Ne istediğinizi biliyorum, fakat sizde şunu bilin ki; sizin o bencil isteklerinizi hiçbir zaman gerçekleştirmeyeceğim. Benim neyi bildiğimi, neyi bilmediğimi siz bir çok kişiden daha çok biliyorsunuz ve işte bu yüzden de bu tedirginliğiniz çok normal. Size bir söz veriyorum, sizin uykularınızı kaçıracağım. Bu halkın geleceğine dolanmış ellerinizi kıracağım ve Çerkes halkının geleceğine sağdan soldan gizli ittifaklar halinde saldıran her türlü politikanızı, karaktersizliğinizi, adınızı yerin dibine sokacağım. Nasıl yalan attığınızı insanlara tane tane anlatacağım. Bugün çevrenizdeki insanları nasıl aptal yerine koyduğunuzu, telefonlarla insanları nasıl kandırdığınızı, kendinize engel gördüğünüz insanları nasıl yıldırma politikalarıyla sessizleştirmeye çalıştığınızı da bu halk öğrenecek. Üç kişilik yapılarınızı nasıl şişirdiğinizi, ağaran saçınızı kültürel değerlerimizi suistimal ederek nasıl kullandığınızı da anlatacağım. Korkun. Uykularınızı kaçıracağımız o günlere and olsun ki; bu halk iyiyle kötünün, yalanla gerçeğin, doğruyla yanlışın ayırdını yapacak kadar aydın insanlarıyla toplumda sizi hakkettiğiniz o yerin dibine sokacaktır.
Etnik Kimliğe dayalı Çerkes Ajitatörizminin Partileşme Çağı
İdeolojisini bir kenara bırakalım siyasetin, ahlakını konuşalım biraz.. Hangi siyaset biçimi, kendi söylemlerini bir başkalarının söylemlerinin üzerinde inşa etmek kadar değersiz olabilir? Bir kaç gün evvel, “Demokrat Çerkeslerden HDP’ye destek” isimli bir açıklama yayınlandı. Altında da Çerkes toplumundan, toplumu için düşünen, üreten ve çabalayan bir çok kişinin imzasıyla.. Bu medya ve sosyal medyada yayılmaya başladığı gibi, tepki vermesi normal karşılanan aidiyet hissini yitirmiş kişiler bir yaygara koparttılar. Kopan yaygara alışıldık. Yıllardır bilinen, yurtsuz, tarihsiz, talihsiz, zavallı, kendini başkalarının varlığına armağan etmeyi “ilkokul” çağından bu yana bağıra bağıra içselleştirmiş annesinden-babasından tesadüfen Çerkes olmuş, Çerkeslik namına başka da kültürel aidiyet alametleri göstermeyen kişiler bunlar. Hem ben, hem biz, hem de “Demokrat Çerkeslerden HDP’ye destek” metni altına imzasını koyan herkes bu vakalara alışık. Toplum, aidiyet hissini yavaşça içselleştirirken, bünyesi kendi varlığına ağır gelen kişilerin kopardığı geçici gürültü bunlar. Onlara, kendi varlıklarını bünyelerine alıştıracağımız güne kadar kızamayız, en açık tabirle yalnızca üzülebiliriz.
Gel gelelim, siyasetin Çerkesler için gittikçe yaygınlaşmaya başladığı bu zamanlarda, ortalığa yayılan seçim ajitatörlerinin haziran seçimleri için düştükleri bu duruma. Her fırsatta kendini “devrimci çerkesler” olarak adlandıran, manifestosunda “çoğunlukçu demokrasi”nin noktasından-virgülüne kadar ilkelerini kullanarak kendini beyan eden ve kurucularının, yöneticilerinin, adaylarının çoğunlukça Çerkes olduğu örgüte.. “Kimlik yoksunluğu” ile suçladığı kişilerin kaçını, ne kadar tanıdığı belli olmayan bir ajitatör (ki kendisi cumhurbaşkanlığı seçimi döneminde (henüz Çerkes partisi yokken!!!), Kürt partisi olarak nitelediği partinin, Kadıköy-Caferağa’da düzenlediği dayanışma gecesine, diğer ajitatör arkadaşının konuşmasını destekleyerek, getirdikleri ekibi, sahnede seyrederek) “Demokrat Çerkeslerin” haberinin paylaşıldığı bir medya ortamında, kendi söylemlerini çürüten, kendi geçmişini, söylediklerini yalanlayan, provakatif bir ağızla ve üstelik nice değerli Çerkes aktivistini “yoksunlukla” suçlayarak ne kadar muhtaç, ne kadar bilinçsiz, programsız, zavallı olduğunu ortalığa sergiliyor. Üstelik işin kötüsü, biz bu tutumun “malum” kişinin bireysel bir hali olmadığını, bu ajitatörlüğün ve ajitatörlük için benimsedikleri yöntemin ne yazık ki “örgütlü” olduğunu düşünüyoruz.
Onlardan olmayabiliriz, onlar gibi düşünmeyebiliriz ancak, onların genel anlamda örgütlerine biçtikleri tam misyonu, bizler örgütümüz içinde “komisyon” biçiminde yürütüyoruz. Üstelik bu şartları oluşturan bizim siyasi örgütümüz. Hemende belirteyim size bizim siyasi örgütümüzü… Verdiği mücadele ile Türkçe dışında Radyo ve Televizyon kanallarının açılmasına vesile olan örgütümüzün açtığı bu yolda, o ajitatörlerin zamanında kurdukları bir hareket, bugün hala Çerkesce yayın yapan Radyo ve Televizyon kanalları talep edebiliyor. Örgütümüzün anadilde eğitim için verdiği mücadele ile elde ettiği “anadil dersi” ile belki o örgütün bir çok yapısından insanın çocuğu, örgütümüzün yeterli bulmadığı bu haktan yararlanabiliyor. Ayrıca, örgütümüzü oluşturan bileşenlerin on yıllardır verdikleri mücadele, bugün onların örgütleşebilmesinin bile zeminini hazırlayabiliyor. Kısacası, küçümsemek gibi olmasın ama; bugün onların bizi içinde örgütlü olduğumuz için “yoksunlukla” suçladıkları örgütümüz, onların varlığının teminatının ta kendisi. İş siyasete binince, toplumun genel kesiminin gazına gelerek, kendi içlerine girdikleri yola dahi taş koyduklarını farketmeyen bu ajitatörlerin kendilerini eğitmeleri gerekiyor.
Peki, Çerkes toplumu için ajitatörlük yeni mi? Değil. Yıllarca asaletin ve nezaketin ajitatörlüğünü yaparak bugüne dek hiçbir şey kazanmadan sürekli kaybeden olduğumuz, bugün içinde yaşadığımız coğrafyalarda ne hale geldiğimizle belirgin. Asalet ve Nezaket ajitatörlerinin telkinleriyle, atalarının onurlu tarihlerinde, canları pahasına korudukları özgürlük ve adalet mirasını yiye yiye, bu iki değerden zerresi kalmayan halkımız, bugün yeni yeni kımıldamaya başlamışken, bu kıvılcımı yangına çevirmesi gereken örgütlenmeler, nedense kıvılcımı söndürürcesine, düşüncesiz, bağnaz ve budalaca ajitatörlüklerin sonucundan medet umuyor. Bu durumu bir süredir gözlüyoruz, bu durumun geçici olmasını ve tüm örgütlerimizin, siyasallaşan kanatlarında tarihsel olguklarını yakalamasını diliyoruz. Ancak bugüne kadar, etnik kimliğe dayalı siyaset yapan Çerkes örgütlerinin, Ajitatörizme saplandıklarını gördüğümüzü de belirtmemiz gerekir. Biz, bugüne kadar başardıklarımız ve bugünden sonra kazanacaklarımızla, kendini ajitatörizm çağına zincirleyen bu hareketleri, cahil ajitatörlerin ellerinden, aydın siyasetçi geleceğe taşıyacağımıza ise, yürekten inanıyoruz.
Bir de, sürekli tekrarlanan cehaletlerinden ötürü kısa bir bilgiyi tekrar açıklama gereği duyuyoruz.
HDP’yi oluşturan HDK’nın bileşenleri aşağıdaki gibidir:
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP)
Cam Keramik İş
Demokrasi ve Özgürlük Hareketi (DÖH)
Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH)
Demokratik Pomak Hareketi
Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP)
Disk Gıda İŞ
Emek Partisi (EMEP)
Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP)
Filistin Halkıyla Dayanışa Derneği (FHDD)
Gökkuşağı Kadın Derneği
Hevi LGBTİ
İstanbul LGBT
İşçilerin Sesi
Kaldıraç
Kaos GL
Küresel Eylem Grubu (KEG)
Limter İş
Marksist Tutum
Munzur Koruma Kurulu
Nor Zartonk
Özgür Demokratik Alevi Hareketi
Partizan
Sosyalist Dayanışma Platformu (SODAP)
Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP)
Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP)
Tekstil Sen
Teori Politika
Toplum ve Kuram-Lêkolîn û Xebatên Kurdî
Toplumsal Özgürlük Parti Girişimi (TÖPG)
Tüm Köy Sen
Türkiye Gerçeği
Yeşiller ve Sol Gelecek (YSGP)
HDP, Çerkesler ve bölücülük
Nasıl bir maya ile tutmuşsa bu bölücülük propagandası, 21nci yüzyılın şimdisindeki tüm olanaklara rağmen ortalıkta hala duyuluyor. Bunlar bundan 20-30 yıl önce söylense; halkın bilgiye ulaşması zorlukları gözetilip biraz daha anlaşılır kılınabilirdi ancak, bugün; bilgi parmaklarımızın ucunda azıcık ilgiye yığınla gelebilir haldeyken hala bu propagandaya kapılan, bu propagandayka akım yaratmak isteyenlerin hiçbir anlaşılırlığı yok. Düpedüz cehaletin, en yoğun propagandası sayılabilir bu haller. Bırakın ülkenin karanlık tarihini araştırmayı, soruşturmayı, anlamaya yeltenmeyi.. bugününü bile araştırmaktan yoksul, zihin tembeli yığınları tarafından her türlü birleşme, eşitlenme, kardeşlik hareketi ve söylemi; bölücülük söylemleriyle yok edilmeye çalışılıyor. Ama artık bu söylemin geçerliliği yok. Bu söyleme kapılıp giden nesil, artık konuşmaktan ötesi olmayan bir nesildir ve yeni nesil eskiye göre daha çok araştırıyor, okuyor, konuşuyor. Zaten umutta eski nesilden ziyade yeni nesildedir.
Çerkesler kendini temsil etsinler! diye zırvalık dolaşıyor. Halbuki bugün ÇDP “Ç-oğunlukçu/Ç-erkes Demokrasi Partisi (farklı ortamlarda değişiklik gösterip Çerkeslik-Çoğunluk’a dönüşse de genelde Çerkes olarak algılanmaktadır) bir çok ortamda ve konuşmasında, en üst yetkilisinden, en basit misyonerine kadar biz Çerkesleri temsil ediyoruz diyorlar. “Çerkesler kendini temsil etsinler” diye zırvalayan kişilerin büyük bir bölümü, bu hareketin içerisinden de oldukça uzakta.
Geçtiğimiz günlerde biliyorsunuz, Çerkes Soykırımının 151nci yılı anmaları yapıldı. Çerkesya Yurtseverleri ve KAFFED, Xeku’ya sembolik rakamlarda insanlar taşıyarak anlamlı bir iş çıkardılar. Takdire şahan ve bugün oluşmakta olan Çerkes Siyasetinin geleceğini belirleyecek pratiklerden birisiydi bu davranış.
Aynı zamanda Diasporanın Türkiyesinde hem yerellerde anmalar olurken, hemde 2 noktada büyük bir anma oldu. KAFFED, örgütleriyle Kefken’de bir program düzenledi ve hayli iyi geçti. En iyi noktalarından biri ise geçmişte örgütlerinin binalarına girerkenki “siyasi kimliğinizi dışarıda bırakın” siyasi ambargoyu, bizzat KAFFED’in en yetkili ismi tarafından delinmesi oldu. Zaten bu durum bir kaç yıldır yer yer yoğun yer yer az olsa da ihlal edilmekteydi. Ancak Kefken’de KAFFED başkanının konuşması dahil, bu durumun artık sürdürülemez olduğuna işaret etmekteydi. Gelecek, KAFFED’in siyasi ambargoları delmesiyle daha da güzel olacak. İkinci organizasyon ise İstiklal caddesindeydi. Biliyorsunuz ÇHİ, uzun zamandır her ayın 21nde 21de Rusya konsolosluğunun önünde toplanıyor ve eylem yapıyor. Bu muazzam hareketi, 2 kişi de olsalar, 200 kişide olsalar 2000 kişide olsalar sürdürüyorlar. Bu eylem ve söylem tutarlılığı, o kanaldan gelişen siyasi etkinliğin gelecekte gelenekselleşecek bir diasporal harekete öncülük etme olasılığı var. Mayıs’ın 21nde yaptıkları eylem, 21 mayısın aynı zamanda soykırımın anma günü olması vesilesiyle çok kalabalıktı. Bizzat biz, kendi örgütlü yapımızın gözlemcileri statüsünde bu organizasyona katıldık. Organizasyonda sunumu, sanıyoruz ÇDP örgütünce kayseriden bağımsız vekil adayı seçilen İshak bey yapıyordu. İlk konuşmayı ÇERFED başkanı ve AKP’nin Tokattan Milletvekili aday adayı Nusret Baş yaptı. Nusret Baş konuşmasında bir çok gafta bulundu. 21 Mayıs’tan “kutlama” olarak bahsetti. Çerkeslerin görevinin “zalimin yarasına derman olmak” olduğunu söyledi. Bizce dili sürçtü, umarız da öyledir. İşin açıkçası kendisini dinlemeye çok tahammüllü değilsekte, oradaydık. Nusret Baş’ın konuşmasından sonra mikrofonu eline alan ÇDP Genel başkanı Kenan Kaplan ise, hem organizasyona, hem siyasete, hem halka daha donanımlı olduğunu konuşmasından yansıttı. Kitlenin genel durumu göz önüne alındığında, daha başarılı bir konuşma yapılabilir miydi? bilmiyoruz. ÇHİ’nin 21 mayıs etkinliğinde sık sık “İntikam değil, Adalet istiyoruz” sloganları ve pankartları görülüyordu. Bu da, 21 eylemleri olarak lanse edilen bir dizi eylemin geleceğinin alacağı şekil hakkında bizlere ipucu veriyor. Şövenist ve ütopik söylemlerin yerine, giderek daha mantıklı ve olması muhtemel şeyler söylenirse sakın şaşrmayın.
Siyaset, Çerkesler için giderek normalleşiyor. İlk günlere nazaran tüm kesimlerin kabul edilebildiği ve küfürler/hakaretlerden başka şeylerin duyulabildiği ilk günlere girdik. Biliyorsunuz, Çerkes siyasetini tırmandıran ve kırılganlaştıran süreç, HDK içerisinde örgütlenmiş ve HDP’de kimlik siyasetinin Çerkesler ayağını yürüten Çerkes ekiplerin çalışmaları başlatmıştı. Ekiplerin siyasi ve sosyolojik tecrübeleri bu sürecin kendileri açısından daha yönetilebilir olmasını sağlıyordu. Dolayısıyla bu süreci, ülkenin ve Çerkes diasporasının güncelleriyle birlikte sırtlanıp yürütebildiler. Krizi fırsata çevirip, halklarına adadılar. Neyse ki, onların omuzlarında taşıdığı süreç şimdilerde durgunlaştı. Geçtiğimiz günlerde, anti-faşist çerkeslerin değerlendirme toplantısına katıldım. Sürecin topluma etkileri üzerine iyi analizler vardı. Süreç, kısa sürede Çerkes toplumunun ehli sakin halini tarumar edip, istenmeyen şeylerin olmasına yol açıp, bu durum kısa sürede kontrol altına alınıp toplumun tüm kanatları tarafından durgunlaştırılmış. HDK’lı arkadaşlar, sürecin öz kimlik söylemleri üzerine bilinçli bir hamleyle başlatıldığını ve toplumdaki reaksiyonuyla bir çeşit teşhire dönüştüğü ve psikolojik şiddet durumunun hemen kontrol altına alındıklarını bildirmişler. Gelin hatırlayalım. Çerkes sorunlarının araştırılması ve çözüm bulunması yönünde HDP bileşenleri tarafından TBMM’ne bir teklif sunuldu. Teklif parlementonun diğer örgütlerince reddedildi. Çerkes Soykırımının Tanınması yönünde çalışmalar yapıldı, çalışmalar HDP bileşenlerine iletildi, HDP bileşenleri bu çalışmaları teklif haline getirip TBMM’ne sundu. Teklif parlementonun diğer örgütlerince reddedildi, HDP, en üst düzeyde Çerkes soykırımını lanetlediğini, parlementoda kendi grup toplantısında söyledi. Halklar ve İnançlar Komisyonu üyesi, Çerkes asıllı bir partiliyi kürsüye çıkararak konuşma yaptırdı. HDP, açıkça ve belirgin bir şekilde Çerkes Soykırımı anmalarına katılarak safını belli etti, katılımda kriz yaşandı ve tüm krize rağmen HDP, İstiklal Caddesinde hem 21 mayıs günü toplandığı yerden soykırımı lanetlerken, hemde ertesi gün HDK bileşenleriyle birlikte “Çerkes soykırımı” etkinliği düzenledi ve etkinlikte tamamen Çerkeslerin lehine bir konuşma yaptı. Sochi olimpiyatları sırasında, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın olimliyatlara katılmaya gitmesine ithafen, HDP Eşgenel Başkanı Selahattin Demirtaş “Sayın Başbakan, yurttaşlarının acıları üzerinde yapılan olimpiyatlara gitme” çağrısını yaptı. HDK/P içerisindeki Çerkesler daha verimli çalışmalar yapmaya başladı ve gözükürlükleri arttı. İşte bu süreç, izbe yerlerinde yok olmaya gıdım ses çıkaramayan, devletin geleneklerinin yedeklediği bir kısım Çerkesi tetikledi ve sosyal medyada bizleri eril şiddete maruz bırakan bir kampanyanın tetiklenmesine yol açtı. Bu kampanya tetiklendiği andan itibaren, HDK/P içerisinde örgütlenmiş Çerkesler süreci kontrolleri altına alarak, devletin kendi yedeğine çektiği asimilasyona itiraz etmeyen ve hatta onun varlığını reddetmeye kadar varan bir takın Çerkesin kendini toplumuna teşhir etmesi pozisyonuna taşıdılar. Süreçte HDK/P içerisinde örgütlü Çerkesler, bir çok kritik hata yapsalarda, bu hatalar ne kendi içlerinde ne de toplum nedzinde olumsuz hiçbir durumu tetiklemedi. Bugün ise, tüm bu atlatılan süreçlerden sonra; HDK/P’li Çerkesler hem daha görülür, hem daha cesur hem de anlaşılabilir vaziyettedir. Yola ilk çıkılan güne göre, karşılarında konumlanan ve kendini rezilleştirenler bugün hem daha sinmiş hem daha korkak hemde ne oldukları halkımız tarafından daha çok anlaşılmıştır.
Siyasi oyunlara ve gerçekdışı komplolara inat, Çerkes Siyaseti bugün konuşması gereken dile daha yakındır. Acılarını ve acılarına sebep olanları daha iyi bilirken, tarihlerini ise tamamen sahiplenerek konuşuyorlar. KAFFED’li olsun, Çerfed’li olsun, ÇDP’li olsun, HDK/P’li olsun, Bağımsız olsun.. bugün tüm siyasileşen örgütlerimiz, toplumun geldiği noktanın farkındadır ve toplumun giderek daha siyasi olacağını da görebilmektedir. İşte değişen tüm söylemler ve uygulamalar, dün HDP’liyiz diye bize küfür eden omurilikler tayfasının bir yansımasıdır. Halk acılarına ve tarihine çözümün yolunu biliyor ve bu bilinç, Çerkes halkını yarına daha onurlu taşıyor.
HDP Çerkesler ve Bölücülük üzerine ise,
Çocuk masallarında bile rastlanmayan hayal gücü üretimi söylemlerin, çok ciddi şeylermiş gibi bazı çevrelerce kabul görülüp ortaya konulması, onların ne hallerde olduklarının en büyük göstergesidir. ne HDP ne Çerkesler; yeni bir ülke kurmanın değil, eski bir ülkeyi yenileştirmenin, özgürleştirmenin, eşitleştirmenin derdindeyiz. Adaleti, Eşitliği, Özgürlüğü; bu ülkeyi bölmeden de sağlayabileceğimizi biliyoruz. Yani asıl bölücü, kendi halkından başka bir halka yaşama olanağı sunmayan, silahlanmaya eğitimden ve sağlıktan daha çok bütçe ayıranlardır.
"TC" Çerkes'e: Bölücü sizsiniz, sempatizan sizsiniz, it sizsiniz.
Siz kendinizi ne kadar inandırırsanız inandırın bizim kötü olduğumuza, biz; ezilmiş bir halkın mücadelesini omuzlarken, ezilen kadınların çığlıklarını sırtlanırken, katledilen doğanın işitilmeyen acısına ses olurken, sömürülen emekçinin hakkını ararken; sizin tüm o iftira gürültülerinizin arasından tüm dünyaya, tüm zamanlara, tüm yüreklere kim olduğumuzu zaten gösteriyor olacağız. Dün olduk, bugün oluyoruz ve yarın olmaya devam edeceğiz! Bunun için bir karşılık beklemeyeceğiz! Teşekkür beklemeyeceğiz! Dua beklemeyeceğiz! Bunu hiçbir beklenti içerisine girmeden yapacağız ve tüm niyetimiz; tüm halkların kardeşçe, güvenle, eşit ve özgür bir gelecekte buluşması olacak. Tüm amacımız hünerleriyle patronlarını zenginleştirip, kendileri hergün fakirleşen emekçilerin hak ettiği bir yarında çocuklarıyla, aileleriyle, kendi anadillerinde, hep birlikte eşitlik türküleri söyleceği bir yarının temelini atmaktır. En başta, tüm şovanist ve deli zırvalığı olan vatan edebiyatını bir kenara bırakıp bakmanız, hepimizin bu dünyayı paylaştığını ve hiçbir suni kavramın yaşayan bir canlıdan daha önemli olmadığını anlamanız gerekir bizi anlamanız için, oysa siz; hiç yaşamayan kavramların insan öldürmeyi meşru kıldığı bir zorbalık, bir faşistlik felsefesinin neferleri olduğunuz için! Biz eşitlik dedikçe siz bölücülük diyeceksiniz. Asıl bölücülük, anneleri evlatlarından ayırmak, halkları dillerinden ayırmak, kadınları erkeklerden ayırmak, işçileri haklarından ayırmaktır. Asıl bölücülük yapan sizlersiniz ve bugüne değin nice insanı sırf kendi değerini taşıdığı için; yaşamından ayırdınız. Biz bunu reddediyoruz! Biz; kanla yazılmış, toprağı kanlandırmayı öven, kanla kutsanan bu hasta felsefenizi reddediyoruz! Biz, halklara ölümü vaadeden bu faşist düşüncenizi reddediyoruz! Bizi suçlayacağınız ve yaşamsal boyutta hiçbir değeri bulunmayan düşüncelerinizi reddediyoruz. Bizler, Anti-Faşist Çerkesleriz, Çerkes soluyuz, HDK-P’li Çerkesleriz! Kobane’de faşist islam örgütünün cehenneme çevirdiği hayata karşı dimdik savaşan Suphi Nejatlarız! Yaşasın halkların kardeşliği diye haykıran Yusuf Aslan’ız! Halkı için verdiği mücadelede kalleş bir kurşunla vurularak katledilen Mahmut Özden’iz! Nazi kampında işkenceyle öldürülmüş Soçentsuk Aliy’iz! Devlet-i Aliyye tarafından zenginleştirilip halkını köleleştiren Çerkes beylerine karşı Bzeyiko savaşını sürdüren isyancılarız! Kadın hakları için, belkide yaşadığı çağda çok riskli bir görevi üstlenip feminist dergi çıkaran Ulviye Nuriye Civelek’iz! Abbasi’de toprak ağalarının Afrika’dan getirtip bataklıkta çalıştırarak kırdığı ve bu duruma isyan edip El-Muhtare’yi kuran Zenc’leriz! Ya siz kimsiniz? Övündüğünüz değerler nedir hiç kendinize soruyor musunuz? Bu topraklarda ölmekten-öldürülmekten övünüyorsunuz, kabdan yediğinizi kabullenip, ona pislemeyeceğinizle övünüyorsunuz! Tüm asimilasyon programları uluorta dururken, böyle birşey olmadı zırvalığıyla ortalığı karıştırıyorsunuz velveleye veriyorsunuz! Nice evlat anasından babasından, nice baba evladından, sevdiğinden bölünürken, katilleri hiçbir ceza almıyorken; faşizmi inkar etmek lazımken siz faşizmin askeri olmaktan övünüyorsunuz! Bölücü sizsiniz! Biz kardeşliği, siz düşmanlığı bağırıyorsunuz! Bir köpek gibi, dilini-tarihi unutarak yaşamak ve sahibinizin size düşman öğrettiğine havlamak marifetse haberiniz olsun, 1864de atalarınız; kendilerine sizin bugün yaşadığınız hayatı reva görselerdi hiçbir soykırım ve sürgüne tabi olmadan bugüne kadar sizin gibi köpek gibi yaşayabilirlerdi! Ama onlar başkalarının köpeği olmayı reddettikleri için savaştılar, soykırıma ve sürgüne tabi tutuldular, onlar gibi özgür ruhlu insanlardan bugün evrildiğiniz nokta; köle ruhlu alçaklar olmamalıydı! Atalarımızın kemiklerini biz değil, siz titretiyorsunuz ve işin en kötüsü bugün atalarımızın değerlerini de en çok siz sömürüyorsunuz! Hemde bunun bile farkında olmadan..
*Not: Konudaki köpek sözcüğü; hayatı boyunca hiçbir canlıya nefret gütmeyen, insan tarafından dünyası gasp edilmiş ve insanlarla birlikte kentleri paylaşmak zorunda kalan, eziyetler ve işkenceler gören o masum canlı değil; birisinin emrini icra etmek için komut bekleyen köle ruhlu insan türü tabir edilmiştir. Yinede biz insanların aynı zamanda bu güzel ve sevimli canlı türüne köpek-it gibi tabirler kullandığını bildiğimiz için yeryüzünde yaşayan tüm köpeklerden özür dilerim.
Zulüme, işkenceye ve katliama aday adayı olan kalpaklılar
Evvela “sosyal medya” da “platform” olarak kurulmuş grupların çalışma mantığını anlamanızı isterim. Her birinin özgün kuralları olur, aynı zamanda bu kuralların yanında, üstüne kurulu oldukları kaynağın genel kuralları olur ve aynı zaman da, uygar(!) dünya da; insanlık namına bazı sosyal kurallar olur. Örnek vermek gerekirse; Işıkta bekleyen yaşlıları karşıdan karşıya geçirmek, zulüm gören bir canlıya yardım etmek, aç-susuz kalmış bir canlıya yardım etmek gibi, ya da bazı yerlerde değişik kurallardan da bahsedebiliriz. Bunlar hiçbir yerde yazmaz; mesela – İstanbul’da toplu ulaşım araçlarının yürüyen merdivenlerinin sol tarafında durulmaz.- Bu yazı böyle uzar gider, herkes bir ortamda yeteri kadar zaman geçirince anlar ki; her yerin kendine özgün bazı kuralları vardır… İşte aynı zamanda “sosyal medya”da kurulmuş grupların da, kurulma amaçları ve bu amacı çerçeveleyen özgün kuralları olur, o kuralların tek amacı, grubun kurulma şartlarının dışına taşmamasıdır. Taşmak deyince; aynı zamanda bu gruplarda “paylaşım” yapar her üye; paylaşımının bu çerçeveler içinde olduğunu ve grubun diğer üyelerinin bilgisine, düşüncesine, desteğine, yorumuna açık olduğunu kabul eder. Yani; insanların özel hesaplarından yaptıkları paylaşımlarla, grup (topluca)larda yaptıkları paylaşımlara karşı etkileşim farklıdır. Grupta bir gönderi; o gönderi gören herkesin eleştirisine açılır. Eğer eleştirilmeye tahammülü olmayan birisi bu gruplardan birine üyeyse, rica ederim hiçbir şey paylaşmasın. Çünkü o gönderi “gruba düştüğü” an, eleştiriye açılmış demektir. Malum, Çerkesiz.. bizimde yaşam etkileşimimiz de, toplumsal duruşumuzu çerçeveleyen sosyal kurallarımıza da “Xabze” deniyor. Kaldı ki, sürgünlük geçen 150 yıldan sonra, yaşadığımız coğrafyanın kültürleri ile etkileşime geçerek değişmiş olması da pek muhtemel, ama bunda bir hata yok, sonuçta ortam değişince, ortamdaki hukuk değişir, şartlar değişir, zaman değiştikçe; bulunduğumuz ortamda nüfuz eden bir takım yenilikler, bizim 150 yıl öncesinden buraya taşıdığımız Xabzeyi mutlaka değiştirmektedir. Zaten bunu inkar etmeye, bunu reddetmeye de bir çeşit “yobazlık” denebilir. Bundan 150 sene önce, bir de gidip Mezapotamya’da yaşayalım diye buraya gelmedik, bundan 150 sene önce, 101 savaştığımız büyük bir savaşı kaybettik, soykırıma uğradık ve buralara sürgün edildik. Olaya bu etkileşimde bakmakta fayda var, yani bizim 251 senedir, toplumsal yapımız savaş, soykırım ve sürgünle şekillenmektedir. Önceleri çok eleştirdiğim; “Babanın çocuğunu topluma açık bir yerde sevmeme”sinin sebebini öğrendiğimde gözlerim dolmuştu. Savaş öyle uzun ve acımasız geçmişti ki, babası savaşta ölen çocuklar köylerde çoğunluk olmuştu ve bu Xabze, işte o çocukların üzülmemesini düşünüyordu. Çok inceydi, ne kadar sert gözükse bile, aslında bir o kadar hassas ve inceydi. Günümüzde de bu çevreyle etkileşime giren ve insan onurunu düşünen Xabzelere ihtiyacımız yok değil, nihayetinde; bugün diasporası olduğumuz toprakların doğusunda çok kanlı içsavaşlar, savaşlar, cinayetler, katliamlar yaşanmaktadır. Oradaki savaşların, cinayetlerin bizim yaşadığımız topraklara taşırdığı “savaş mağdurlarının” sayısı da milyona ya ulaşmak üzere ya da geçmiş bulunmaktadır. Bizler, bunun farkındalığına varmalıyız. Xabzeyi, tartışmaları sönümlendirecek bir araca çevirmeye çalışmaktansa, bu gerçekliğin işleyişine karşı toplumsal vicdanımızı etkileyecek bir hukuka çevirmeliyiz. Bu şartlarda; bugün, 2015 genel seçimlerinin arifesinden yazıyorum o halde. Xabze; Zulüme, işkenceye ve katliama ortak olma adaylığına karşı bize neyi öğütlüyor?
Birleşik Haziran Hareketi (BHH) ve biz: Çerkesler.
Gezi sonrası Türkiye batısında hareketlenen sol politik yapı, bir çok söylem ve pratik sergiledi. Gezi, henüz parktaki kolektif yapısının içindeyken, oradaki birikime “kaynak” muamelesi yaparak kendi örgütlerinin propagandasının peşine düşen ve parktaki itirazın sadece nesnel ideolojik yönlerine katılıp ya da en azından katılmış imajı yaratıp; parkın içinden bütüne dönüşen itirazın herhangi bir tarafı olmayan örgütler; taksim’de vücut bulan dayanışma pratiğini, sol propaganda havuzlarıyla sömüre sömüre bitiremediler. Her an, teorik olarak öne sürdükleri ve karşıt her harekete etiket ettikleri “emperyalist” yaklaşımın ta kendisine dönüştüler. Bugün adeta kanlanmış bir bit gibi, birbiriyle alakasız bir çok örgüt; hep “gezi” jargonlu bir propaganda programının sürdürücülüğünü yapmaktadır. Hepsini bu kefeye koymak, bu kefede değerlendirmek elbette haksızlık. Fakat aslından değişen ve başkalaşan, başkalaşmışlarla ortaklaşan örgütleri de tenzih ederek bunların hala ihtimal olan en ufak dayanışma umutlarını baltalamasına müsade etmekte büyük bir haksızlık olur. Haksızlık etmemek lazım. Bizler, HDK sürecinden bu yana bu hareketin içerisinde yer almış Çerkesler olarak, arkadaşlarımız HDP’de siyaset yapmakta olan Çerkesler olarak, HDK/P’ye katılım sürecimize eş ve eşit olarak BHH’nin toplantılarına da katılmış ve gözlemci arkadaşlarımızın notlarını tartışarak bazı fikirleri öne çıkardık ve artık bunu halkımızla paylaşmak gereği duyuyoruz. Bu gereği, Gezi direnişine aktif olarak katılmış Çerkesler olarak duyuyoruz, aynı zamanda parkın içindeki kolektif koordinasyonda yer almış (Sivil İnisiyatif, Taksim Dayanışması) Çerkesler olarak duyuyoruz, aynı zamanda kurulmuş barikatların sıcağını hissetmiş, faşistlere karşı aktif mücadelede en ön barikatlarda direnmiş Çerkesler olarak duyuyoruz, aynı zamanda “parklar bizimdir” hareketiyle istanbulun tüm parklarındaki halk meclisleri kurulumuna katılmış, “Abbasağa, Yoğurtçu” başta olmak üzere İstanbul, Antalya, Bursa, Kayseri, Sakarya, Düzce” deki tüm forumlarda aktif katılımcılar olarak görev almış Çerkesler olarak duyuyoruz. Antalya’dan – İstanbul’a “Gezi özelinde, Türkiye genelinde” adalet talebiyle yürüyüş düzenleme iradesini ortaya koyan Çerkesler olarak duyuyoruz. Aynı zamanda; halkı için talepleri olan, talepleri için eylemler düzenleyen, Çerkes Soykırımı ve Sochi için, Çerkesya’da faşist saldırılarda öldürülen Aşine için sokağa çıkan Çerkesler olarak gerek duyuyoruz. Sendika hareketleri içinde burjuvaziyle uzlaşma tanımayan işçi hareketlerinin içinde bulunan, işçi olan Çerkesler olarak gerek duyuyoruz. Bizler, sokaklarda Çerkes kimliğimizle; Barışı, kardeşliği, Adaleti ve Özgürlüğü talep etmiş, eden ve edecek olan Çerkesler olarak BHH’nin son günlerde ilgili Çerkes örgütlerinin gündemine taşıdığı tartışmalarda; en başta işçi, emekçi kimliğimizle, gezinin ruhunun bir parçası olmuş Çerkesler olarak, kör fanatik olmayacak kadar akılcı, gerçekliği kavrayıcı ve aktarıcı kadar bilimsel ve ihtiyaçlarımızı bilecek kadar farkındalık içinde Çerkesler olarak kendi adımıza düşeni söylemekteyiz.