Hak istemekle – Hakkını almanın arası

Toplumsal isteğin arttığı günümüzde bastırılan bazı şeyleri görmemizi engellemek amacıyla aklımıza pompalanan ve nitekim bizlerde yoğun bir merak uyandırarak arkasından çevrilen oyunlara yabancı kaldığımız
ve aslında içine girip uğraş verdiğimiz şeyin devletin halkına sunduğu ve kafasını yorduğu bir evcilik oyunu olduğunu anlamadığımız acı fakat gerçek olması muhtemel gerçeklerdendir. Dünya tarihi, böyle evcilik oyunları ile
dolmuş ve taşmış olmasına rağmen insanların kandırılma geleneğine henüz uyanmamış olması, devlet otoritesinin veya devlet otoritesini gizliden elinde tutan her kimlerse onların bu oyunu halen kullanmasını sağlamaktadır. Toplumsal hareketlenmeyi erkenden durdurmak ve henüz başlamayan harekete ya da hareketlere karşı önlem almak zihniyetiyle bugün Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde kendisini güçlü gördüğü bazı toplumları ve o toplumların içindeki dalgalanma dinamiğini şimdiden bastırabilmek adına toplumun kendisini teselli edebileceği minimum haklar vermeye, verdiği hakları koz olarak kullanmak için maksimum propaganda yapmaya başlamıştır. Büyük dinamiklere, deneme sürümü olarak sunduğu özgürlüklerin, istenilenin üstünde bir etki yarattığı gözetlendiğinde ise bunu sürekli medya yolu ile insanların kafasına aşılamaya girişmiştir. Fakat Devlet, kendisine tehlike olarak görmediği ve 147 yılı aşkın zamandır kendisine asla hak istemeyen Çerkes toplumunun-da içinde potansiyel olarak mevcut bulunan fakat fiili hiçbir hareketlenmeye kalkışmamış bir dinamiği canlandırmış, ellerinde pankartları, bayrakları ile kendi haklarını isteyen Çerkes toplumuna karşı son derece olumsuz yaklaşımlar sergilemiştir. Bu sergi, Türkiye Cumhuriyeti devletinin menfaatleri uğrunda yalnızca kendi çıkarlarına hizmet etmesini istediği toplumlara bir ayrıcalık tanıdığını göstermiş oldu. Bir topluma karşı gösterilen ayrıcalık, diğer toplumların üstüne çekme hamlesi devlet eli ile yapılanan bir ayrımcılığın ta kendisini oluştururken, ayrıcalık kazanmayan Çerkes toplumu içinde uçlaşacak bir kesim yaratmaya zemin hazırlar. Ayrıcalığın devam ettirildiği sürece, uçlaşacak her Çerkes, devletin ayrımcılık yaptığı gerçeği ile mutlaka haklı bir yan kazanacaktır. Devlet, uçlaşmayı içten durdurmak ve talebin sesini kısmak için kendi tarafından zehirlenmiş fakat Çerkes toplumunun bir parçası olan Çerkesleri, Çerkeslere karşı gizli bir şekilde kullanmaya da başlayacaktır ve yer yer, kendilerini devletin yönetmeliğine, kanunlarına, yasalarına henüz şimdiden feda edercesine, başka toplumlara verilmiş ayrıcalığın kendilerine de verilmesini isteyen Çerkeslere saldırmaya başlayan başka Çerkesler-de çıkmıştır. Öncelik olarak; Devrimciliğin, eşitlik ve özgürlükçü devrimciliğin henüz ne anlama geldiğini bilmeden vahşi ve barbar şekilde zehirlenmiş akıllarıyla bu ülkede insanların eşit haklardan yararlanması gerekliliğini savunanlara karşı bölücü gözüyle bakan her insanın, zihniyetini geliştirerek devrimciliği öğrenmesini talep ediyoruz kendilerinden. Milis kuvvet olarak halkı, halka karşı savaştıran hiçbir yapıya kesin olmakla birlikte ve öfke, nefret ve şiddetle karşı duran-da devrimciler olmuşken; halka silah ve zorbalıkla saldıranlara siper olanda devrimcilerin ta kendileri olmuştur. Çerkes toplumu içerisinde veya diğer toplumların içerisinde vicdan ve akıl sahibi hiç kimsenin kendisine şiddet ile karşılık verilmediği müddetçe, karşısındakine şiddetle saldıracak bir karakteri olamaz, mümkün değildir. Yer, yer gözlerimin önüne kadar sergilenen bir devrimcilik oyunu gördüğüm ise doğrudur. Henüz, sosyalizmin ne demek olduğunu tam olarak anlayamamış insanlar tarafından ya da başkaları tarafından kullanılmak üzere sabit fikirlerle yetişririlen insanlar, devrimci, özgürlükçü sosyalizmi ağızlarına sakız eder halde ortalıkta parıldayıp pisliklerini arkalarında bırakarak, eşitlik ve özgürlüğe kalbini, aklını vermiş insanlara meşguliyet çıkartıyorlar. Çerkes gençliği içinde ise henüz sosyalizmi tam olarak anlayabilmiş ve bir elin beş parmağını geçecek kadar sayıya ulaşan pek özgürlükçü sosyalist bir grup bulunmamaktadır. Bazı Çerkes büyükleri, devrimciliği halen terörle eş olarak kullanırken, kimileride ulusal sol diye tabir edilen solu, bütün sosyalizme mal ederek başka bir milliyetçi kimliğe bürünmektedir. Şurası kesindir; Devrimcilik bir oyun değildir, bir devrimci; haksızlık nerede ve kime yapılırsa yapılsın onun karşısında olacak vicdana sahiptir. Ayrıcalığın kaldırılacağı ve kimsenin, kimseden üstün olmayacağı bir dünyayı arzular. Aynı zamanda, güzel dilekleri ve iyilikleri; ülkesiyle sınırlı kalmayıp dünyayı kuşatırken sadece insanoğlu için değil, gökyüzünde uçan kuş için, deniz dibinde yüzen balık için, ormanlar için, böcekler için yani kısacası dünyası ve dünyadaki tüm hayatlar için güzel olanı arzular ve yapmak için uğraş verir. Şimdi; birileri tarafından ele geçirilmiş ve yönetilen ulusal sol, bir kimliği yüceltirken diğerlerini kendi kaderine bırakıyorsa ya da buna benzer bir sürü örnek yazılabilir… işte bu tip vakalar oluyorsa; kusura bakmasınlar.. Bizim devrimcilik, bizim sosyalizm anlayışımızda onların yaptığı bire bir faşistlik olarak yerini alır. Ayrıca, hak istemek o hakkı almanın ön kapısıdır. Bir hak isteniyorsa; herkes için istenir ve insanlık onuruyla alınır. Bu terörizm değidir. Başka bir etnik gruba verilmiş hak, size verilmiyorsa bu birebir teröristliktir, terörizmin ne aldığı en büyük bataktır.
Işıkla…

Canberk Apiş

Nereye kadar böyleyiz?

Nereye kadar böyleyiz?
Fedakârlığın ne demek olduğunu kendi toplumuma bakınca daha iyi anlamaya başladım. Sonra daha fazla anlamaya başladığımda, bunun bir fedakârlık olmadığını, çok ince bir çizgi-de kerizliğe dönüştüğünü fark ettim. Daha derine inmesine, inerim.. Fakat derinlerde beni bekleyen iyi bir şeylerin olmayacağı aşikâr, gerek yok. Şimdi, bir Adige olarak, Adige halkına hitaben, yazıştırıyorum. Alacağım tüm olumsuz eleştiriler-de, -mantık ve akıl çerçevesine sığanlar için teşekkürümü- peşinen ederken, -yapma kahraman bir tavırla ne dediğini bilmezlerden, kendilerini ciddiye aldırmaları için daha fazla aydınlanmalarını- dilerim.
Türk müyüz, Adiğe mi?
Bu soruya iki yüzlü cevap verenler çok, vatandaşı olduğun ülkenin baskın milletlerinin adını taşıtma geleneği, üstün olan bir topluma devşirilen diğer toplumların kendilerini iyi hisssetmelerini sağlaması için atılmış yalanlardır. Açık olunca, her değerlendirme ve araştırmada ve bilimsel olarak-da, dinin emrettiği şekillerde-de biz ancak; İnsanız. Bize Adiğe dedirten unsurlar, yaşadığımız topraklar üzerinde kendimize özgü kültürü ve dili yaşatma çabamız.. Vatan dediğimiz, 5 karış toprak. Şimdi yaşadığımız toprak Türkiye veya Kafkasya aradaki fark ne? Arada şöyle bir fark var efendiler; Burada baskın bir toplum değiliz ve biraz yontulmuş kültürümüzle kendimizi iyi hissetmemizi sağlayan bahanelerimiz var. Ya Türk’sünüz ya da Adiğe’siniz. Bu ikisinden birisi olmak sizi ne küçültür ne de büyültür; Sonuç olarak ne olursanız olun yalnızca bir İNSANSINIZ. Ama şu gerçek ki, sadece ikisinden birisiniz, ikisi birden değilsiniz; Türkiyeli Çerkes’siniz. Kafkasyalı Türk’sünüz vs.
Türkiye mi Kafkasya mı?
Bu konu hassas bir konu, biz Kafkasya kökenli olduğumuzu biliyor, geri döneceğimize inanıyor ama Türkiye’de yaşıyoruz.! Sorunların çözümüne yönelik yaklaşımımız bir gün geri döneceğimiz üzerine kurduğumuz hayallerimizle teselli olurken, o güne gidene kadar kaç Çerkes kalacağı ise meçhul. Evet, yazık.. Çok yazık; Biz bir gün Kafkasya’ya nasıl gideceğiz? Size cevabı ben vereyim; belki Turist olarak gideceğiz, belki de nasıl buraya bir yabancı olarak geldiysek, şimdi oraya dönerken bir yabacı olarak döneceğiz? Herkes, yaşadığı yeri savunmayı, yok olma pahasına haykırıyor.. Evet, yaşadığımız yeri savunalım, güçlendirelim; ama yok olmayalım.. var kalmak için, tertemiz ve saf kalmak için yaşadığımız yere zarar vermeyecek şekilde mücadelemizi yaşatalım.
Şimdi, karar verme zamanı; Tek yüzle, tek gerçeğe.. Var olmaya, var mıyız? Yoksa Türkiye Cumhuriyetine adını veren, üstün haklarla donatılmış tüm halkları kendisi gibi eğiten, giydiren ve konuşturan Türk halkına “Varlığımız, varlığınıza armağandır” mı diyeceğiz? Aklımıza empoze edilmiş bilgileri kuşanarak, kendi varlığımızı garanti altına almak için yapacağımız girişimlerin hainlik olduğuna bizi de inandırdılar mı?
NEREYE KADAR BÖYLEYİZ?
Fazla zaman kalmadı, şimdi, şuan yok olmanın ucundaki Adige halkı aklını başına alarak sıkıca düşünsün, mihrakların geçici olarak ortaya sundukları saçma-sapan tartışmaları; varlığımızı garantiye ettikten sonra tartışalım.. Şuan, gözler önünde yitip giden gençliğin geri telafisi mümkün gözükmüyor, aksine; onlardan olan ve dünyayla tanışan insanların-da; erimiş anne ve babalarından farklı olarak yetişmesi olanaksız. Ya varız, ya yokuz! İkisi arasında kalınmıyor. Zamanın yıprattığı bir şeyi, hiç kimse onaramaz..
Canberk Apiş

2nci sürgün

1864
yılından sonra, dalga dalga Anadolu topraklarına sürgün edilmiş Çerkes
milletlerinden bir emanetim size. Doğduğumdan bu yana büyüklerim bana devleti
vatan olarak öğretip, vatan konusunda nasıl duracağımı öğretti. Ben, vatanını
seven, koruyan, kollayan ve düşmana taviz vermeyen bir insan olarak büyüdüm.
Ben beton şehirler arasında apartman dairelerinin soğukluğunda bir yerlerde
doğmadım ve büyümedim, fakat devletin ekonomik yapısı gereği ile ailem
şehirlere taşındığından bu yana, şehirlerin içinde sürgün hayatı yaşayıp
gidiyorum. Bana göre Türkiye toprakları üzerinde asimile olanlar sadece
Kürtler, Çerkesler, Araplar, Ermeniler, Rumlar, Bulgarlar ve Lazlar değil. Bu
ülkede Türklerde asimile oluyor ve hep birlikte tüm örf, adet ve geleneklerimizi
unutuyoruz. Bu konu esasına göre Türkler bize göre biraz daha şanslı çünkü
devletin onlara sağladığı bazı olanaklar var ve en azından kimse sorgulamadan
Türkçe eğitim alıp, konuşabiliyor. Bizler bunu talep edince terörist olmaya
kadar varan ve ihanete kadar çıkan bir suçlanma ile karşı karşıya kalıyoruz.
Oysa, benimde dedelerim bu ülkenin kurulumunda savaşmış, kan dökmüş, meclise
girmiş, memurluk yapmış ve vergi ödemiş insanlardır. Bizim ikinci sürgünümüz
köylerden şehirlere doğru olmuştur. Şehirler ki, kapitalizmin pençesinin en
keskin yerlerini saplarlar içindeki insanlara, yüreklerinden aşklarını,
sevdalarını.. hayatlarından onurlarını, şereflerini.. fikirlerinden
dayanışmayı, yardımlaşmayı söker alır; dilimizi mi, adetlerimizi mi, kültürümüzü
mü sağ bıraksın. Bırakın efendim, Allah aşkına bırakın.. Tam bir tüketim
çılgını oluyor insanlar hem de ne ırk ne din ne de dil fark ediyor.. Baktığını
göremeyen, gördüğünü anlamayan, satın alan ve ticaret yapan; ilişkileri zayıf,
performansları yüksek insanlara dönüşüyoruz ve hergün aynı yerlerde, aynı
görüntülere o kadar tabi kalıyoruz sessizleşiyoruz, yalnızlaşıyoruz ve
robotlaşıyoruz. Köylerde güzeldi aslında, tarlamıza gider, ekinimizi biçer,
yemeğimizi yer… düğünümüz varsa düğünümüze, toplantımız varsa toplantımıza
giderdik… bazıları köyün manzaralı yerlerinde oturup sohbet ederken, kimse
neden Çerkesçe eğitim verilmiyor tartışmazdı çünkü köyün anadili Çerkesçe
olurdu. Çocuklar doğduğundan beri Çerkesçe konuşmaya tabi kaldıkları için doğa
gereği Çerkesçeyi öğrenirler ve konuşurlardı. Sonra devletin kapitalist
ünitelerinin baskısı gereği, ekonomik açıdan kendine yetemeyen aileler mecburen
şehirlere doğru göç etti, şehirler köylere mi benzer? Herkes farklı bir milletten,
ayrı bir havadadır ve mecburen herkesin bildiği ortak dili dolarsın ağzına.
Tabi yaşamak için anlaşmak mühimdir ve genelde anlaşmak içinde konuşmak
gerekir. Şehirlere göç arttıkça, dilimize talep azaldı ve bugün yumurta kıça
dayandı. Bir seçim yapmak zorunda kaldık! Ya herkesin bildiği gibi uslu
çocuklar olacak, ne verilirse yiyecek ve şükür edecektik her şeye rağmen ya da
artık yok olduğumuzu gördüğümüz için acı çekip bağırmaya başlayacaktık. Bizim
büyüklerimiz, (Kaffed gibi) sessizliğini korudu, gençliğimize dur dedi. Onlara
göre bilinen Çerkes modelini korumak ve uslu yapıyı bozmamak, bizim üzerimize
gelebilecek baskıları yok etmek miydi? O bile olsa, yakın gelecekte Çerkesçe
konuşmayı bilmeyen Çerkeslerin çoğalması, onların çocuklarının yalnızca Çerkes
olduğunu bilmesi ve torunlarının bunu önemsememesi haliyle Çerkesliğin
erimesini göz önüne alarak baktığımız zaman artık bizde kötü insanlar olarak
bilinmeyi dahi göze alarak, büyüklerimizin çıkaramadığı sesi kendimiz bağırmaya
karar verdik! Geç olmadan, elimizden geleni yapmaya-da niyetliyiz. Şimdi, ya
köylerimize dönüp, açlığımızla varolduğumuz kadar yaşayarak kendimizi korumaya
alacağız ya meydana çıkıp insanlara derdimizi anlatacağız ya da geri döneceğiz.
Bu bizim ayıbımız değil, hakkımız ve geleceğimizdir.


Canberk Apiş

Önce – Sonra

Sonradan yapılan hiçbir önlem, önceden
gelişmiş anıları yok edecek güçte değildir fakat şimdiden yapılmış bir hareket,
sonradan oluşacak anıların kaderini belirlemekte bir katkı payı barındırır.
Hayat,
şimdi ile sürülen bir sefa da olsa, biraz sonra yaşayacağınızın iyi şeyler
olacağını garanti etmez, bu durumda insan olmak bazı avantajlar sağlayarak bize
geleceğin yol haritasını çizmekte faydalı olur. İnsan hayatı ise tam bu
prensipler üzerine kurulu bir düzen içerisinde gelişir, sonuçlanır. Bu durumu
kavrayan, ele alan ve geliştiren kimseler geleceğini istediği gibi
güncelleyerek hayatta pozitif atılımlar yaratır. Devletler, toplumlar ve
kültürlerde bu prensipte güncel kalarak varlıklarını korumaya yönelik, yaptığı
atılımları geleceğe dönüştürme pahasına çalışır, bazen dâhili olan insanlara
bedeller ödeterek bile olsa aslında bütün amaç ve gayeleri; varlıklarını
korumak adına alınmış tedbirlerin, sonradan oluşabilecek bazı durumlarda işe
yaramasıdır. Örgütlü halk; birleşmiş toplum ve organize işlev demektir.
Organizasyon, insan hayatının kaderini belirleyen temel etmendir. İnsanlar
organize bir şekilde yaşarlar, hayatlarını organize eder ve organizasyonda
güçlenmeye çalışarak varlıklarını korumaya yönelirler. Örgütlenmek,
organizasyonların kolonudur. Örgütsüz bir organizasyon başarısız bir denemedir;
örgütlenmenin ne şekilde olacağı ise kuşkusuz tartışma sebebidir. Çünkü örgüt;
3 veya daha fazla kişinin amaçları uğrunda vereceği mücadele ve genel anlamda
her kimseyi tatmin edecek bir organizasyondur. Bu organizasyon tek bir kişi
veya kesimin elinde; amacından düşerek, elinde olduğu kimselerin hizmetine ve
çıkarına dönüştüğünde bütün organizasyon başarısız ve negatiflik yayar. Bu
negatifliğin anlaşılması, organizasyonun ne şekilde saklandığına ve
eğilimlerine göre değişebilir. Kesim veya kişilerin, örgütlü organizasyonun
kuruluş amacından saptırılarak ele aldığı ve organizasyonun parçası olan diğer
kimseleri; kendi çıkar ve amaçları doğrultusunda kullanarak yanılttığı bir
organizasyon ise, demokratik koşullarda sağlanmış belirli bir süre karar
mekanizmasını tek elinde barındırabilecek güce erişilebilen koşullarda
oluşacaktır. Bu koşulların minimuma indirgeneceği ek önlemlerle, organizasyonun
içinde gereksiz ve çeşitli değişik birimlerin oluşacağı düşünüldüğünde bile
verimine karşı olumsuz bir etki yaratacağı ise kabul edilmesi gereken bir
durumdur. Sebeplerine gelince; içeride oluşturulmuş ve kötü amacı engelleyici
önlem birimlerinin de ele alınabileceği, kadrolaşmanın mümkün olduğu gerçeğidir.
Zira devlet; organizasyonlar içinde en mantıksız olmasına rağmen, kadrolaşma
kültürünü silah ve şiddetle koruyabilme paketleriyle kendini garantiye almak
isteyen en kötü organizasyondur. İçindeki farklılıkları; en başta belirttiğim
şekilde henüz ortaya çıkmadan tespit ederek; kurduğu gereksiz birimlerde
organizasyonun gidişatını belirlemek amacıyla, dahili ettiği bütün kişi ve
kimselerin adına tek başına karar verebilme yetkisine sahiptir. Devlet; bir
örgüttür. Bu örgüt, adına halk denmiş bir organizasyon yaratarak, kurulmuş
diğer organizasyonlar içinde bir yarışma sürecine tabi olur. Para denen
belirleyici unsuru; gücünün simgesine çevirir ve işlevin ana maddesini gücüne
dayatarak, organizasyonlar arası bir sidik yarışında milyonlarca insan adına
yetki sahibidir. Aynı zamanda ise organizasyonun dahili olan insanlara çeşitli
görevler yükleyecek ek paketleriyle; işçi-memur gibi kavramları yaratır.
Yarattığı kavramlara, denetleyici birimleri yaratır, birimleri ise kendi başına
işlevli bir hale sokmak için hiyerarşiyi, hiyerarşide bir sorguyu yok etmek
için ise gücünün simgesi olan parayı koyar; paraya değer katar ve insan yaşama
biçimini oluşturan döngüde parayı geçerli kılarak hayatın standartlarını ona
kodlar. Bu çok mühim ve karmaşık gelen döngü basittir. Örneklemek gerekirse;
avcı bir av yerine üç av ile döner, avlanmayana avını verirken karşılığında
ateşini kullanır ve elinde kalan fazladan bir avı da pişirerek, avlanmayan ve
ateşi olmayana, evini temizlemesi karşılığında hazır verir. İşte tüm bu
örnekteki işlevselliğe avcı, av, ateşçi ve tembelin arasındaki hukuka sadece
paranın adını koyarak devam eder. Bu durumda; avcı bir yerine üç av yapar,
ateşçiden para karşılığında ateş alarak, ateşçiye para karşılığında bir av
verir ve aldığı ateşle elindeki iki avı pişirir, avlanmayan ve ateşi olmayana
ise para karşılığında evini temizlettirir ve o kişide aldığı parayla avcının
elindeki pişmiş bir avı alır. Peki, bu basit örneğin organizasyonla ne alakası
var diye düşünüz mü? Evet, çok büyük bir alakası var, size organizasyonlar
içindeki en büyük ve en saçma olanının devlet olduğunu söylemiştim. Bu organizasyon,
tamamen önceden alınmış tedbirlerin ve projelerin gelecekteki dönümüyle
beslenir. Daha açık olmak gerekirse; önceden yarattığı projelerin gelişimini
sağlarken ek tedbirler alarak insanların bu tedbirlerle istenilen şekilde
ilerlemesini ve gelişmesini sağlar ve bu gelişimin ilerlemesiyle hiçbir emek
harcamadan, avından avını, ateşçiden ateşini ve tembelinden hizmetini
alabilecek bir döngüyü yaratır. Bu döngüyü sabitler ve ek projeler üreterek
bunun boyutunu yeniden şekillendirir, ek tedbirlerle bu projenin gidişatını da
hızlandırırken kısır bir döngüde hiçbir zaman emek harcamadan geçinen ve bunu
alışkanlık haline getiren bir kesimi var eder. Buna kısaca, parazitlerin
örgütlü gücü diyelim. Daha net boyutta: Devlet parazitlerin örgütlü gücüyle, emekçilerin
sırtından geçinen ve hiç çalışmadan onlardan daha çok beslenen döngüyü yaratır.
Konumuzla ilgili kısımda ise önce-sonra meselesinde, devlet kadar kötü bir
organizasyonun bile böyle bir prensipte buluşarak bu kadar garip bir döngüyü
yarattığını görerek, örgütlü ve öngörülü bir organizasyonun ne kadar güçlü
olacağını tahmin etmek çok zor değildir. Örgütlü halklar; böyle bir prensipte
buluşursa, geleceklerini tayin etme konusunda daha işlevsel ve güçlü bir konuma
gelebilir. Projeler, şimdiyi yaşamaktan çok, sonrayı etkileyecek unsurlar
üzerine kurulu ve şimdi yaptıklarına geleceği yönlendirmek üzerine dayalı
olmalıdır. Aksi halde, bir anda ses verip, gelecekte sönecek bir organizasyon
sadece insanın kendini tatmin etmesi yolunda bir adım olacaktır.
Canberk Apiş

örgütçülük, Çerkeslik…

Örgütlü dünya, örgütlü halklar, örgütlü talepler ve örgütlü
işlevler. Şu önyargıyı kırın: Örgüt demek militarist, saldırgan ve bölünmeci
bir topluluk demek değildir. Belirli ortak talepler etrafında toplanan
insanların taleplerini güçlendirmek ve alabilmek için toplandıkları,
çalıştıkları platformlardır. Örgüt demek; talebin gücü demektir.
Yanlış
yürütülen bir olaya karşı doğruyu talep etmek iyi bir örgütlenme nedenidir ve
haklı bir davadır. Biz Çerkesler yanlış bir devlet politikasıyla eriyip
kaybolmak yerine örgütlenerek doğru bir devlet politikasıyla hem kendi
varlığımızı korumak hem-de genel bir doğruya ulaşmak için örgütlenme
gereksinimi duyan halklardan sadece biriyiz ve nasıl örgütleneceğimizi
araştırıyor muyuz? Evet, artık bizde örgütlü bir halk olmak için arayışlarda ve
çalışmalardayız. Büyüklerimizin baskılarına boyun eğmeden yapsak bile şunu asla
unutmamalıyız ki; biz onlara terbiyesizlik ve saygısızlık yapacak bir kültürün
ürünü değiliz. Biz, saygımızdan kusur etmeden-de büyüklerimizin bize dayattığı
bu karşı konulmaları kıracak ve örgütlü bir gençlik, örgütlü bir halk olacağız?
Nasıl mı…?
Bu hepimizin bildiği bir yoldur ve ara sıra hepimizin diline
düşen bir taktiktir; birleşerek, güçlenmek. Birleşmelerimizi sadece eğlence
sohbetlerine çevirmek yerine, geleceğimizi güçlendirecek samimi bilgi
alışverişiyle yapacağız. Yok olan biziz; bizi bizden başkasının savunmaya
ihtiyacı yok, biz kendimizi koruyacak güçte miyiz? Bunu kendimize soralım. Ben cevap
vereyim: EVET! Bizden başka kimseye birebir ihtiyacımız yok, fakat ikili
mücadele konusunda, aynı kaygıyı taşıyan başka örgütlenmelerden alacağımız
desteğin ve yapacağımız işbirliğin hiçbir tehlikesi yok. Sonucunda örgütlenme
kararına vardığımızda gelecek böyle talepleri, kendi içimizde değerlendireceğiz
zaten. Nasıl bir örgüt? Bu örgütü kim yönetmeli, ilk eylemi ve varlığını ilan
etmesi nasıl olacak? Çalışma prensibi, tekniği, projeleri nasıl olmalı?
Bunların hepsi örgütlenme aşamasında ciddi şeyler. Bunlar sanal ortamda
tartışılarak varılacak esasları barındıran tek cevabı olabilecek şeylerse hiç
değil ama örneklemek amaçlı kısa cevaplar verilecek olursak. İlan örgütü
olmalı, ses getirecek eylemler yapmalıyız fakat yinede riski değerlendirmeli ve
minimum riski yaratarak tehlike arz etmeyecek şekillerde. Bu örgütü yönetme
konusunda değişik fikirler olur; örgütü, örgüt mensubu kişiler taleplerle
yönetirler. Otoriteli örgütler yada otoritesiz örgütler vardır dünyada. Eğer
bir otorite olacaksa, kongrelerde demokratik bir şekilde seçilecektir,
seçilmelidir. Eğer bir otorite olmayacaksa, kararlar toplantılardan sonra genel
olarak kabul gören (demokratiktir yine) şeylerle olmalıdır. Otoritenin varlığı
yokluğu önemli husustur. İlk eylemi, kendi milletine duyulacak şekilde
olmalıdır ve Çerkes halkının tanımasını amaçlamalıdır; İlanıda aynı şekilde
olmalıdır. Çalışma prensibi, Çerkes halkının taleplerini, Türkiye kamuoyuna
duyurmak şeklinde başlamalıdır. Sanal değil reel, geçici değil kalıcı
çalışmaları bulunmalıdır.
 Canberk Apiş

Hazirandan Eylüle, #DirenÇerkes !

Diren Çerkes!
Türkiye’de gelişen
olaylar elbette bir Türk kadar, bir Kürt kadar bir Çerkes’i de
ilgilendirmektedir. Hatta o denli bir hareketliliktir ki, toplumun tüm
kesimleriyle birlikte, ekolojiyi de ilgilendirmektedir, bu hareketlilik içinde
dahili bulunmak, süreçte bizi ilgilendiren konular hakkında kendi sözümüzü,
kendi ağzımızla söyleme hakkını tanır bize ve Çerkeslerin bir kısmı hoşnut
olsun ya da olmasın, ben ya da başkası ama mutlaka birisi bu hareketliliğin
dahilidir ve biz ne nadar kabul etsekte etmesekte bu hareketliliğe karşı
paralel Çerkesler de olacaktır. Ancak hareketliliğe dahil olan Çerkeslerin
jargonu ile buna karşı paralel hareketsizlikte bulunan Çerkeslerin jargonu, iki
tarafın da seviyelerini herkese analitik bir veri olarak sunmuş, sunmaya devam
da ettiğinden dolayı, bununla ilgili kaba bir analiz yapmalıyız, bu veriler;
hareketlilik ile hareketsizlik içinde dahili olarak bulunan, aynı toplumun
farklı iki yönü arasındaki mantıklı veya mantıksızlığın en net delilleri
olacaklar çünkü.

Birincisi, iktidar ağızlığı yapan ve
hareketlilikten açıkça rahatsız olduğunu gösteren, bunu belirten ve
hareketliliğe karşı mücadele eden gülüm Çerkeslerin, o gülüm Çerkeslerin etki
alanında bulunan masum cahillerin, o masum cahillerin içinde gözlerini de
cehaleti gibi karartan neferlerin; en geniş söylemine kısa bir cevap:

Hem iktidarcı olmamak, hemde cehepeli olmamak; günümüzde pek olağan bir durum
yahu, bunu ne zaman kavrayabileceğinizi bilmiyorum. En basit tabiri ile, ben ve
bir çok ÇERKES yoldaşım hem iktidarcı değil, hemde cehepeli değil. Günümüzün şartlarında artık bu mümkün,
her iktidarı eleştirene bir Cehepe yaftası vurmamak gerekir, rezil olunur,
dumur olunur yani. Sizden ricam, öncelikle karşınızda tartıştığınız adama, o’cusun
– bu’cusun demeden önce onu tanımaya çalışın, zira o’suyla – bu’suyla vurmaya
götüren mantıkta, adamın gerçekten öyle olması gerekir. Bunu size, insanlık
namına, insanlığınız zedelenmesin, aptal görünmeyin diye söylüyorum, malumunuz
bir Çerkes olarak; aptal görünen Çerkesleri görmek beni de üzüyor.

İkincisi, hemen hemen her seferinde, gelişen tüm
olaylara ‘Bunun Çerkeslikle ne alakası var?’ gibisinden yaklaşan ve sürekli bu
yönde eleştiri veya temenni de bulunan Çerkeslere cevap vermek istiyorum
Çerkeslikle alakası
olmayan şeyler ile Çerkeslikle alakası olan şeyler ayrımını, hangi mantaliteye
göre ve nasıl bir bakışla yapıyorsunuz anlayamıyorum; bunun kıstası nedir, eğer
bunun açıklamasını bize yapabilirseniz size özel Çerkeslikle alakalı şeyler de
teklif edip, konuşup ve düşük ihtimalde olsa uzlaşma yoluyla onları da yapalım?
Ama dediğim gibi, öncelikle bu kıstası belirleyen temel özneyi bilmemiz
gerekiyor. Mesela genel hareketlilik halinin bizim bakış açımız da Çerkesliği
de ilgilendiren noktaları var, bir çok ÇERKES yoldaşım bir çok kere, bir çok
yer de size bunu en yalın haliyle anlatmayı denemişti, fakat siz hiç ikna
olamamıştınız, bu durumda bizim sizin ÇERKESlikle alakalı şeyler kıstaslarınızı
bilmeden bu konuda sizi tatmin etmemiz çok ciddiyim ama ‘atomu parçalarına ayırmaktan daha zor’ olsa gerek. Bir çok
yoldaşımın daha önce bir çok yer de, bir çok çeşitle size anlatmayı denediği
şeyi, bu sefer de bu yazıyla bende size anlatmaya çalışayım. Arkadaşlar,
Çerkesler dünyada yaşıyor, çok ciddiyim. Ayrı bir galaksi de, ayrı bir
gezegende değil, hele hele dilini de yazı dili olarak seçtiğimiz Türkiye’nin
içinde; ülkenin genel hareketliliklerini de göz önünde bulundursak, arkadaşlar,
Aynı gezegende, aynı coğrafya da, hareketin tam içinde yaşıyoruz ve size yemin
ederek söylüyorum ki, bizi diğer toplumlardan ayıran ilahi bir fanusumuz yok;
olan herşey, olmayan herşey, olması düşünülen herşey, olmaya başlayan herşey,
herşey ama herşey bizi çok yakından etkiliyor, çünkü bize tenaffuz ediyor.  Değiyor bize, ülke baskıcı bir rejime
girince, biz de baskı altında yaşamaya başlıyoruz, ülke özgürleşince biz de
özgürleşiyoruz, benzine zam gelince, biz de o zamma göre benzin alıyoruz,
ülkede anayasa değişince bizim de haklarımız genişliyor veya daralıyor. Olup
biten herşeyde, birebir, doğrudan doğruya bizim de alakamız var ve bu alakaya
kayıtsız kalmıyoruz, bunu Çerkeslikle alakasını kurcalamaya, eşelemeye gerek
yok. Bariz olarak, alakamız var işte, sen daha neyin tartışmasını yapıyorsun?
Kimse size, bizimle olun demiyor ama biz artık size; karşımızda bile olsanız
gelişen iyi ya da kötü herşey de bizimde alakamız var, bunu söylemekten vaz
geçin diyoruz.
Üçüncüsü, homojen bir toplum değiliz, heterojeniz
ama… iyilerle kötüler yanyana durmayacaklar.

Kralcılarla yanyana durmamak bir tercihtir ve biz bu tercihe sonuna kadar saygı
duyma taraftarıyız. Kralcılar da, özgürlükçülerle yan yana durmama hakkına
sahiptirler ve ne olur yan yana durmama haklarını sonuna kadar kullansınlar! Ben
ile onları istesekte – istemesekte ‘biz’ yapan kavram en yalın öznelimiz olarak
Çerkesliktir ancak, böyle bir birlikteliğin çıkaracağı hiçbir harekette yoktur.
 Şahsen ben; katillerin destekçisi ve
işbirlikçisi olan hiç kimseyle, hiçbir koşulda, hiçbir şey uğruna mücadele
etmem. Tüm insanlık halleri gibi heterojeniz ve böyle de olmalıyız ancak
Çerkeslik öznesiyle homojenize hareket tavrı geliştirip mücadeleler
verilemeyecek derece de alçak insanlarımız da var, yani bizi bölen şeyler;  Çerkesliği bölen şeylerdir ki onlar (sizin
söyleminizle), bizi iyi ki bölüyorlar; Katiller ile faillerin davası hiçbir
zaman birleşemez, katillerin şakşakçılarıyla, faillerin yoldaşları da asla aynı
yolda yürüyemezler!
            #DİRENÇERKES – Gezi Parkından,
Adalet Yürüyüşüne.. Antalyadan – İstanbula!


Süreçte vardık, süreçte var olacağız! Çünkü biliyoruz, aynı zalim
tarafından, aynı baskı araçlarıyla, aynı acıları çekerek eziliyoruz! Mücadele
de olduk, mücadele de olacağız da! Zalimin zulmü bitene dek, mazlumun
tarafında, acılarla çelikleşen kavganın en ön saflarında bulunacağız ve bunu
hiçbir kuvvet engelleyemeyecek. Tüm bunlar olurken, doğduğumuz günden bu yana
olduğumuz kadar Çerkes olarak olacağız ve tüm halkların mazlumları ile birer
Çerkes olarak dayanışacak, birer Çerkes olarak konuşacağız. Bunu gerici,
faşist, yobaz vs. Hiçbir Çerkes engelleyemeyecek, kendi içimizdeki pisliklerle
de mücadelemiz de, mücadelemizle var olacağız. Siz de gelin, bu kavganın önüne
taşlar örüp, kendi geleceğinizi hapsetmeyin! Önümüzde, halkımızın tüm halklarla
birlikte kardeşçe, özgürce, insanca yaşayacağı güzel günler var; önümüz de,
kirli duvarların tam ardında, birbirimizden ayrıştırıldığımız noktaların
ötesinde bizi bekleyen bir aydınlık var; gelin ona, tüm halklarla birlikte, el
ele kavuşalım.

Biz, onlarca Çerkes genci olarak; Gezi Parkındaydık! Biz onlarca Çerkes olarak
Adalet Yürüyüşündeydik, Berkin Elvan için onlarca Çerkes olarak ağladık, Mehmet’in,
Ethem’in Abdullah’ın, İsmail’in ailelerinin acılarını paylaştık biz. Bunları
yaparken, Suriye’deki Çerkesleri rafa kaldırmadık, Çerkeslik insanlıktır, biz
hem insanlıkla hem de Çerkeslikle yan yana olabildik. Yine olabiliriz! Bizi
birbirimize, bizi halklara, bizi mücadeleye, bizi kavgaya, bizi özgürlüğe
soğutan; bizi şu koca küçücük dünyada yalnızlaştıranlara karşı birleşin!
Dünyanın tüm halkları kardeştir; zalimin halkı yoktur, olmamalıdır. Halklar
mazlumlarındır ve mazlumlar hakları için yan yana olmak zorundadır.

                                                                                              Canberk
Apiş / 17 Eylül 2013