çerkeslik öznesinde. Yoksa iki tarafın taraftarları da önüne, anti-demokratikleşen bir Türkiye’nin, hem Çerkeslere hem de diğer halklara hem de sınıflara karşı nasıl da aynı zararı verdiğini anlayabilmeyi denemeliler. Giderek tek dil, tek din, tek millet, tek vatan diye başlayan ve pratikte hakikaten bunun karşılığına topyekün savaş ilan eden egemen zihniyetin ülkeyi soktukları halden etkilkenmeyen var mı? Geçen yıl Kasım ayında yazdığım ‘Ulusal Şizofreni‘ isimli yazımda da bu soruyu soruyordum, birbirini tamamlaması gerekirken, birbiriyle çatışarak egemenlere büyük bir fırsat veren zihniyete karşı:

Bunlar bizim dışında kaldığımız şeyler miydi? Tam içinde, iliğimize kadar dayanan ve bizi sindiren şeyler değil miydi? Diasporanın ulusal bilincindeki kaosu sürdüren, bu sinme, bu aydın zümrelerinin yok edilişi/susturuluşu değil miydi? Hepimizi, kendi kulvarının en radikal Çerkesi yapıp, başka kulvarlara karşı düşmanca yaklaştıran şey değil miydi bunun sonucu.

Kısacası sevgili dostlarım, Etnik ve Sınıfsal siyaset açısından ortaya konulması gereken çizginin bir çözümlenmesi olmadığı için, bugün ince işler tarifesinde ancak birbirimize karşı üstünlük kurmaya çabalıyoruz, halbuki ne Çerkesliği ne de Proleteryayı zafere taşıyacak olan şey de bu değil. İnce işler tarifemizi, kim olduğumuzu ve ne istediğimizi, biricikleştiğimiz yerden tanımlamakla mümkün olabilir. Yok, kimisi devrimciliğini kimisi yurtseverliğini Çerkesliğe sabitleyip, geri kalanları elage ederek bir mücadele yürütmekte ısrarcıysa, dansöz olmaları artık an meselesi demektir.

Ben yolumu yine geçen yıl temmuz ayında yazdığım “Hasımlıkta, Hısımlıkta birer Seçenecek” isimli yazımda şöyle belirtmiştim

 Herkes, etnik kimliği ile siyasal kimliğini mukayese ediyor ve birbirini hizalamaya çabalıyor ama ikisi aynı şeyler değil. Hele ki, etnik olarak aidiyet hissettiği kimlikte bile yabancılaşmış, henüz etnik olarak bile doğru-istikrarlı bir raya oturmamış bir toplumda, siyasal faaliyet yürütmek, yürütülen siyasal faaliyetleri analiz etmek; tezler oluşturmak ve kararlar vermek çok zorken, bu iki kimlik biçimini konuşmak pekte kolay değil. Fakat şu ısrarla anlaşılmalı ki; artık bir noktadan başlanmalı. Zor, ama ertelenemez bir durum; bunu yapacak olan; henüz hiçbir konuda kendini netleyememiş ve sınıf söylemleri, haber yorumlamaları, herşeye ama herşeye maydonoz olunmaları dışında başka hiçbir halta yaramayanlar değil. Bunu yapacak olanlar kuşkusuz ki netleşmiş olanlar.

ve bugün de aynı düşünceleri sürdürüyorum.

Gençlerle birlikte üreten taraf olacağız.. İnsanlığı da, Çerkesliği de.

Bugün şartlar bizi ne kadar rehin almış durumda farkındayız. Birkaç gün önce bazı arkadaşlarımıza, refahı daim olmuş izlenimi verdiğimizi farkettim de, bir yanlış anlaşılmayı düzeltmek isterim. Aman ha sanmayın ki burada güllük gülistanlıktayız, derdimiz-tasamız yok, aklımız üretegeldikçe üretimi ortaya koyabiliyoruz diye. Şartlar hiç olmadığı kadar ağır ve biz bu ağırlığı da iliklerimize kadar hissediyoruz, şartların ağırlığı yetmiyor gibi, bir de namlunun ucundayız. Kötü şeyler de yaşıyoruz, bunları söylesek bir dert, söylemesek bir dert.. ancak şartlara tamamen teslim olmuş değiliz ve sanıyorum ki bazı arkadaşlarımızın algılarını karıştıran da bu. Herşeye rağmen, kardeşlerimizle birlikte varız ve olduğumuz yeri tüketen değil, olduğumuz yeri üreten bir anlayışta ısrarcıyız. Çerkesya Yurtseverlerinin deyimiyle, “Çerkes Kalma” mücadelesini veriyoruz. Çerkes kalma mücadelesinin tüketen değil, üreten tarafı olma tutarlılığını sürdürmekte de ısrarcıyız. Demokratik Çerkes Kongresi Girişiminin de, “Büyük İnsanlık” içerisine sığdırdığı Barış, Adalet ve Eşitlik mücadelelerinin üreten tarafı olmak konusunda tavrımız kesindir. Biz, bugün olmayan tüm imkanlara ve olan tüm sıkıntılara rağmen, İnsanlığın da, Çerkesliğin de üreten tarafındayız. Öyle olmaya ve her yapının içinde mücadele tüketenler için üretmeye de devam edeceğiz. Doğru olan her kavganın ardında bizim izimizi bulurken, yanlış olan her söylemin karşısında da yüzümüzü göreceksiniz, doğruyu kimin yaptığının veya yanlışı kimin dillendirdiğinin hiçbir değeri yok. Bugün tam anlamıyla bağımlılıkta  yalnızca insanlık değerlerine ve Çerkes halkının onuruna bağlıyız ve geri kalan her yerde özerk bir durumdayız.  Tüm gençlerin de bu özerk yapıda olmasını arzuluyorum, bunu kendi enerjilerini tüketmemeleri, Çerkes halkına ve insanlık onuruna güç üretmeleri açısından istiyorum..

Doğru olana -katkı sunun/engel olmaktan vazgeçin!

Başlangıcı itibari ile, kendi özgür varlığını ve temsiliyetini bazı anlaşılabilir veya anlaşılamaz faktörler sebebiyle ortaya koyamayan, çarpık ve temelsiz bir söylem veya karşılığı olmayan kavramlar ile kendini inşa eden örgütlerin bir gün gelip yaşayacağı en kaçınılmaz şey krizdir. Bugün biz Çerkes toplumu içerisinde faaliyet yürüten anlayışların bir kısmında bu krizin işaretlerini alıyoruz. Esasında tarihin bize verdiği en büyük sorumluluğumuz bu krizi derinleştirmek ve bu tip örgütlerin başlangıcı itibariyle ortaya koyması gereken özgür varlık ve benzersiz temsiliyet aşamasına kadar sarsmaktan ötesi değil. Ancak ne yazık ki, bu toplumda kötü çocuklar olma riskinin çok yüksek tutulduğu bir neden. Fakat er-geç; bu krizin sıkıştığı ve patladığı bir yer olacak, hatta artık bu neredeyse bir an meselesi. Bu krizin izlerini görmeden, sebeplerini konuşan ve ortalığı velvele alanına çevirerek kendilerini istemese dahi erteleyen bazı güruhlar var, bu krizi o güruhun velvelesine saklayarak kendi özgür varlığını ve temsiliyetini inkar eden bir güruh daha var, işte ben ve genç arkadaşlarım tam da bu iki güruhun orta yerindeyiz ve krizin izlerini takip etmekteyiz. Velvele ve inkarın çarpışma alanında, doğru olanın hayata dönmesi için uygun anı bekliyoruz. Buradan yola çıkarak, geriye doğru bir çok yazımda; bu uygun anın taşıyacağı doğru üzerine sadece benim yazdığım tam 180 metin bulunuyor. Bir çok kardeşimin de, benden az olmayan metinleri de erişilebilir bir yerde duruyor, üstelik bu buz dağının görünen tarafı; bir de henüz kaleme gelmemiş düşüncelerimiz, hayallerimiz, arzularımız; fikirlerimiz var!

Bir de çağrımız var! size, bize, hepimize; Çerkeslere! : Doğru olanın, gerçekleşmesine katkı sunun!

 Nice zamandır, yanlış anlaşılma korkusuyla ağzıma kadar geldiği halde sustuğum bir şey var, nice zamandır sustuğum içinse bugün duyduğum pişmanlık cabası. Biz, Türklüğü, Türkiyeyi, Dine, Müslümanlığı vs, Çerkesliğimize soslarken, asalet ve nezaket masallarıyla ninniler dinleyip uyurken, bu sorumsuzluğumuzun bedeli, Çerkes kültürüne ağır gelmeye başladı. Eğer gelmeseydi; bugün dilini konuşamayanların, tarihini bilmeyenlerin çoğunluğa ulaştığı bir nesil olmayacaktık. Ağır geliyor. Bu ağırlığı, bedeli ne olursa olsun artık üstümüzden atmak zorundayız. Hiç kimseye bir halkı sevmemeyi, bir devlete antipati duymayı veya bir dinden çıkmayı dayatmıyorum, ancak Çerkes toplumu içerisinde her mevzuyu bir devlet meselesine ve politikasına taşımayı, bir halka aidiyet noktasında getirmeyi, bir din meselesine çevirmeyi; yanlış olan şeyi üstümüzden atmayı söylüyorum. Yeter artık, bunlar Çerkesler içerisindeki farklı fikirler, inançlar değil. Bunlar Çerkesliği yiyip bitiren, Çerkesliği tüketen şeylerden başkası değil. Çerkesliğin ne Türkiyeye, ne Türklüğe ne de Dine ihtiyacı yok, henüz hiçbir Çerkes bunları bilmiyorken, tanımıyorken çok uzun yıllar yaşıyordu Çerkeslik. Bugün artık bunlarla birlikte yok oluyor ve doğru olanın gerçekleşmesini bunlar engelliyor. Ya doğru olanın gerçekleşmesine katkı sunun ya da doğru olanın gerçekleşmesine engel olmayın. İsteyen ne olmak istiyorsa gidip olsun fakat Çerkesliği rahat bıraksın.

her Çerkes müslüman, hristiyan, ateist, işçi, patron, devrimci, milliyetçi olabilir, fakat çerkeslik bunlardan hiçbiri olamaz..! İşte kimileri işi gücü bırakıp, bir bütün olarak Çerkesliği yukarıda saydıklarımdan birine, birinin aracına veya uydusuna çevirmeye çalıştığında; Çerkesliğe, kendinin olmayan bir ağırlık koymuş olur ve bu ağırlık her gün ağırlaşır, bir gün taşınamaz hale gelir. Herbiriniz bir Çerkes olarak ne olmak istiyorsanız olun, ama olmak istediğiniz veya olduğunuz şeyi Çerkesliğe zorlamayın. Bugün, Çerkesliğin nüvelerini oluşturan özden ne kadar saptığımızı ve o nüvelere tekrar nasıl kavuşacağımızı düşünün, işte bugün Çerkesliğin, kendini oluşturan o nüvelere ihtiyacı, herşeyden daha çok.. Bugün Cherkess TV isimli bir internet televizyonu projesi için gittiğim kuzenim Murat’ın evinden dönerken Bağlarbaşında ihtiyar bir amcayla sohbet ettim ayaküstü yürürken. Kolumdaki orak-çekiç dövmesini görüp “Ah siz genç devrimciler” dedi gülümsedi ve devam etti “Ben 68 kuşağındanım, bizim zamanımızda devrim; emeğiyle yaşayan insanlara hizmet etmek için siyasal bir uydu idi, bugün ise emeğiyle yaşayan insanlar, devrimin teorik uyduları haline geldiler” dedi. Ben, dünyaya eşitliği, adaleti, özgürlüğü; insanlık için istiyorum. Çerkesliği de insanlık aleminin bir parçası olarak, eksiksiz veya fazlalıksız görüyorum. Siz de açık konuşun, Çerkeslik sizin için, Dininiz, Türkiye’nin, Türklüğün, Devrimin, Milliyetçiliğin, Paranın uydusu mu? Yoksa Paranız, Milliyetçiliğiniz, Devriminiz, Türklüğünüz, Türkiye’niz, Dininiz Çerkesliğin uydusu mu? Eğer Çerkesliğiniz, insanlık aleminin dışında başka bir şeyin uydusu ise artık diyecek lafım yok ama diğer şeyler Çerkesliğinizin uydusu ise, lütfen bunu gözden geçirin ve en namuslu olanı seçin. Bu yüzden doğru olana katkı sunun ya da doğru olana engel olmaktan vazgeçin

Ne Dinlerin, Ne Türklerin ne de Türkiye’nin size zerre kadar ihtiyacı yok. Dinler, Türkler ve Türkiye; Çerkeslere kıyasla kendi geleceğini zaten epeydir garantilemiş durumda. Sadece Dinlerin, Türklerin ve Türkiye’nin değil, Arapların, İngilizlerin, Osetlerin, Abhazların, Çeçenlerin de Çerkesliğe ihtiyacı yok, onlar da kendi rüştlerini Çerkeslere kıyasla katbekat ispatlamış, her biri yurdunda, paramparça edilmiş Çerkesya’ya kıyasla, dillerini ve kültürlerini daha garanti etmiş durumdalar. Hiçbirisi, bizim kadar muhtaç ve ağırlaşmış değil. Bugün eğer bir ihtiyaç varsa, Çerkeslerin onlara ihtiyaçları var, Çerkeslerin; Rusya’da, Türkiye’de ve tüm dünyada, sadece Çerkesliğin giderek yok oluşunu engellemesi için eşitliğe, adalete, özgürlüğe ihtiyacı var. Tüm bunlara çoğalmak içinse, dünyadaki kardeş halkların omuz vermesine ihtiyacı var.

Doğru olan, bugün içler acısı noktaya gelen Çerkesliği görmek ve onun geleceği için doğru olanın hayata geçmesine katkılar sunmaktır,eğer bu yapılamıyorsa bile, yapılacak en güzel şey; doğru olanın hayata geçmesine engel olmamakltır.