Politik Hat(P.H.): Bizleri oluşturan nüveler (2) : Coğrafya

İnsanlık nüvesini, bir önceki yazım da anlattım. Coğrafya nüvesi, bir önceki yazımın bir devamı olarak okunmalıdır. Bir Çerkes, olması gereken her şeyden önce insan olmalıdır ve akabinde ise bir yerde birikmeli; topluma dönüşmelidir. İnsan topluluklarının biriktiği yere siyasal olarak vatan, yurt gibi kavramlar denir. Şu kadarını söylemem gerekirse, bir Çerkes; herşeyden önce insan olmalı ve bir yere birikmiş olmalıdır, öyle ki; sadece nicelik olarak değil, aynı zamanda bir nitelik olarak; tarihsel, kültürel olarak da birikmelidir. Biz bugün Çerkeslerin nitelik olarak biriktiği tarihsel coğrafyaya en basit ve anlaşılır adıyla; Çerkesya diyoruz.. İnsanların her anlamda birikip bir kültür oluşturduğu, o kültür üzerine bir tarih yazdığı coğrafyanın adıdır Çerkesya. Bu anlamda; politik bir dayanak olarak; bugün her nerede yaşıyor olursa olsun, kendine kültür biriktiren geçmiş insan topluluklarının ardılları, kültürlerinin biriktiği coğrafya olarak Çerkesya’yı bir an olsun aklından çıkarmamalıdır. Coğrafyasının, insana kattığı çok şeyi olur, bugün bir Çerkesin; Çerkesya’yı umursamadan, oradan kopmuş ve orayı düşünmeyen yapısı dururken, Çerkesliğin sözüm onlara asalet ve nezaketini süs eşyası gibi diline dolaması, kalitesizliktir. Bilinmelidir ki; bugün eğer diaspora, bir asalet ve nezaketten bahsedecekse, üstelik bunu kendi başarılarından ziyade, tarihin kendine taşıdığı gerçekliklerden alacaksa, bu asalet ve nezaketin temeli; Çerkesya’dadır. İşte bu gerçeklik, hayatımızın merkezinde olmak zorundadır.

İnsan topluluğunun yaşadığı coğrafyadaki zorluklar ya da endemik farklılıklar, o toplulukta bazı duygu ve davranışları tetikler, bir coğrafyanın gerek konumu gerekse içerisinde bulunan kaynakların ilgi çekiciliği de, başka bir toplumun, o coğrafyaya karşı durumunu tetikler, özellikle savaşların neredeyse bir çoğunun sebebi de budur, böyle durumlar karşısında bir insan topluluğunun ortaya koyduğu kültürün, yurduyla ilişkisi kesinlikle yadsınamaz. Çerkes toplumu da, Çerkesya’nın coğrafyasının gerektirdiği bir kültürü ortaya koyan insan topluluğudur ve toplumsal olarak kültürleştirilmiş neredeyse her şeyin, Çerkesya ile bağlantısı bulunmaktadır. Bu durumda, sürgünlük bir Çerkesin, oraya yokmuş gibi Çerkeslik imkansızdır, böyle bir hayatı ona dayatmak zulüm, böyle bir geleceği ona anlatmak, yalandır. Atalarımız olan insan topluluğuna bugün ki kültürünü veren Çerkesliği, geleceğimizin önceliğine koymalıyız, fakat tüm bu sürecin içerisinde, başka bir coğrafyada yaşamaya zorlandığımızın bilincinde, başka bir coğrafyada yaşamaya alıştırıldığımızın farkındalığında olmak, bu işleyişe karşı da bir duruş sergileyerek, gelecek vizyonun en önüne Çerkesya’yı koyarken, geri döneceğimiz o güne değin, birinci  yazımda anlattığım “insanlık nüvesinin” gerektirdiği gibi onurlu bir duruşu, Çerkesya coğrafyasına dönene dek savunmak zorundayız.

Politik Hat: Bizi oluşturan nüveler 1: İnsanlık

Aslında üstün körü yazdığım şeylerdi bunlar, fakat tekrar etmenin ne zararı var ki?  Bir Çerkesin, her şeyden önce; insan olması gerekir. İnsanlık değerleri taşıması gerekir. İnsanlık değerlerini bilmeyenler azımsanmayacak kadar varlar, o halde hep birlikte hatırlayalım nedir bu değerler?

Özgürlük

Özgürlük göreceli bir kavram, sözüm ona; yaşadığınız kentte çalıştığınız yerle ikamet ettiğiniz yer arasında eve giden onlarca yoldan hangisine karar verebiliyor olmanız da bir özgürlük, yemeğinize tuz atıp atmayacağınız da. Ancak bugün, bunu yaşadığımız ortamda ortaya koyacak olursak; kendimizi ifade etme özgürlüğümüzün de bu kavramın içerisine girdiğinin bilinmesi gerekir. Bu özgürlük eğer ki rahatça kullanılamıyorsa, eğer birileri başkalarından korkarak, çekinerek bunu yapamıyorsa orada bir ihlal, orada bir sorun var demektir. Peki gelelim bu durumun Çerkesler üzerindeki bugün ki politik hattına. Neler yaşıyoruz, neler. Yaşadığımız onlarca şeyden sonra, çok rahat biçimde söyleyebilirim ki, bugün Türkiye’de henüz insanlık değerlerine sahip olmayı başaramadan Çerkes olmayı deneyen insanlar var. Nasıl mı? Ne zaman farklı bir ses duysa kendini ifade eden, hemen oraya çoğalıp; ana-avrat küfür eden, kırıcı, rencide edici hakaretler yağdıran, yalana sarılan, iftiraya başvuran kitlelerle karşılaşabilirsiniz Çerkesler içerisinde. 
Saygı

Saygı, insanlık aleminin belki de en önemli değerlerinden birisi, hele ki biz Çerkesler için sürekli bir övgü kaynağı gibi. Peki nedir bu saygı? Genelde bilinen şekliyle; küçüğün büyüğe karşı hassasiyeti, ona karşı hizmeti, davranışındaki incelik değil mi? Evet, onlar da saygı ancak saygı sadece bunlardan ibaret değil. Saygı; ilişki halindeki yaşamın birbirine olan sorumluluğudur. Mesela, Akkuyu’da Nükleer santral yapmak için kesilen ağaçların “yaşama hakkı” hiç kimsenin umurunda değil, işte bu bir saygısızlıktır. Neyse, böyle derinden gidersem zaten genelde bu şeyleri hiç anlamayan birileri, iyice kendinden geçecek. Çerkesce isim/soyisim köy adlarına isim vermek mesela, Çerkeslere saygılı olmaktı. Olunmamıştı. Çerkeslerin acılarını bilmek ve hassas davranmak (Çerkes Soykırımı ve Sürgünü) onların asimilasyona karşı direnme hakkını anlamak, yardımcı olmak ta bir çeşit saygıdır. Yurtlarına geri dönme iradelerini duymak, bunun için yapılan çalışmalara engel olmamak, hatta kolaylaştırmakta bir çeşit saygıdır. Siyasal tercihlerine; küfür etmemekte öyle.
Ayrımcılık yapmamak

Çok klişe; ne zaman birileri Kürtler için verdiği mücadele de yükselse bir anda aslında o Kürt değil, Ermeni derler. Bugün de yaşadığı ülkenin daha demokratik olması için mücadeleye katılan Çerkeslere, bunlar Çerkes değil, Ermeni.. Rum vs. diye bir trend var. Gelelim mi ayrımcılık yapmamak konusuna; sahi burada 1071’den önce kim yaşıyordu? Ermeniler, Rumlar falan değil mi? Pardonda, daha 150 yılı azıcık aşmış tarihinde, sen hakikaten buranın onlardan daha çok sahibi olduğuna inanıyor musun? Bir Ermeni’den neyin fazla? Bir Rum’dan neyin çok? Gelmiş bir de böyle-şöyle diye sanki onlardan fazlaymış gibi konuşuyorsun ya eblehin tekisin demezler mi sana? Beğenmediğin Ermenilerin bu topraklarda tarihi var, İstanbul’da gezerken gördüğün tarihin Mimar Sinan kısmı dahil, taş işçiliği ve marangozluk başta olmak üzere onların hiçbirinde senin imzan yok. Neyse, haberin olsun. Birine hakaretmiş gibi “o, bu değil ermeni..” şunlar bu değil, rum” demek ayrımcılığın dibine vurmaktır. Hemde deli saçması bir cesaretle..
Hoşgörü

Bir Çerkes ateist miş? velelelelelele.. yok efendim eşcinselmiş abooov.. yok efendim HDP’ye oy vermiş; daha neleeeer! Yediğimiz kab, pislediğimiz şey.. Hoşgörü; farklılıklara saygılı olmak demek. 
Eşitlik
Mesela, anadilini konuşabilmek, tarihini bilebilmek, bu yüzden herhangi bir engele takılmadan diğer insanların yapabildiği şeyleri yapabilmek bir eşitliktir. Anadilini konuşabilmek için, anadilini asimile edenlerin politikalarına direnmek, Çerkes kalmak için.. küfür yemeden, tehdit almadan mücadele vermek eşit olmak istemeye karşı hoşgörülü olmaktır
Dayanışma

Ben tek başıma bir şeyi yapabilecek güçte değilim, bunun için benimle hemen hemen aynı şeyi yapmak isteyen birileriyle el ele verip çalışıyorum; biz buna dayanışma diyoruz. Mesela; bir Çalıştay yaparsın, sonuçlarını gider Sırrı Süreyya’ya verirsin, o da alır meclise taşır? Mesela 21 Mayıs’ta adam seni meclisteki kürsüsüne çıkarır; buradan konuşabilirsin der. Mesela Sochi Çerkeslerin tarihsel anavatanıdır, orada olimpiyat düzenlemeyin der. Mesela; Çerkeslerin sorunlarını araştıralım, çözüm üretelim diye meclis genel kuruluna önerge verir? 
Kardeşlik

Mesela Suruç’ta katliam yapıldığında, o katliamda hayatını yitiren tüm insanlara, diline, dinine, siyasi görüşüne bakmaksızın yaşadıkları bu acıdan ötürü üzülmek? Mesela 21 mayısa Lazların, Türklerin, Kürtlerin gelip katılması acımızı paylaşması. Mesela Ankara katliamında üzülebilmek..
Sevgi

En azından karşındakilerin varlığından rahatsız olmamak.. bugün bizim varlığımızdan rahatsız olanlar? Kürtlerden, Ermenilerden rahatsız olanlar? Unutmayın.
Dostluk

Öyle bir şeydir ki, sana su lazım olur dostun su bulur. Ölürsün, tabutunu taşıyacak biri gerekir, o dostundur. Bugün sana lazım olan ne? Bugün yanında duran kim? Ölülerimizi omuzlayanlar kimdi? 
***
Gelin yukarıda temel insanlık değerlerine sahip olanları tespit edelim, hangi görüşten ve inançtan olursa olsunlar onlar Çerkesliğin ahenk taşlarıdır. Onlar, yüreğindeki insanı muhafaza etmiş, bugün yanlış yapsalar dahi, yarın bunu düzeltebilecek art niyetsiz kimselerdir. Ancak yukarıdaki İnsanlık değerlerinin zerresini bulundurmayan, henüz insan olmayı beceremeden, Çerkes olduğunu iddia edenlerle aramıza bir mesafe koyalım. Unutmayalım; İnsan olmadıktan sonra, Çerkes olmanın hiçbir değeri yok, en iyi Çerkes, en iyi insandır ve atalarımız bize yüzyıllar öncesinden “Çerkeslik İnsanlıktır” diye yol göstermişlerdir. 
Bizi oluşturan en önemli nüve; İnsan olmaktır.
(1)

Trans-Çerkesler ile bölünmek

Daha önce, CherkessPress üzerinden “Çerkesleri böleceğiz!” başlığıyla yayına giren yazımda, o yazının sadece başlığı kaynak gösterilerek bazı karalamalar organize edilmeye çalışılmıştı, o gün gülmüştüm, bugün de gülüyorum. Kendi kendini tatmin etmek için, rezaletini her yerine bulaştıran bir grup aptalın gürültüsüne kulak asacak halim yok? Bildiğiniz, kendini buğday hangarında sanan tavuklar sürüsü gibi, yitip giden şeylerinin içinde, varmış gibi davranıyorlar.. fakat yoklar, olmayacaklar, olamazlar. Bugün onlara baktığım da gördüğüm tek şey, hiçlik. Zavallı hallerine aldırmadan, sanki güçlüymüş gibi, varmış gibi bağırıp duruyorlar. Hemde, Çerkeslik taslayarak. Azıcık sağınıza solunuza bakınınca bu zavallıları mutlaka göreceksiniz, azıcık Çerkeslik biliyorsanız da anlayacaksınız ki; bunlardan ne köy olur, ne de kasaba.. Çerkeslik adına hiçbir değerleri kalmadığı gibi, insanlıktan da kırıntı taşımayan bu kişileri, insanlık onurunu taşıyan, Çerkeslik kaygısı bulunan insanların orta yerinden bölüyoruz, çok mu? Gel gelelim bunun ne zararı var? Böyle rezil, ahlaksız, küfür etmekten utanmayan, yalan söylemekten çekinmeyen, aidiyet hissi kalmamış, kendisi pislik olduğu gibi bir de, pisliğini değdiği her yere bulaştıran bu Trans-Çerkesleri, içimizden safra gibi söküp atmak sizi temin ederim ki bu onurlu halkın faydasınadır.

Bunu söylemekten hiç çekinmiyorum, hiç çekinmeyeceğim. Nasıl ki, insanda kanser; kendi hücresinin başkalaşım geçirerek urlaşmasıyla oluyorsa, işte toplumdaki kanser de, ağzından küfürden başka şey duyulmayan, ahlakını yitirmiş, onurunu ekmeğe, kaba; şöhrete, saraya satmış kısacası başkalaşım geçirmiş kendi bireyinin urlaşmasıyla oluşuyor. Bundan kurtulmalıyız. Bundan kurtulmak için ne gerekiyorsa yapmalıyız da. Çekinmemeliyiz. Çerkesya ile ilgili hiçbir bilgisi, ilgisi bulunmayan, tarihini, bugününü bilmeyen bir aptal sürüsünün, sırf aynı soydan geliyoruz diye ortaya dökmekten utanmadığı pisliklerine katlanmak zorunda değiliz. Bunların bildiği Çerkeslik, gelecek vizyonu olmayan itaatkar soysuzluk anlayışıdır, fakat Çerkeslerin kaderi bu olmayacaktır. Yaşadığı dünyayı gören, duyan, bilen; fikir ve vicdan sahibi, yaşadığı dünyayı etkileyebilen bir kader olacaktır ve bunun için ne yapılması gerekiyorsa, bir adım geri durmadan yapmaya; barışı, adaleti, özgürlüğü, eşitliği savunmaya devam edeceğim-hepimiz etmeliyiz, trans-çerkesler urunu, safra gibi söküp atmak için elimden ne geliyorsa yapacacağım-hepimiz yapmalıyız.

Kim için ölüyor, kim için öldürüyoruz?

Biliyorum ki, bu yazı duvara sinerek küf gibi yaşamaktan ötesi olmayan egemenlerin ÇerkeZ taburları için bulunmaz bir hint kumaşı, ama bu soruyu sormaktan kendimi alı koyamıyorum; gencecik yaşında, ilgili olmadıkları bir savaşın içine sırf 400 vekil alamayanların ihtirasları yüzünden yollanan çocuklarımız; ne uğruna ölüyor? kim için öldürüyor?.. Şurada, bu ülkede toplumsal barış için siyaset yürüten arkadaşlarımıza ana avrat söverek, onların Çerkesliklerini sorgulamaya kalkan zihniyetin Çerkesleri temsil ettiği iddiasına inanabilir miyim? Türkiye bölünmesin diye uğraştıkları kadar, Çerkesya birleşsin diye uğraşsalardı bugün; ne Türkiye, bugün bölünmüş olduğu kadar bölünecekti ne de Çerkesya şimdikinden kötü olacaktı ama, sırtını bir egemene dayayarak, o egemenin gücünden güç bulup, azınlıklara her türlü terbiyesizliği ve ahlaksızlığı yapmak daha prim yapan şey değil mi? Hakikaten ülke bölünmesin mi istiyorsunuz? O zaman size şu kadarını söyleyeyim; o makat görevini üstlenmiş ağızlarınızı azıcık tutmayı becerebilirseniz; bu ülke hiçbir zaman bölünmeyecek zaten, ama sizin ağzınız bu şekilde açıldığı her geçen gün bu ülke bölünüyor. Bu ülkeyi siz bölüyorsunuz! Bölücü sizsiniz! Siz  ki; ölümün  her türlüsünü 7’sinden 70’ine reva gördüğünüz bir halkı zora dayalı zapt etmek istiyorsunuz ya, Kürdistan’da doğan her çocuk; sizin bu kirli ağızlarınız ve kirli politiklarınız sebebiyle sizden nefret ederek büyüyor. O çocukların nefretini körüklüyorsunuz. O çocukları dağlara itiyorsunuz. Bırakın da; o çocukların kalplerini kazanalım ve bu ülkeyi tarihinde hiç olmadığı kadar birleştirelim. Sizin bize izin vermediğiniz, onurunuz pahasına engel olduğunuz şey; bizim bu ülkeyi birleştirme irademiz.  Üstelik, kalkmış; halkının bütün geçmiş tarihinden bihaber, halkı adına vizyon taşımaktan yoksunlar sürüsü olarak; bizim Çerkesliğimizi sorgulayacak kadar Çerkes hissediyorsunuz kendinizi öyle mi? Baştan tekrar edeyim; bu ülkede birliğin umudu biziz, engeli de sizsiniz ve eğer birgün bu ülkede bölücülük sorunu olmayacaksa, o da biz öldüğümüz için değil, siz sustuğunuz için gerçekleşecek.. ey egemenin iti-köpeği olmuş Çerkezler taburunun neferleri; size and olsun ki biz; bu ülkeyi size böldürmeyeceğiz! İnatla kardeşliğimizi pekiştirecek, adaleti sağlayacak, eşitliği getirecek yolları deneyeceğiz ve bir gün mutlaka başaracağızda. Ama şunu iyi bilin, bu ülkeyi; efendilerinizin saraylarını korumak için bölmeye çabaladığınızın yarısı kadar, Çerkesya’yı birleştirmeye çabalasaydınız; ne bu ülke bugün olduğu kadar bölünmüş olacaktı ne de Çerkesya bugün olduğu kadar bölünmüş kalacaktı.

400 vekil almadığı için ülkeyi paramparça eden ve  her geçen gün savaşa taşıyan bir zihniyetin askeri olmayacağız. Kimse için ölmeyecek, hiç kimse için öldürmeyeceğiz. Gencecik Çerkes çocuklarının anlamsız bir savaşta ölüme gönderilmelerine göz yummayacağız. Susmayacağız.

Eğer bir şey için öleceksek; insanlık, adalet, eşitlik, özgürlük için olacak.

BİZE VERİLEN AYAR: ATASEN FİTNESİ

Atasen isimli güdümlü bir yapının, halkımıza karşı tahrik girişimleri bugünler de sosyal ağların siyasi bölümlerinde havalarda uçuşur hale geldi. Açıkçası, bu yapının sayın Selahattin Demirtaş ile fotoğraf çektirmiş arkadaşlarımızın fotoğrafını kullanmak sureti ile yayınladığı “Çerkes ihanetinde 2nci perde” isimli makalesinde, son derece açık ve net biçimde gerçek yansıtmadığı görülüyordu. Hatta öyle ki; bu kadar yalanı bir araya getirip bir makale oluşturmak öyle cahil cüheyla takımının yapabileceği bir şey değildi. Yani, bir cahilin; cehaletini kusarak yazdığı makaleydi demek için sanırım biraz cahil olmak gerekir bile diyebiliriz. Sonuçta; bu makale yayınlandı. Bir anda sosyal medyada, girmediği Çerkes grubu kalmadı. Altında tartışıldı, üstünde tartışıldı. Telefonlarda görüşüldü.. kısacası, ben Çerkesim demeyi unutmamış neredeyse tüm Çerkesler bu konu hakkında haberdar edildi.  Birileri tarafından suç duyurusunda bulunacak değere taşındı. Velhasıl, artık olay adalet makamına intikal etti. Peki hala ne tartışılıyor?  Çok basit: Tartışılan konu yok. Herkese sadakat yemini ettiriliyor, Türkiye vatanseverliği pekiştiriliyor, duygulandırılıyor. Faşizmin açtığı yara kaşınıyor, kamplaştırılıyor. İnsanlar Atasen’e öfkeliler; ancak bu öfkelerinin kaynağı; Çerkeslerin hak istemesine karşı olan tutumunun ihanet olarak değerlendirilmesinden ziyade, HDP’li Çerkeslerin fotoğrafının paylaşılmış olması. Hiç kimse “Demokratik bir ülkede, anadilde eğitim istemek,  anadilde radyo ve televizyon istemek, adalet bakanlığınca onaylanmış ve seçimlere girmiş ve girdiği seçimlerde %13 oy olarak barajları aşmış, seçim hükümetine 2 bakan vermiş legal bir partide siyaset yapmak ihanet değildir” demiyor. Herkes; baş koymuşum türkiye’nin yoluna… şarkısı eşliğinde; devlet paramiliter köpekleri aracılığıyla  bir katliam planı yapsa, hepsi gönüllü olacak ruh haliyle bağırıyor? Hemde ne diye biliyor musunuz? “BİZ TÜRKÜZ”  diye. “YEDİĞİMİZ KABA PİSLEMEYİZ” diye. Mesele bu. HDP içerisinde siyaset yapan arkadaşlara “Kürtçü” diyenlerin %90’ı Türkçü halbuki. Daha önceleri; “Kürt metaforu” üzerine uzun uzadıya yazmıştım http://apiscanberk.blogspot.com.tr/2015/06/devletin-cerkesleri-ve-ibretlik-halleri.html ) tekrar edecek halim yok, ancak HDP’li olsun ya da olmasın, Türkçülüğü içselleştirip onun için ölmeye hazır kıvama getirilmiş Çerkeslerin dışındaki herkes, böyle buhranların ortaya çıktığı anda bir dayanışma meclisi oluşturmaları gerekmektedir. Bugün çok basit bir fitne; halkıyla, halkı adına talepler üreten aydınların arasında bir yarık açmaya yettiyse; bu da o dayanışma meclisinin ortaya çıkarması gereken ruhtan yoksun olduğumuzdan kaynaklıdır. Ve bilinmelidir; dün Türkçü Turancıların, bugün Atasencilerin yaptığı bu politika, onların cehaletinin bir dışavurumu değil, aksine içerisindeki çok zeki birilerinin bizim içerimizdeki cahilleri kışkırtma kampanyasının ürünüdür. Dikkat edilmesi gereklidir.

Jıneps Eylül: Çerkesler boyun eğmeyecek

“Saray delhizlerinde kaybolmuş Çerke’Z’ler” demiş İnci Hekimoğlu, nezaketini sonuna değin

koruyarak yazılacak utancın saman altından su yürütücüleri için. Evvela buradan İnci hanıma,

yoğunluğu kurşun geçirmez seviyeye ulaşmış bu utanmasızlık karşısında nezaketini bu kadar

koruyabilerek yazdığı makaleden ötürü teşekkür eder, kalemi önünde saygıyla eğildiğimi belirtirim.

Açıkça, ÇerkeS halkı içerisinde tarihi belki ‘bzeyiko’ çatışmalarının başlangıç öncesine değinen ve

devlet­i aliyye’de kök bularak, Çerkesya’da itaat ettirilmeyen bu halkı Osmanlı’da devşirip, Ermeni

Soykırımından, bugüne değin egemenlerin her kirli tezgahında ucundan, kenarından, sağından,

dininden, imanından vs. bir yerinden her türlü pisliğe dokunduran geleneğin devamcıları

olduklarını beyan etmiş, bende ancak bu beyanata imza atar, halkımızı; tarihinin hiçbir yerinde

hak etmediği bu utanca alet eden, egemenlerin hizmetkârlığını asaleti sanan bu karaktersizlerle

yüzleşmeye ve onları bu halkın tarihinde her onursuzu gönderdiği cehennemin dibine

göndermeye davet ederim. “sağcısıymış, solcusuymuş” diye başlayan “o partilisiymiş, bu

partilisiymiş” diye devam ederek kendine zemin arayan, “dindarıymış, muhafazakarıymış” diye

kılıf uyduranlar; bu halkın sağcısı, yani özetle Çerkes milliyetçisi ise bu sağcılığı.. zalimin

bekçiliğini onaylayacaklar mı sanıyor? Hangi vicdan sahibi insanı, kurşun geçirmez yoğunluktaki

yalanlarınızla dini duygularıyla yakalamak istiyorsunuz? Hangi Müslüman Çerkesin yüreği, zalimin

zulmü karşısında dilsiz kalacak kadar taşlaşmış olabilir? “Haksızlık karşısında susan dilsiz

şeytandır” diye bir geleneğin vicdanını oluşturmuş hiç kimse, böyle bir şey karşısında sessiz

kalmayacaktır illa ki. Siz köleliğin geleneğini, efendilerinize itaat ederek bugünlere kadar taşımız

ve bu geleneğin onursuz geleceğinde yer almaya mahkum, biyolojik olarak Çerkes, ancak

psikolojik olarak insan bile olamayan zavallılarından öte hiçsiniz. Bu halkın hür vicdanı, hür

çocukları; halkımızın içine salmak istediğiniz zehire geçit vermeyecektir. Ayrıca, falan markist-
leninist illegal partisinin, falan legan partisinin, falan gençlik kolları diye, kendi zeka yapınızı

açıkça sergilediğiniz ve yalan atmakta sınır tanımadığınızı ayan beyan ortaya serdiğiniz

açıklamanıza, bırakın çocukları, evimizdeki köpekler bile inanamadı. Ey yalancılar; Evrim Deniz

Erol, Alper Sapan ve Vatan Budak hangi illegal partinin, hangi legal partisinin, hangi gençlik

yapılanmasının üyesiydi o halde? Yalanınız, ağzınızdan taştı. Söz uçar mı? Yalanınız

kaleminizden taştı. Yazı kalır mı? Biz size, ahlaksız dernek yöneticilerinizle, ahlaksız

ajitatörlerinizle, ahlaksız provakatörlerinizle tarihinin neresine yazılacağınızı göstereceğiz. Bu

arada, bugün bekçisi olduğunuz ve başkanınızın aday adaylığına başvurduğu legal bir partinin

konumuyla ayan beyan desteklediği, ortadoğuyu canice, vahşice kana bulayan, kadınları köle

olarak pazarlayıp, milyonlarca insanı evinden­yurdundan eden illegal bir terör örgütünün

varlığından haberdarsınız. Yazmışsınız. Sizin için büyük bir başarı! “Çerkeslik İnsanlıktır” diyen

geleneğin devamcıları olarak, insanlığın bu denli barbarca saldırıya uğradığı yerlere, sivil yollarla

dayanışma göstermek bizim onurumuzdur ve kirli ağızlarınızla, satılmış yapılarınızın, provakatör

kalemleriyle ele alınmış yazılarınızda; bizim “Çerkeslik İnsanlıktır” geleneğimizi Kobane’ye,

bizlerin selamıyla taşıyan FERDANE KILIÇ ve NARTAN KILIÇ’ın adını dahi kullanmanız, bizim

için kabul edilemez bir pozisyona gelmiştir. Gidin, Ankara’da, kulluğunu yaptığınız efendilerinize

söyleyin. “Çerkesler boyun eğmeyecek!” Siz bir Nartan’ı öldüreceksiniz, ama binlerce Nartan

gelecek! Bir Ferdane’yi öldüreceksiniz, bin Ferdane gelecek. Bir ölecek, bin doğacak ve sizi

Nartanlar, Ferdaneler yenecek” diye.

Bu yazı, Jıneps Gazetesi Eylül sayısında yayınlanmıştır.
www.jinepsgazetesi.com

Dilimdeki Çerkes, neyi ifade ediyor?

ÖN-NOT:



Mikro Milliyetçi olmadığımı sanıyorum, zira milliyetçi değilim. Aksine; milliyetçiliğe karşı da tavır sahibiyim. Bu anlamda, bu tip bir ithamın bana yakıştırılması, yakıştıranın beni yeterince tanıyamaması ya da anlayamaması (ben kendimi tanıtamamış veya anlatamamış olma ihtimalimi de eklerim) sonucu doğan bir sonuçtan öte, hiçbir şey ifade etmez benim için. Asırlar geçmese de, milliyetçilik karşıtı bir çok faaliyete, özellikle milliyetçilik mağduru olmuş bir halkın ve aynı zamanında milliyetçiliğin hedefine oturmuş politik bir düşüncenin ferdi olarak katıldım. Milliyetçilik karşıtı faaliyetlerde de bulundum. Milliyetçiliği, teorik olarak da, pratik olarakta görmüş, milliyetçiliğin egemenler tarafından nasıl bir geleceğe yatırım politikası olarak aktarıldığı konusunda da gayet netim. Üstelik sosyalist de değilim ve Lenin’in “Ezilen halkların milliyetçiliği” üzerine, sanki yeryüzündeki ezilen bütün halkların latin amerika, filistin veya Kürdistan’daki halklar gibi mücadele yürüttüklerini düşünerek katılmayacağım. Bir başka ezilen halk milliyetçiliği klasiği olarak, bugün üzerinde yaşadığımız coğrafyanın parçası olan, Arnavut, Boşnak, Rum, Ermeni ve hatta Kürt, Çerkes, Arap milliyetçiliklerinin bir de diğer taraftan kullanışlı bir paramiliter havuza çevrilmiş yönünün araştırılmasını ve eşitlik, hak ve özgürlük için sürdürülen kimlik tabanlı mücadelelerin bu coğrafyada “ezilen halkların milliyetçiliği” tanımına ne kadar hitap ettiğinin de araştırılmasını öneririm. Bu ezilen halkların milliyetçiliği üzerine, bir de “Çerkes” özümlü farklı bir yaklaşımda bulunmak isterim ki, asıl anlatmak istediğim noktalardan birisi de budur. Ben, ezilmiş bir halkın ferdi olarak dahi, bugün Türkiye’de bu yolla milliyetçiliği; Lenin’in olumladığı şekline en uygun halde oluşturanların, oluşturduğu milliyetçilik anlayışının da savunucusu değilim. Ezilmiş bir halkım, fakat bunun milliyetçiliğini yapmayı da reddediyorum.  Bugün ezilmişliği tüm yüküyle hissederek, bunun yarattığı yoğun bir duygu güdüsü olan tutunuşla Çerkesliği sahiplenen ve yarına dair, sadece ve sadece Çerkesler üzerinden bir bakış sergileyen, tüm politik eğilimi bu yönde ve tüm ilkeleri sadece bu darlıkta olan bir yapı beni ifade edemez. Bende o yapıya hiçbir katkı sunamam. Ancak, bu tip yapının ezilmiş olan yerine karşı dayanışma talebini görürüm ve bu noktadan itibaren, baskılayana karşı direnen, ezene karşı savunan bir pozisyonda kendi çizgilerimi aşmadan mücadelemi de sürdürürüm. Bu beni milliyetçi değil, aksine kendisiyle tutarlı bir noktaya taşır.



*



Dilimdeki Çerkes, kimi ifade ediyor?,



Bugün içine doğup, büyüdüğüm ve bana etnik bir kimlik kazandıran kültürel ve tarihsel bütünlüğün adı Çerkeslik. Ben Çerkes derken, Çerkeslerin kendilerine söylediği gibi Adığe’yi anlatırım. Bir Çerkes arkadaşım beni aradı gibi basit bir cümle kurduğumda, ifade ettiğim şey: “Bir Adığe arkadaşım beni aradı”dır mesela. Birisi bana “ben Çerkesim” dediği zaman, benim anladığım şey “ben Adığeyim”dir. Çerkesler üzerine konuştuğum her konu, yazdığım her yazı, katıldığım her faaliyette, tereddüt etmeden Adığeleri anlatıyor, adığeleri konuşuyor, adığeleri yazıyorum. Çerkesler Barış İstiyor dediğimde, Adığeler Barış istiyor söylüyorum. Çerkes mutfağı aradığımda, Adığe mutfağı arıyorumdur.



Çerkes kelimesinin, benim için Adığelikten öteye anlattığı hiçbir şey yok.  Böyle doğdum, böyle öğrendim, böyle okudum, böyle biliyorum.



Nasıl ki Abhaz kelimesi, Megrelleri temsil etmiyorsa.. Nasıl ki Alan kelimesi Nogayları temsil etmiyorsa, Çeçen kelimesi, İnguşları temsil etmiyorsa benim için Çerkes kelimesi de öyle sadece Adığeleri temsil ediyor. Üstelik bir çok şey gibi bunu da ilk başta yanlış öğrenmiş olabilirdim, ezbere de söylemiyorum; fakat belki hayatımda çocukluğumdan şimdiye kadar taşıdığım nadide gerçeklerden birisi de bu. Bunu ben değil, bunu tarih söylüyor.



Galileo “Beni assanızda gerçek değişmiyor, dünya dönüyor” demişti ya.. bana kızsanız da gerçek değişmiyor benim için.



Bunu neden açıklıyorum, onu da söylüleyim.



Yarın, Çerkesler üzerine konuşurken çok sevdiğim Abhaz, Oset ve Çeçen dostlarımı yanlışlıkla aldatmamak için.



Çünkü onları çok seviyorum..

Bize kaybedecek hiçbir şey bırakmadınız.

Ben şantiye çıkışlı bir harita işçisiyim. Bize, sektörde “alaylı” derler. Yani bu, yaptığımız işin bir üniversite diploması aracılığıyla sınav çözdüren bir ezbere sistemle değilde, aksine uygulama alanı olan şantiyenin tozuyla toprağıyla öğrendiğimiz anlamını yükler. Anlayacağınız, harita işinin şantiyedeki en alt seviyesinden başladım mesleğe, şimdi ise İstanbul’da olmak adına, şantiyede toz toprak yutarak aldığım haritacı alaylı diplomasını rafa kaldırıp, henüz bir çocukken yine şantiyesinde toz toprak yutarak “alaylı” olduğum elektrik sektörüne girdim. İş hayatım boyunca, şantiyelerin insan bünyesini zorlayan yapılarında her türlü aşağılama ve sömürüye maruz kalıp; hiç sesi soluğu çıkmayan insanlarını garipsedim. Ben kendim, aynı sektörlerde defalarca, küçük-büyük, genel-kişisel çatışmalardan ötürü nice şantiye değiştirdim. Nice kavga verdim. Fakat  en sonunda, her zaman duruşumu korudum. Bir insan olduğumu ve bana insan gibi davranılması istemimi hiçbir zaman rafa kaldırmadım. Çok borcum oldu, ama hiçbir borcum beni satın almadı. Kendini borçlarına, çeşitli ajitasyon biçimleriyle süsleyerek nasıl kiraladığını anlatan insanlara hiç hak vermedim, asla hak vermeyeceğim. İstanbul’da olmak adına seçimim beni ekonomik olarak bir sürü çıkmaza sürüklese de, elbette bunun belirli sebepleri var. İlk başta, Haritacılık çoğu zaman günün 8 saati uygulamada olmak üzere 24 saati şantiyede olmaktır ve bu süreç genelde ayda en az 28 gün sürer. Yani, ayda 28 gün 24 saat işyerinde olursunuz ve bunun sadece 8 saatlik bedeli size ödenir. Fakat bu durumdan dolayı bu 8 saatin ücreti elbette biraz iyileştirilmiş olur. Boşversenize! Ne kadar iyi bir ücret, beni günde 16 saat, ayda 28 gün sevdiğim insanlardan alıkoymayı normalleştirebilir? İşte birinci sebebim buydu. Ben kazandığım ücreti, sevdiklerimle birlikte tüketebilmeyi istiyordum ve 2.000 tl ücretle sevdiklerimden uzaklaştırılacağım bir ücretten daha cazip geldi bana aylık 1.000 tl ücret. Hemde, 2.000 tl içinde ne kira, ne su, ne elektrik, ne gıda-beslenme masrafı yokken, aylık 1.000 tl içine hepsi birden eklenmiş hali olsa bile daha cazip geldi. Bu da benim fazla para kazanmak adına, az hayat yaşama olan itirazımın mütevazi bir göstergesi olsun. Her neyse, uzun süre yurtdışı da olmak üzere yurtiçinde de zamanımın çoğunu işe harcadığım böyle zamanlar oldu. İşte bu zamanlarda, azıcık daha fazla kazanmak uğruna herşeye gözünü yuman ve kendilerine reva görülmüş bu rezil geleceğe sessizleşen işçi sürülerini hep hayret ettim. Bu patron yalakaları, göze girebilmek ve  sefil konumlarını sağlamlaştırabilmek adına kendi iş arkadaşlarına gözlerini kırpmadan ihanet ederken, nedense ilk fırsatta tapındıkları o yerlerden uzaklaştırılan ilk kişiler olabildiler. Şimdi, İstanbul’da; hayata daha fazla katılabilmek adına, hayatı daha fazla etkileyebilmek, genel çerçevelerle, kimliğimi ve sınıfımı siyasal anlamda daha güçlü savunabilmek için bulunuyorum. Ekonomik ve sosyal riskler alıyorum, küçük politik çıkarlar uğruna büyük bir harekete dönüşme yolumuza taş koyan, yosun tutmuş eski yoldaşların hallerine hüzünleniyorum. Ne garip? Henüz kimlik olarak gelebildiğimiz ileri 2 adımlık yol. Daha çok yol yürümemiz lazımken, bu gelinen yolda bulundukları konuma tapınan insanların ileriye giden her yola, daha dün direndikleri üslubun aynı şekliyle saldırmaları. Allah bunları görüyor ya, tarih de yazsın diye uğraşıyorum. Halkımız; kişisel hırslarına engel olamayıp toplumsal ilerlememize saldıranların bu onursuzluklarını hiç unutmasın. İşte İstanbul’da, küçük bir esnafta, alaylı bir elektrikçi olarak çalışıp asgari ücretle, ev kirası, elektrik faturası, doğalgaz faturası, su faturası, kedi-köpek maması ücretlerine karşı direnişimin ana teması bu. Benim gibi düşünen ve davayı kişisel düşüncelerden, toplumsal harekete aktaran ve kendi egosunu ezerek, toplumunda bir değer yaratmaya çalışan insanlarla birlikte, halkımız adına, diğer halklarla kardeşlik ve barış içinde bir mücadelenin bu coğrafyada tüm insanlara kazandıracağı bir eşitlik ve özgürlük davası. Hepimiz biraz daha fedakar olmalıyız, çünkü fedakarlık olmayınca ve birileri fedakarlıklarda bulunmayınca bu yola dost görünümlü düşmanlar dahil olmak üzere kötü insanların koydukları taşları temizlemesi zor oluyor. Zaman alıyor. Şimdi, kaybedecek hiçbir şey bırakmadığınız bu gençlere kulak verin ve emin olun. Bize kaybedilecek hiçbir şey bırakmadınız, oysa biz size tekrar kazanabileceğimiz bir kimlikten umut veriyoruz. Gelin hep birlikte, yarınlara güzel bir miras bırakalım.

Devletin "AHLAKSIZ" Çerkeslerine karşı, Halkların "ONURLU" Çerkesleriyiz!

Devletin “AHLAKSIZ” Çerkeslerine karşı, Halkların “ONURLU” Çerkesleriyiz!

Son yıllar, “yüce devletin” pimini çektiği bazı Çerkesler, yırtık çoraptan fırlayan parmak misali çıktılar karşımıza. Bizleri sindirmek için her yolu denediler, bizleri yıldırmak için her pisliğe bulaştılar, bizleri susturmak için her kapıyı dolaştılar. Gördük ki, efendilerinin arzularını yerine getirmek için yapmayacakları şey kalmamış. Fakat olmadı! Dosta ve düşmana ilan ettiğimiz gibi, bizler de hemen yılmayacağımızı, sonuna kadar direneceğimizi gösterdik onlara.  Her geçen gün yurdumuza ve insanlığa bir adım atmaya başladık. Bizi duymayanlar, duydu. Bizi görmezden gelenler, gördü. Asırlık sessizliğimiz, kardeşlik çığlığıyla yardı halkımızın geleceğine örülen karanlık duvarı. Artık daha duyulur, daha görülür, daha sesli bir kimlik anlayışı; eşitlik kavramıyla yanyana; düşmanlıklar üreten politikaları sarsacak biçimde konumlanmaya başladı. Kime neden düşmanlık ettiğimizi sorduk, sordurduk. Ermeniler neden bizim düşmanımızdı? ya da Kürtler, ya da Rumlar ya da nice güzel halk? Neyi paylaşamıyor olabilirdik? Her birimizin iliğini kurutan anlayış, dilimizi susturan, tarihimizi çarpıtan, geleceğimizi törpüleyen, geleceğimizi silikleştiren, geleceğimizi sessizleştiren anlayış aynı değil miydi? Biz konuştukça, kardeşlik güçleniyordu. Bu kimliği temsil eden karanlığı yardık, aydınlık bir kere düştü onların karanlığı ortasında. Çıldırmış ite döndüler. Bunu her yerde gösterdiler. Küfür ederek susturmak istediler, yalan atarak karalamak istediler. Tehdit ederek korkutmak istediler. Ama ne yaptılarsa olmadı. Bu ülkede sınıfsal ve kimliksel adalet istedik, cinsiyet eşitliği istedik, eşitlik istedik! Özgürlük istedik. Kim bunları istediyse, onların yanına koştuk. Yoldaş olduk. Bir yol bulduk, o yolda yürüdük. Biz yürüdükçe karanlık aralandı, aralanan karanlık ortasında, “Çerkeslik İnsanlıktır” diyen bir aydınlık parıldadı. Biz o aydınlığı, atalarımızdan; çocuklarımıza teslim etmek üzere ödünç almıştık. Tüm bunlarla birlikte, tarihsel yurdumuza da yakınlaşmaya başladık. Gördük ki, yurdumuza yakınlaştıkça, buradaki hastalıklarımız eriyor. Burada egemenlerin halkımıza yazdığı yalan tarih ortaya çıktıkça, paramiliter zihniyetlerde kümelenmiş Çerkeslik anlayışı dağılıyordu. Daha çok tutunduk. Biz tutundukça; dünyada olup bitene sesi çıkmayan pısırık Çerkes modeli, yerini direnişin en ön saflarında yer alan cesur Çerkes modeline bırakıyordu. Bu mücadelenin en güzel yüz metresini koştuğumuz arkadaşlarımız; 
21nci yüzyılın bölgemizde veba gibi yayılan barbar örgütlerince harabeye çevrilmiş umutlar bölgesi Rojawa’daki çocuklara gülücük olmaya karar verdiler. Bohçalarına, bölüşecekleri ekmeği.. Çantalarına çocukları için oyuncakları koydular, yola düştüler. Okullar kurmak ve bölgeye umut vaadeden Rojawa’ya sahip çıkmak için. İşte tam bu sırada, Suruç’tan bir kara haber düştü içimize. Ciğerimiz yandı! Daha adil, daha eşit ve daha özgür bir dünya için omuz omuza verdiğimiz yoldaşlarımızı katletmişlerdi. Yalanlarıyla, baskılarıyla, tehditleriyle, yıldırma politikalarıyla durduramadıkları çocukları, silahlarıyla, bombalarıyla vurmuşlardı. Bu aydınlığa karşı işlenen soykırımın bir parçasıydı. Bizler de bu soykırımın en büyük mağdurlarıyız. Fakat, bölgeye ışık saçan bu hareketin karartılmasına asla müsaade etmek niyetinde değiliz. “Bir ölür, bin doğarız” bunu da dosta düşmana karşı tekrar iletmek, bildirmek isterim. Yalanlarız, baskılarınız, tehditleriniz nasıl vız geldiyse bugüne kadar, silahlarınız, bombalarınız da öyledir. Katliam girişimleriniz bizi korkutmaktan ziyade, içimizdeki öfkenin ateşini harlamakta ve bizleri bu kavgayada daha sıkı tutundurmaktadır. Bu uğurda hiç yılmayacağız, adaletten ve eşitlikten asla vazgeçmeyeceğiz. Kardeşlerimizi ne Rojawa’da ne Türkiye’de ne de K. Irak’ta asla yalnız bırakmayacağız. Devletin  Ahlaksız Çerkesleri, ölülerimizin arkasından bile ağza gelmeyecek laflar ederken hatırlatmak isteriz, daha düne kadar bizlere “Xabze” diye, göz yummayı tembihleyenler, sessiz kalmayı öğütleyenler; işte bu alçak namussuzların doğumunun ebeleridir. Onların, tüm insanlık değerlerini hiçe sayarak; egemenlerin faşist politikalarını en sadık köpekler olarak sahiplenmeleriyse; onlara cesaret veren efendileridir. Fakat “ok yaydan çıkalı” çok zaman geçti. Biz; dünyada adaleti ve eşitliği bölgede kardeşliği bağırmaya başlayalı, çok şey değişti. Siz nasıl devletin ahlaksız çerkesleri olduysanız, biz de halkların onurlu Çerkesleri olduk çoktandır. Çoktandır sizin açtığınız yaralara tuz bastık biz. Siz sindiğiniz köşelerden varın, istediğiniz kadar havlayın. Varın ölümümüz arkasından bayram edin ey köpekler! Sizin gibi, bir kab yemek uğruna şerefini ve onuru satanların yolunda olmayacağız. Onurumuz için ölenler olacağız. Siz alçaklığınızla, biz onurumuzla anılacağız. Alçaklık sizin, ölüm de bizim kaderimiz olsun. Siz 70 yıllık ömrünüzde ekmeğiniz için onurunuzu satın, biz şu kısacık ömrümüzde onurumuz için ekmeğimizden vazgeçmeye hazırız ve emin olun, son sözü biz söyleyeceğiz! Biz Söyleyeceğiz! BİZ SÖYLEYECEĞİZ!

Söz konusu Şamil olduğunda; hepimiz kardeş oluyoruz öyle mi?

Bir kaç gün önce, sosyal medya hesabımdan bir yazı paylaştım. Yazıyı da, 20 Temmuz Suruç katliamından hemen sonra, saldırıda şehit edilen kardeşlerimize edilen küfürleri, hakaretleri okuduktan sonra, planlamadan yazmıştım. O yüzden burada yayınlamadım. Fakat demek ki bir çok insan, aynı manzaradan dertlenmişti ki, yazı genel paylaşım kitlemin ötesinde birilerine ulaştı. Sonra Pangea Kültür’den tanıdığım yoldaş İlknur, idare ettikleri direnisteyiz.org sayfasından bu yazıyı paylaşmak için müsaade istedi ve bende elbette buna müsaade ettim. Benim paylaştığım yazının herhangi bir başlığı olmasa da, İlknur; yazıda kullandığım metafora uygun bir başlık attı. “Ya Şamil’in torunusun, ya Nartan’ın yoldaşı! Söyle: Kimsin sen?” diye. İşte bu andan itibaren Suruç Katliamını açıkça onaylayan, yoldaşlarımıza alenen veya dolaylı olarak hakaret eden ve onların paralel düşüncesinde, tüm bu katliamı yok sayan birileri; bir anda duyarlı oluverdi ve yazımın paylaşıldığı tüm ortamlarda sözde beni milliyetçilikle itham etti. Çok kolaydı değil mi beni milliyetçi ilan etmek. Siz, çevrenizde devletin ve devletin beslediği terör örgütü mensuplarının planlı ve programlı şekilde silahsız yurttaşlara yaptığı tüm bu katliamlara sessiz kalırken ve söz konusu Şamil’e geldiğinde hemen duyarlılaşanlar, beni milliyetçi ilan etmeden önce kendinizi bir araştırın. Sözüm ona, facebook sosyalisti birileri de; sanki şamil’in benim yazımda kullandığım metaforu ben yaratmışım gibi benim yok etmemi (haliyle yok etmemi değil, bunu görmememi, bunu konuşmamamı) istemiş, buna karşılık verdiğim cevaba verecek cevap bulamayınca da beni “yeni yetme solcu” ilan etti. Komediye bakın, kendileri yaşlarından aldıkları anormal bir yetkiyle kendilerinden küçük olan birilerini aşağılamanın kolayını bulmuşlar. Fakat haberleri olsaydı bir sosyalist olmadığımın, belki bu talihsiz açıklamayı yapmayabilirlerdi. Halbuki benimle konuşan pek çoğu ve elbette kendisi de bilir ki, ben sosyalist değilim. Neyse.

Şimdi de, Şeyh Şamil metaforundan yola çıkarak, kardeşliğe verdiğim zarara ilişkin ek bir not yazmam gerekti. Zira, ben Çeçen, Çerkes kardeşliğine zarar veriyorum ya, işte o yüzden. Söz konusu Nartan olduğunda, bugün kardeşliğimizi böldüğümü bangır bangır bağıran bazı Çeçen arkadaşlar, söz konusu Nartan olduğunda, söz konusu Tsey Mahmut olduğunda, Soçentsuk Aliy olduğunda, Yusuf olduğunda neden kardeşimiz olmayı akıl edemediler. Neden, zalimlerin bu zulümlerine tek kelime etmediniz? Biz biliyoruz ki, Çeçenler bizim kardeşimizdir ve Şamil, ne metafor olarak ne de tarihte düşmanına teslim olup hacca giden bir savaşçı olarak bizim kardeşliğimizin bağlayıcısı, sonlandırıcısı olmayacaktır. Kaldı ki, Şamil’in Çeçen olduğu da bir tartışma konusudur fakat biz öyle varsaysak bile Çeçenlerle kardeşlik bağlarına sahibiz. Aynı şekilde, bazı Çeçen örgütlerin Beslan’da baskın yaptıkları okulda öldürdükleri Oset çocuklarının da kardeşliğine sahibiz. Aynı şekilde Çeçenistan’dan Suriye’ye geçerek, amansız bir savaşta en iyi katil olmayı sürdüren Çeçen Hilafetçilerin katlettiği Alevilerin de kardeşliğine sahibiz. Sizden, bizden ve bölge egemenlerinin neredeyse hepsinden küfür işiten Kürtlerin de kardeşliğine sahibiz. Biz, makro adaletçi ve eşitlikçiyiz. Beni mikromilliyetçi gibi absürd bir kelimeyle yanyana getirmeye, hiçbirinizin anıları yetmez. Asıl milliyetçi sizsiniz, fakat milliyetçiliğiniz bile özürlü. Türk jargonuyla kuşandığınız Çeçen/Çerkes milliyetçiliğiniz, bütün ucubeliğine rağmen sizi dik tutan tek şeyse, onunla birlikte yerin dibine batın. Battığınız yerde boğulun.