Sevgili büyüğüm Mağruş Vezir Savrum'un "Sosyal Medya Devşirmeleri" üzerine

Öncelikle Mağruş Vezir Savrum’un “Sosyal Medya Devşirmeleri” başlığıyla yayına soktuğu yazısındaki kaynağın biz olmadığını az çok tahmin ettiğimi, fakat yine de bir kaç noktada itirazım olduğunu belirtmeliyim. Mağruş Vezir Savrum; son günler de, sıkça gözümüze çıban gibi batan bir takım insanlığa ve çerkesliğe yakışmayan söylemleri açıkçası, çıkış kaynağını gözardı ederek bir bütün olarak tamamen Adığelik eksenine alarak eleştirmiş.  Şurası çok önemli ki; kendisinin üzüldüğü ve belki yaralandığı kısımda bahsettiği söylemlerin en ağır mağduru olarak, ben ve yol arkadaşlarım;  bizi mağdur edenlerle, Çerkesliği mağdur edenlerin ve hatta hep birlikte insanlığı mağdur edenlerin aynı kaynaklı bir kitlenin taciz ve saldırılarına maruz kalmaktayız. İlk başta; böyle bir yazıda bunun ayrımının çok iyi yapılması, kimin ideolojik değerleriyle; Çerkesliğe zarar verdiği, kimin kendini, Çerkesliğini ve insanlığını hep  birlikte kaybederek, saplandığı sapkın sapık ve saldırgan  ideolojinin bir neferi olduğunun açıkça belirtilmesi gerektiğine inanıyorum, bunu kendisi bilmediği için değil; kendisini, okuyanlarına tam olarak ifade edebilmesi, okuyanların sevgili Mağruş Vezir’i tam olarak anlayabilmesi, öfkesini, hüznünü, üzüntüsünü görebilmesi açısından gereklidir. Biliyoruz ki; Çerkesler de, insanlık ailesinin onurlu fertleri olarak, yanı-başlarında gelişen hiçbir şeye duyarsız kalamaz, tepkisiz olamazlar. Bu anlamda; ideolojimiz aslında bir bakıma, bugün egemenlerin paramiliter üniteleri görevini üstlenen, kendisini de bunun rahatsız ettiğini düşündüğümüz kişi/kurumları karşısında, Çerkesliğin vicdanını temsil etmektedir. Hatta söylemi biraz daha pekiştirip; aidiyetin yittiği noktada bir Türk olarak, sebepsiz ve amansız biçimde toplumun diğer tabakalarına, yürekten kin besleyen ve nefret kusan Çerkeslerin varlığı dikkate alındığında, toplumun diğer tabakaları arasında, bu aidiyet yitimine fedai olan Çerkeslere alternatif yaratarak, belki de Çerkesliğin namusu dahi olabilmektedir. Barış, Kardeşlik, Adalet, Özgürlük, Eşitlik gibi kavramlar; Çerkesliği kirli bir tarihe taşıyamayacağına göre, bunu ilkeselleştirip ve üstelik yanıbaşında yangın yerine çevrilmiş halkların mücadelesiyle omuzlamak; Çerkesliği, kendi merkezinde dahi yükselten unsurlar olarak görülmelidir. Bunları belirtmeyebilir elbette değerli Mağruş Vezir, hatta bunlara karşı çıkabilir ve tartışmaya da açabilir. Ancak bugün, kendisini harekete geçiren yarılmanın iki en uç kutubu olarak, benim ve arkadaşlarımın, bana ve arkadaşlarıma saldıranlarla “ideoloji yarığı” başlığında tekleştirilmesi haksızlıktır.

Değerli büyüğüm Mağruş Vezir’i, bu farkları gözetmeye ve bunları eleştirse dahi, ayırt etmeye davet ettiğimi bildirmek isterim.

Ankara Katliamı, Barış….

Ne ara bu kadar soğukkanlı oldum bilmiyorum, ölü listelerinde tanıdık aramaya ne ara aşina oldum böyle? Beni kim alıştırdı, herkes böyle mi alışıyor acaba.. hayatta en çok korktuğum şeydi, neneme baktığımda ölümü düşünür, korkardım. Açıkçası; ilk başlarda kudretine aşık olduğum Allah’tan; beni nenemden önce öldürmesini de dilemiştim, öldürmedi. Nenem öldü, sonra dedem, sonra anneannem.. sonra çocukluğumdan tanıdığım Fadel amca, Abidin amca böyle uzadı geldi bana… şimdi geldiğim nokta da ise, Allahtan dileğim annemin ve babamın bizden önce ölmesi. Ben ölmüş çocuklarını taşıyan babaları, anneleri gördüm; ölümü ensemde hissettim, hissediyorum da. Ankara’da patlama olduğunu, ilk Birgül ablanın mesajından aldım, hemen ağlara girdim ve kontrol etmeye başladım. Gujan iyi mi? Seyfullah abi nasıl? Cumhur abinin durumu ne? Acaba Kadir gitmiş miydi? ya peki Gökhan, o ankara’da yaşıyor zaten ve böyle bir eyleme mutlaka giderdi.. Listem uzundu.. patlama yeni olmuştu ama, ben ölü listesine ulaşmaya çalışıyordum? Sahi, siz hiç böyle bir duyguya kapıldınız mı? Gujan’ın iyi olduğunu Gülin’den, Seyfullah abinin yaralandığını Sebahattin abiden, Jeren Mehmet’in bacağına bilyeler saplandığını Kerim’den, Cumhur abinin basınçtan savrulduğunu ve tanımadığı bir adamın kendisini Sakarya’ya doğru yola çıkardığını Nartan abiden öğrendim, tam rahatlayacaktım ki.. kendimden utandım! Önce hiç görmediğim bir şeye dönüştü çünkü, 20’den 30’a sonra 50’ye 70’e 97’ye diye sürekli artan resmi ölüm sayıları.. nasıl utandım kendimden anlatamam size, bizden hiç kimse ölmedi diye sevindim, halbuki oradaki herkes bizdendi.. hepsi kardeşimizdi, hepsi yoldaşımızdı; biz ölmeyelim diye, asker-gerilla ayırmadan inadına barış diye bağırıyorlardı. Daha geçmiş yazımda sesleniyordum, kör olmayın, görün bizi; yoksa katledecekler diye.. Siyasihaber’de ölülerimizin resimlerine baktım, gencecik adamlar, kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar.. hiçbirisi askeri-polisi kendisinden ayrı görmeden barış istemişti memleket huzura ersin diye. 400 vekil verin, bu işi çözelim diyen adamın, başlattığı savaşı durdurmak isteyen yüzlerdi hepsi. Sonra, ölmüş askerlerin resimleri paylaşıldı, dendi ki; bizim vicdanımız burada kaldı.. sanki bu savaş yalnızca bizi öldürüyor, sanki bu kurşunlar, bu bombalar yalnızca bizi yarıyor değil mi? Diyelim ki, patronum bana cumartesi günü izin verseydi ve bende orada olabilseydim, paramparça bedenim, sülalemdeki onca polisi, onca askeri mutlu mu edecekti? Ben onların da “Canberk”i değil miyim? ve ben orada barış diye çığlık atarken, bir tek Gerilla’yı mı koruyor olacaktım askerin, polisin kurşunundan? Sülalemde onca asker, polis varken; onları da koruyor olmayacak mıydım Gerilla’nın kurşunundan? Bizim barışa kavgamız, tek taraflı değil. Kim ölse, biz yanıyoruz. Biz ölüyoruz. Öldürülüyoruz. Açın gözlerinizi, görün. “Kör olun demiyorum, kör olmayın da görün bizi”

Neden HDP? Niye Barış? Niçin Eşitlik?

Açıkçası bir gün herhangi bir partiye oy vermeyi, hele ki; bir parti oy alsın diye çalışma yapmayı hiç düşünmezdim. Eski arkadaşlarımın bir çoğu da bilir, sonuç itibariyle toplumsal krizlerin veya ekonomik ilişkilerin bu yolla çözülmeyeceğine olan inancım tamdı, bana göre tıpkı Emma Goldman’ın söylediği üzere “Oy vermek bir şeyleri değiştirecek olsaydı, yasaklanırdı” sözü geçerliydi. Fakat bugün geldiğimiz durum, bundan ötesi değil. Gözlerimi açıp baktığımda gördüğüm şey tam da bu; oy vermenin, belki de en vahşi biçimde yasaklanmaya çalışıldığı. Bu durumda, gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki; demek ki bu ülkede HDP’ye oy vermek bir şeyleri değiştiriyor ki, değiştiriyor olmalı ki, Suruç’ta, Cizre’de, Nusaybin’de, başta olmak üzere bu ülkenin hemen hemen her yerinde HDP’ye oy vermek yasaklanıyor. Bütün yasaklar mahkeme kararı ile verilmez elbet, mesela Nartan’ımızın – Ferdane’mizin, diğer 31 kardeşimizin,  Cizre’deki 7’sinden 70’ine onlarca yurttaşımızın katledilmesi; bize açıkça bir şeyi bağırdı. Eğer bu ülke de; barışı savunursanız, eşitliği ve adaleti savunursanız, cezalandırılırsınız. Dendi ki; HDP’ye oy vermenin cezası ölümdür? Hangi yasağı çiğnemenin ölümcül bir sonucu var ki bugünlerde? Size açıkça sesleniyorum; ey çocuk anneleri, ey babalar, ey dedeler, torunlar, ey bu memleketin yurttaşları; eğer siz ki bu yasağa göz yumarsanız, eğer siz korkar, susarsanız.. eğer siz kör olup, bize bakmazsanız; bizi katledecekler. Bakın, bugün her gün ölmekteyiz. Neden? Birlikte yaşamak istediğimiz için! Birlikte, eşit ve onurlu bir hayat sürdürebilmek istediğimiz için! Bizi böldükleri yerlerimizden tekrar birleşebilmek, daha kardeşçe, daha huzurlu bir yarına ulaşabilmek istediğimiz için bizi her gün öldürüyorlar. Bunu sadece siz susuyorsunuz diye bu kadar rahatça sürdürüyorlar. Bu yasağa aldırmayın! Üstelik bu sefer, kanımızla bedel ödeyerek çiğnediğimiz bu yasak, tamamen kanunsuz bir yasak. Bu yasağa itaatsizlik ederek, kanunları çiğnemiş olmayacaksınız. Gelin hep birlikte bir şeyleri değiştirelim. Gelin korktuklarını başlarına getirelim, bu memleketi, Çerkesinden Türküne, Kürdünden Arabına.. Kadınından Erkeğine, 7’sinden 70’ine daha yaşanabilir hale getirelim. Bu sefer vereceğimiz oylar bir şeyleri değiştirecek ve bu yüzden yasaklanmak isteniyor. Bu yüzden, kanlı eller; gencecik çocukları ateşe atmaktan tereddüet etmezken, savaş ortamını canlı tutmak için, ölülere dahi işkence yapıyor ve utanmadan bunu gözümüze sokuyor.

Jıneps Gazetesi / Ekim 2015 : GENÇLİK, GELECEĞİN ÖNCÜSÜ OLMA SORUMLULUĞUNDADIR.

Son yıllar, çok çalkantılı geçti. Neşeyi ve öfkeyi, mutluluğu ve hüznü kısa zamanlar içerisinde en yoğun halleriyle yaşadık. Toplumun iki bölümü uç bölümü arasında bir yarılma oldu ve hızlıca karar vermek zorunda kaldık açıkçası; biz bu yarığın hangi tarafıyız diye. Gördük, görerek, yaşayarak ve hissederek anladık ki; iyileşmesi mümkün olmayan toplumsal yaralarımız var ve onları iyileştirmek mümkün değil. Onları yok saymak elbette haddimiz değil; onlar geçmişine parantez açıp “Çerkeslik” taslarken, bizler geleceğe parantez açıp “Çerkeslik” yaşamak konusunda, bu yarık iyice derinleşinceye kadar birlikte bir süre geçirmek zorundayız.  Yaptığımız herşey doğruydu diyecek kadar kendini beğenmiş olmadığımız gibi, yaptığımız doğruları yok sayacak kadar da mütevazi olmayacağız. Her şeye rağmen; geleceğimizi tertiplemek isteyenlerin, tertiplemek istedikleri Çerkese razı gelmeyecek, kendi tarihinden güç alan ve kendi değer yargılarıyla hareket eden, aydınlık bir geleceğin kodlarını kendi genç akranarımıza, kendimiz hazırlayacağız. Şairin dediği gibi; Türkiye’de Kürt, Kürtler de Ermeni, Ermeniler de Süryani olacağız, Almanya’ya gidip Türk olacağız ama, en başta Çerkes olduğumuzu asla unutmayacak, Çerkesliğin bugün yok edilmek istenen alametlerine sımsıkı sarılacak ve gelecekte; haksızlık karşısında mazlumun, yalanlar karşısında gerçeklerin,  silahlar karşısında çiçeklerin, savaşlar karşısında barışların tarafında, kim o tarafı savunuyor ve o tarafa yürümek için çaba sarf ediyorsa, işte onun yoldaşı olacağız. Birileri, söyledikleriyle kendilerini kandırmış olabilirler. Daha da vahimi, bir çıkar ilişkisinden dolayı, kendilerini değilde, halkını kandırıyor olabilirler; ancak biz, birileri bize, onurunu ve karakterini bir kenara bırakıp bir etiket takacak diye, susacak değiliz. Vizyonumuzu merak edenler; bunu açıkça anlamalıdır misyonumuzu araştırmaktan üşenmemelidir. Bizimle ya da değil; Çerkes gençliğinin bir misyonu olmalı, bu misyon birlikte yaşadığı halkları ıskalamadan, onlarla birlikte yaşayacağı bir dünyayı da algılamalı ve bu algıyla bir vizyonu büyütmelidir. Nasıl ki geçmiş, atalarımızın sorumluluğundan kaçınmadan öncülük ederek bize ulaştırdığı somut bir şeyse, gelecekte gençliğimizin öncülük edeceği somut bir şey olacaktır. Gençler, bugünlerde birileri tarafından çekilmek istendikleri hizalara ve cephelere karşı dikkat etmek için aciliyetle bir misyon sahibi olmalıdır. Bunu sadece; kendi varlığını başkalarına armağan etmiş, bir kab yemek uğruna, bin yıllık onurunu ayakları altında ezenlerin Çerkes halkının geleceği üzerindeki kodlama atakları karşısında değil, aksine bugün benim ve arkadaşlarımın, Demokratik Çerkes Kongresini oluşturmak üzere çalışmalarını sürdüren yapıların da oluşturdukları kodlama hareketleri açısından da yapmalıdır. Düşünmeden, niteliksiz ve cahilce olduğu sürece, kimin tarafında kullanıldığınızın hiçbir önemi yoktur. İyi ve kötü; ne için kullanışlı görüldüğünüzün hiçbir anlamı yok. Çerkes gençleri; iyilerin ya da kötülerin hiç fark etmez, hiçbir tarafın oyuncağı olmayacak kadar onurlu bir geçmişin bugünki taşıyıcıları olduklarını fark etmeli, hangi hareketin içerisinde mücadele yürüyor olursa olsun, yaptığı şeyin  bilincinde olmalıdır. İşte bu yüzden, Çerkes gençliği bir misyon sahibi olmalı ve bu misyonu kendi tarihine ve kültürüne yakışır biçimde vizyonla  ileriye taşımalıdır. Bu sorumluluktan kaçmanın bahanesi olmadığı gibi, gelecekte hiçte huzurlu olacağı öngörülemeyen günlere bir misyon ve vizyon ile girme zorunluluğunu fark etmelidir. Bu halkı, bugün konuşmaktan öteye, misyonsuz biçimde veya kendi misyonu olmadan, başkalarının misyonları üzerinde kodlayanların neferi olmuş büyüklerin temsil etmesi imkansız. Ey Çerkes halkının gençleri!  Tarihin sizlere yüklediği sorumluluktan kaçmayın! Geleceğe öncülük edecek misyonu oluşturun ve o vizyonda tüm diasporada ve yurtta birleşin! İnsanlığa, adalete, eşitliğe sarılın. Bir mücadele oluşturun, o mücadeleyi savunun. Eğer biz tarihin bizi öncü kıldığı geleceğin sorumluluğuna sarılabilirsek, bu rezil günlerin kölesi olmak zorunda olmadığımızı anlayacak ve bize rezil bir geleceği reva gören egemenlerin yörüngesinden sapacağız. Gücünü, kültüründen alan ve kendini insanlığa eşitleyen halkımızın vicdanı; adaletin en hassas terazisi olarak bize durmamız gereken insanlık saflarını işaretledi. Bugün, sorumlu olma vakti!

Kim için ölüyor, kim için öldürüyoruz?

Biliyorum ki, bu yazı duvara sinerek küf gibi yaşamaktan ötesi olmayan egemenlerin ÇerkeZ taburları için bulunmaz bir hint kumaşı, ama bu soruyu sormaktan kendimi alı koyamıyorum; gencecik yaşında, ilgili olmadıkları bir savaşın içine sırf 400 vekil alamayanların ihtirasları yüzünden yollanan çocuklarımız; ne uğruna ölüyor? kim için öldürüyor?.. Şurada, bu ülkede toplumsal barış için siyaset yürüten arkadaşlarımıza ana avrat söverek, onların Çerkesliklerini sorgulamaya kalkan zihniyetin Çerkesleri temsil ettiği iddiasına inanabilir miyim? Türkiye bölünmesin diye uğraştıkları kadar, Çerkesya birleşsin diye uğraşsalardı bugün; ne Türkiye, bugün bölünmüş olduğu kadar bölünecekti ne de Çerkesya şimdikinden kötü olacaktı ama, sırtını bir egemene dayayarak, o egemenin gücünden güç bulup, azınlıklara her türlü terbiyesizliği ve ahlaksızlığı yapmak daha prim yapan şey değil mi? Hakikaten ülke bölünmesin mi istiyorsunuz? O zaman size şu kadarını söyleyeyim; o makat görevini üstlenmiş ağızlarınızı azıcık tutmayı becerebilirseniz; bu ülke hiçbir zaman bölünmeyecek zaten, ama sizin ağzınız bu şekilde açıldığı her geçen gün bu ülke bölünüyor. Bu ülkeyi siz bölüyorsunuz! Bölücü sizsiniz! Siz  ki; ölümün  her türlüsünü 7’sinden 70’ine reva gördüğünüz bir halkı zora dayalı zapt etmek istiyorsunuz ya, Kürdistan’da doğan her çocuk; sizin bu kirli ağızlarınız ve kirli politiklarınız sebebiyle sizden nefret ederek büyüyor. O çocukların nefretini körüklüyorsunuz. O çocukları dağlara itiyorsunuz. Bırakın da; o çocukların kalplerini kazanalım ve bu ülkeyi tarihinde hiç olmadığı kadar birleştirelim. Sizin bize izin vermediğiniz, onurunuz pahasına engel olduğunuz şey; bizim bu ülkeyi birleştirme irademiz.  Üstelik, kalkmış; halkının bütün geçmiş tarihinden bihaber, halkı adına vizyon taşımaktan yoksunlar sürüsü olarak; bizim Çerkesliğimizi sorgulayacak kadar Çerkes hissediyorsunuz kendinizi öyle mi? Baştan tekrar edeyim; bu ülkede birliğin umudu biziz, engeli de sizsiniz ve eğer birgün bu ülkede bölücülük sorunu olmayacaksa, o da biz öldüğümüz için değil, siz sustuğunuz için gerçekleşecek.. ey egemenin iti-köpeği olmuş Çerkezler taburunun neferleri; size and olsun ki biz; bu ülkeyi size böldürmeyeceğiz! İnatla kardeşliğimizi pekiştirecek, adaleti sağlayacak, eşitliği getirecek yolları deneyeceğiz ve bir gün mutlaka başaracağızda. Ama şunu iyi bilin, bu ülkeyi; efendilerinizin saraylarını korumak için bölmeye çabaladığınızın yarısı kadar, Çerkesya’yı birleştirmeye çabalasaydınız; ne bu ülke bugün olduğu kadar bölünmüş olacaktı ne de Çerkesya bugün olduğu kadar bölünmüş kalacaktı.

400 vekil almadığı için ülkeyi paramparça eden ve  her geçen gün savaşa taşıyan bir zihniyetin askeri olmayacağız. Kimse için ölmeyecek, hiç kimse için öldürmeyeceğiz. Gencecik Çerkes çocuklarının anlamsız bir savaşta ölüme gönderilmelerine göz yummayacağız. Susmayacağız.

Eğer bir şey için öleceksek; insanlık, adalet, eşitlik, özgürlük için olacak.

BİZE VERİLEN AYAR: ATASEN FİTNESİ

Atasen isimli güdümlü bir yapının, halkımıza karşı tahrik girişimleri bugünler de sosyal ağların siyasi bölümlerinde havalarda uçuşur hale geldi. Açıkçası, bu yapının sayın Selahattin Demirtaş ile fotoğraf çektirmiş arkadaşlarımızın fotoğrafını kullanmak sureti ile yayınladığı “Çerkes ihanetinde 2nci perde” isimli makalesinde, son derece açık ve net biçimde gerçek yansıtmadığı görülüyordu. Hatta öyle ki; bu kadar yalanı bir araya getirip bir makale oluşturmak öyle cahil cüheyla takımının yapabileceği bir şey değildi. Yani, bir cahilin; cehaletini kusarak yazdığı makaleydi demek için sanırım biraz cahil olmak gerekir bile diyebiliriz. Sonuçta; bu makale yayınlandı. Bir anda sosyal medyada, girmediği Çerkes grubu kalmadı. Altında tartışıldı, üstünde tartışıldı. Telefonlarda görüşüldü.. kısacası, ben Çerkesim demeyi unutmamış neredeyse tüm Çerkesler bu konu hakkında haberdar edildi.  Birileri tarafından suç duyurusunda bulunacak değere taşındı. Velhasıl, artık olay adalet makamına intikal etti. Peki hala ne tartışılıyor?  Çok basit: Tartışılan konu yok. Herkese sadakat yemini ettiriliyor, Türkiye vatanseverliği pekiştiriliyor, duygulandırılıyor. Faşizmin açtığı yara kaşınıyor, kamplaştırılıyor. İnsanlar Atasen’e öfkeliler; ancak bu öfkelerinin kaynağı; Çerkeslerin hak istemesine karşı olan tutumunun ihanet olarak değerlendirilmesinden ziyade, HDP’li Çerkeslerin fotoğrafının paylaşılmış olması. Hiç kimse “Demokratik bir ülkede, anadilde eğitim istemek,  anadilde radyo ve televizyon istemek, adalet bakanlığınca onaylanmış ve seçimlere girmiş ve girdiği seçimlerde %13 oy olarak barajları aşmış, seçim hükümetine 2 bakan vermiş legal bir partide siyaset yapmak ihanet değildir” demiyor. Herkes; baş koymuşum türkiye’nin yoluna… şarkısı eşliğinde; devlet paramiliter köpekleri aracılığıyla  bir katliam planı yapsa, hepsi gönüllü olacak ruh haliyle bağırıyor? Hemde ne diye biliyor musunuz? “BİZ TÜRKÜZ”  diye. “YEDİĞİMİZ KABA PİSLEMEYİZ” diye. Mesele bu. HDP içerisinde siyaset yapan arkadaşlara “Kürtçü” diyenlerin %90’ı Türkçü halbuki. Daha önceleri; “Kürt metaforu” üzerine uzun uzadıya yazmıştım http://apiscanberk.blogspot.com.tr/2015/06/devletin-cerkesleri-ve-ibretlik-halleri.html ) tekrar edecek halim yok, ancak HDP’li olsun ya da olmasın, Türkçülüğü içselleştirip onun için ölmeye hazır kıvama getirilmiş Çerkeslerin dışındaki herkes, böyle buhranların ortaya çıktığı anda bir dayanışma meclisi oluşturmaları gerekmektedir. Bugün çok basit bir fitne; halkıyla, halkı adına talepler üreten aydınların arasında bir yarık açmaya yettiyse; bu da o dayanışma meclisinin ortaya çıkarması gereken ruhtan yoksun olduğumuzdan kaynaklıdır. Ve bilinmelidir; dün Türkçü Turancıların, bugün Atasencilerin yaptığı bu politika, onların cehaletinin bir dışavurumu değil, aksine içerisindeki çok zeki birilerinin bizim içerimizdeki cahilleri kışkırtma kampanyasının ürünüdür. Dikkat edilmesi gereklidir.

Jıneps Eylül: Çerkesler boyun eğmeyecek

“Saray delhizlerinde kaybolmuş Çerke’Z’ler” demiş İnci Hekimoğlu, nezaketini sonuna değin

koruyarak yazılacak utancın saman altından su yürütücüleri için. Evvela buradan İnci hanıma,

yoğunluğu kurşun geçirmez seviyeye ulaşmış bu utanmasızlık karşısında nezaketini bu kadar

koruyabilerek yazdığı makaleden ötürü teşekkür eder, kalemi önünde saygıyla eğildiğimi belirtirim.

Açıkça, ÇerkeS halkı içerisinde tarihi belki ‘bzeyiko’ çatışmalarının başlangıç öncesine değinen ve

devlet­i aliyye’de kök bularak, Çerkesya’da itaat ettirilmeyen bu halkı Osmanlı’da devşirip, Ermeni

Soykırımından, bugüne değin egemenlerin her kirli tezgahında ucundan, kenarından, sağından,

dininden, imanından vs. bir yerinden her türlü pisliğe dokunduran geleneğin devamcıları

olduklarını beyan etmiş, bende ancak bu beyanata imza atar, halkımızı; tarihinin hiçbir yerinde

hak etmediği bu utanca alet eden, egemenlerin hizmetkârlığını asaleti sanan bu karaktersizlerle

yüzleşmeye ve onları bu halkın tarihinde her onursuzu gönderdiği cehennemin dibine

göndermeye davet ederim. “sağcısıymış, solcusuymuş” diye başlayan “o partilisiymiş, bu

partilisiymiş” diye devam ederek kendine zemin arayan, “dindarıymış, muhafazakarıymış” diye

kılıf uyduranlar; bu halkın sağcısı, yani özetle Çerkes milliyetçisi ise bu sağcılığı.. zalimin

bekçiliğini onaylayacaklar mı sanıyor? Hangi vicdan sahibi insanı, kurşun geçirmez yoğunluktaki

yalanlarınızla dini duygularıyla yakalamak istiyorsunuz? Hangi Müslüman Çerkesin yüreği, zalimin

zulmü karşısında dilsiz kalacak kadar taşlaşmış olabilir? “Haksızlık karşısında susan dilsiz

şeytandır” diye bir geleneğin vicdanını oluşturmuş hiç kimse, böyle bir şey karşısında sessiz

kalmayacaktır illa ki. Siz köleliğin geleneğini, efendilerinize itaat ederek bugünlere kadar taşımız

ve bu geleneğin onursuz geleceğinde yer almaya mahkum, biyolojik olarak Çerkes, ancak

psikolojik olarak insan bile olamayan zavallılarından öte hiçsiniz. Bu halkın hür vicdanı, hür

çocukları; halkımızın içine salmak istediğiniz zehire geçit vermeyecektir. Ayrıca, falan markist-
leninist illegal partisinin, falan legan partisinin, falan gençlik kolları diye, kendi zeka yapınızı

açıkça sergilediğiniz ve yalan atmakta sınır tanımadığınızı ayan beyan ortaya serdiğiniz

açıklamanıza, bırakın çocukları, evimizdeki köpekler bile inanamadı. Ey yalancılar; Evrim Deniz

Erol, Alper Sapan ve Vatan Budak hangi illegal partinin, hangi legal partisinin, hangi gençlik

yapılanmasının üyesiydi o halde? Yalanınız, ağzınızdan taştı. Söz uçar mı? Yalanınız

kaleminizden taştı. Yazı kalır mı? Biz size, ahlaksız dernek yöneticilerinizle, ahlaksız

ajitatörlerinizle, ahlaksız provakatörlerinizle tarihinin neresine yazılacağınızı göstereceğiz. Bu

arada, bugün bekçisi olduğunuz ve başkanınızın aday adaylığına başvurduğu legal bir partinin

konumuyla ayan beyan desteklediği, ortadoğuyu canice, vahşice kana bulayan, kadınları köle

olarak pazarlayıp, milyonlarca insanı evinden­yurdundan eden illegal bir terör örgütünün

varlığından haberdarsınız. Yazmışsınız. Sizin için büyük bir başarı! “Çerkeslik İnsanlıktır” diyen

geleneğin devamcıları olarak, insanlığın bu denli barbarca saldırıya uğradığı yerlere, sivil yollarla

dayanışma göstermek bizim onurumuzdur ve kirli ağızlarınızla, satılmış yapılarınızın, provakatör

kalemleriyle ele alınmış yazılarınızda; bizim “Çerkeslik İnsanlıktır” geleneğimizi Kobane’ye,

bizlerin selamıyla taşıyan FERDANE KILIÇ ve NARTAN KILIÇ’ın adını dahi kullanmanız, bizim

için kabul edilemez bir pozisyona gelmiştir. Gidin, Ankara’da, kulluğunu yaptığınız efendilerinize

söyleyin. “Çerkesler boyun eğmeyecek!” Siz bir Nartan’ı öldüreceksiniz, ama binlerce Nartan

gelecek! Bir Ferdane’yi öldüreceksiniz, bin Ferdane gelecek. Bir ölecek, bin doğacak ve sizi

Nartanlar, Ferdaneler yenecek” diye.

Bu yazı, Jıneps Gazetesi Eylül sayısında yayınlanmıştır.
www.jinepsgazetesi.com

Jıneps Gazetesi / Eylük 2015 : Bir Nartan öldüreceksiniz, Bin Nartan gelecek!


“Saray delhizlerinde kaybolmuş Çerke’Z’ler” demiş İnci Hekimoğlu, nezaketini sonuna değin koruyarak yazılacak utancın saman altından su yürütücüleri için. Evvela buradan İnci hanıma, yoğunluğu kurşun geçirmez seviyeye ulaşmış bu utanmasızlık karşısında nezaketini bu kadar koruyabilerek yazdığı makaleden ötürü teşekkür eder, kalemi önünde saygıyla eğildiğimi belirtirim. Açıkça, ÇerkeS halkı içerisinde tarihi belki ‘bzeyiko’ çatışmalarının başlangıç öncesine değinen ve devlet-i aliyye’de kök bularak, Çerkesya’da itaat ettirilmeyen bu halkı Osmanlı’da devşirip, Ermeni Soykırımından, bugüne değin egemenlerin her kirli tezgahında ucundan, kenarından, sağından, dininden, imanından vs. bir yerinden her türlü pisliğe dokunduran geleneğin devamcıları olduklarını beyan etmiş, bende ancak bu beyanata imza atar, halkımızı; tarihinin hiçbir yerinde hak etmediği bu utanca alet eden, egemenlerin hizmetkârlığını asaleti sanan bu karaktersizlerle yüzleşmeye ve onları bu halkın tarihinde her onursuzu gönderdiği cehennemin dibine göndermeye davet ederim. “sağcısıymış, solcusuymuş” diye başlayan “o partilisiymiş, bu partilisiymiş” diye devam ederek kendine zemin arayan, “dindarıymış, muhafazakarıymış” diye kılıf uyduranlar; bu halkın sağcısı, yani özetle Çerkes milliyetçisi ise bu sağcılığı.. zalimin bekçiliğini onaylayacaklar mı sanıyor? Hangi vicdan sahibi insanı, kurşun geçirmez yoğunluktaki yalanlarınızla dini duygularıyla yakalamak istiyorsunuz? Hangi Müslüman Çerkesin yüreği, zalimin zulmü karşısında dilsiz kalacak kadar taşlaşmış olabilir? “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” diye bir geleneğin vicdanını oluşturmuş hiç kimse, böyle bir şey karşısında sessiz kalmayacaktır illa ki. Siz köleliğin geleneğini, efendilerinize itaat ederek bugünlere kadar taşımız ve bu geleneğin onursuz geleceğinde yer almaya mahkum, biyolojik olarak Çerkes, ancak psikolojik olarak insan bile olamayan zavallılarından öte hiçsiniz. Bu halkın hür vicdanı, hür çocukları; halkımızın içine salmak istediğiniz zehire geçit vermeyecektir. Ayrıca, falan markist-leninist illegal partisinin, falan legan partisinin, falan gençlik kolları diye, kendi zeka yapınızı açıkça sergilediğiniz ve yalan atmakta sınır tanımadığınızı ayan beyan ortaya serdiğiniz açıklamanıza, bırakın çocukları, evimizdeki köpekler bile inanamadı. Ey yalancılar; Evrim Deniz Erol, Alper Sapan ve Vatan Budak hangi illegal partinin, hangi legal partisinin, hangi gençlik yapılanmasının üyesiydi o halde? Yalanınız, ağzınızdan taştı. Söz uçar mı? Yalanınız kaleminizden taştı. Yazı kalır mı? Biz size, ahlaksız dernek yöneticilerinizle, ahlaksız ajitatörlerinizle, ahlaksız provakatörlerinizle tarihinin neresine yazılacağınızı göstereceğiz. Bu arada, bugün bekçisi olduğunuz ve başkanınızın aday adaylığına başvurduğu legal bir partinin konumuyla ayan beyan desteklediği, ortadoğuyu canice, vahşice kana bulayan, kadınları köle olarak pazarlayıp, milyonlarca insanı evinden-yurdundan eden illegal bir terör örgütünün varlığından haberdarsınız. Yazmışsınız. Sizin için büyük bir başarı! “Çerkeslik İnsanlıktır” diyen geleneğin devamcıları olarak, insanlığın bu denli barbarca saldırıya uğradığı yerlere, sivil yollarla dayanışma göstermek bizim onurumuzdur ve kirli ağızlarınızla, satılmış yapılarınızın, provakatör kalemleriyle ele alınmış yazılarınızda; bizim “Çerkeslik İnsanlıktır” geleneğimizi Kobane’ye, bizlerin selamıyla taşıyan FERDANE KILIÇ ve NARTAN KILIÇ’ın adını dahi kullanmanız, bizim için kabul edilemez bir pozisyona gelmiştir. Gidin, Ankara’da, kulluğunu yaptığınız efendilerinize söyleyin. “Çerkesler boyun eğmeyecek!” Siz bir Nartan’ı öldüreceksiniz, ama binlerce Nartan gelecek! Bir  Ferdane’yi öldüreceksiniz, bin Ferdane gelecek. Bir ölecek, bin doğacak ve sizi Nartanlar, Ferdaneler yenecek” diye.

Dilimdeki Çerkes, neyi ifade ediyor?

ÖN-NOT:



Mikro Milliyetçi olmadığımı sanıyorum, zira milliyetçi değilim. Aksine; milliyetçiliğe karşı da tavır sahibiyim. Bu anlamda, bu tip bir ithamın bana yakıştırılması, yakıştıranın beni yeterince tanıyamaması ya da anlayamaması (ben kendimi tanıtamamış veya anlatamamış olma ihtimalimi de eklerim) sonucu doğan bir sonuçtan öte, hiçbir şey ifade etmez benim için. Asırlar geçmese de, milliyetçilik karşıtı bir çok faaliyete, özellikle milliyetçilik mağduru olmuş bir halkın ve aynı zamanında milliyetçiliğin hedefine oturmuş politik bir düşüncenin ferdi olarak katıldım. Milliyetçilik karşıtı faaliyetlerde de bulundum. Milliyetçiliği, teorik olarak da, pratik olarakta görmüş, milliyetçiliğin egemenler tarafından nasıl bir geleceğe yatırım politikası olarak aktarıldığı konusunda da gayet netim. Üstelik sosyalist de değilim ve Lenin’in “Ezilen halkların milliyetçiliği” üzerine, sanki yeryüzündeki ezilen bütün halkların latin amerika, filistin veya Kürdistan’daki halklar gibi mücadele yürüttüklerini düşünerek katılmayacağım. Bir başka ezilen halk milliyetçiliği klasiği olarak, bugün üzerinde yaşadığımız coğrafyanın parçası olan, Arnavut, Boşnak, Rum, Ermeni ve hatta Kürt, Çerkes, Arap milliyetçiliklerinin bir de diğer taraftan kullanışlı bir paramiliter havuza çevrilmiş yönünün araştırılmasını ve eşitlik, hak ve özgürlük için sürdürülen kimlik tabanlı mücadelelerin bu coğrafyada “ezilen halkların milliyetçiliği” tanımına ne kadar hitap ettiğinin de araştırılmasını öneririm. Bu ezilen halkların milliyetçiliği üzerine, bir de “Çerkes” özümlü farklı bir yaklaşımda bulunmak isterim ki, asıl anlatmak istediğim noktalardan birisi de budur. Ben, ezilmiş bir halkın ferdi olarak dahi, bugün Türkiye’de bu yolla milliyetçiliği; Lenin’in olumladığı şekline en uygun halde oluşturanların, oluşturduğu milliyetçilik anlayışının da savunucusu değilim. Ezilmiş bir halkım, fakat bunun milliyetçiliğini yapmayı da reddediyorum.  Bugün ezilmişliği tüm yüküyle hissederek, bunun yarattığı yoğun bir duygu güdüsü olan tutunuşla Çerkesliği sahiplenen ve yarına dair, sadece ve sadece Çerkesler üzerinden bir bakış sergileyen, tüm politik eğilimi bu yönde ve tüm ilkeleri sadece bu darlıkta olan bir yapı beni ifade edemez. Bende o yapıya hiçbir katkı sunamam. Ancak, bu tip yapının ezilmiş olan yerine karşı dayanışma talebini görürüm ve bu noktadan itibaren, baskılayana karşı direnen, ezene karşı savunan bir pozisyonda kendi çizgilerimi aşmadan mücadelemi de sürdürürüm. Bu beni milliyetçi değil, aksine kendisiyle tutarlı bir noktaya taşır.



*



Dilimdeki Çerkes, kimi ifade ediyor?,



Bugün içine doğup, büyüdüğüm ve bana etnik bir kimlik kazandıran kültürel ve tarihsel bütünlüğün adı Çerkeslik. Ben Çerkes derken, Çerkeslerin kendilerine söylediği gibi Adığe’yi anlatırım. Bir Çerkes arkadaşım beni aradı gibi basit bir cümle kurduğumda, ifade ettiğim şey: “Bir Adığe arkadaşım beni aradı”dır mesela. Birisi bana “ben Çerkesim” dediği zaman, benim anladığım şey “ben Adığeyim”dir. Çerkesler üzerine konuştuğum her konu, yazdığım her yazı, katıldığım her faaliyette, tereddüt etmeden Adığeleri anlatıyor, adığeleri konuşuyor, adığeleri yazıyorum. Çerkesler Barış İstiyor dediğimde, Adığeler Barış istiyor söylüyorum. Çerkes mutfağı aradığımda, Adığe mutfağı arıyorumdur.



Çerkes kelimesinin, benim için Adığelikten öteye anlattığı hiçbir şey yok.  Böyle doğdum, böyle öğrendim, böyle okudum, böyle biliyorum.



Nasıl ki Abhaz kelimesi, Megrelleri temsil etmiyorsa.. Nasıl ki Alan kelimesi Nogayları temsil etmiyorsa, Çeçen kelimesi, İnguşları temsil etmiyorsa benim için Çerkes kelimesi de öyle sadece Adığeleri temsil ediyor. Üstelik bir çok şey gibi bunu da ilk başta yanlış öğrenmiş olabilirdim, ezbere de söylemiyorum; fakat belki hayatımda çocukluğumdan şimdiye kadar taşıdığım nadide gerçeklerden birisi de bu. Bunu ben değil, bunu tarih söylüyor.



Galileo “Beni assanızda gerçek değişmiyor, dünya dönüyor” demişti ya.. bana kızsanız da gerçek değişmiyor benim için.



Bunu neden açıklıyorum, onu da söylüleyim.



Yarın, Çerkesler üzerine konuşurken çok sevdiğim Abhaz, Oset ve Çeçen dostlarımı yanlışlıkla aldatmamak için.



Çünkü onları çok seviyorum..

Türkiye, Kafkas Makronu ve Siyaset Üzerine

Hatırlayacaksınız, Kafkas Makronu ve Çerkes Mikronu üzerine yazdığım metnin temel başlangıç noktası “Adığe (Çerkes) Mikro Milliyetçiliği” olarak öne sürülen bir durumun tespitini ilerletebilmek açısından, böyle bir tanımın ancak bir karşılık bulduğu sürece tartışılmaya değer yönü olduğu konusundaki kanaatim.  Dünyada iyiler vardır, çünkü kötüler de vardır. Haklılar vardır, çünkü haksızlar da vardır, dünyada olan herşeyin, eğer zıt bir karşılığı varsa bu tartışılır. Demek ki, ben Çerkes Mikro Milliyetçiliğini tartışılmaya değer kılmak üzere, bu tanım üzerinden yürüyen ve karşılığı bulunmayan bir düşünceyi, madem Çerkes mikro milliyetçiliği var, o halde bunu öne sürenlerin tutunduğu değerler üzerinden genelleşen bir makro milliyetçiliğin de olması gerekir diye yazıyorum. Yazıda, Çerkes mikrosu ve Kafkas makrosu olarak adlandırdığım bu iki şey, birbirini var eden iki zıt düşünce olarak “Çerkes mikro milliyetçiliği” ile “kafkas makro milliyetçiliği”dir.  Eğer Kafkas Makrosu yoksa, doğal olarak Çerkes mikrosu olmayacaktır. Neden mi? Gelin bunun Türkiye’deki ilgili halklar üzerinden anlamlandırmasını yapalım.  Türkiye, tarihin hep kritik süreçlerinden geçmektedir, en azından biz Çerkesler bu ülkeye geldiğimizden bu yana, bu ülkede hiç normal bir yaşam tutarlılaşmamıştır. İnkar, Asimilasyon ve bugün bu süreçlerin Çerkesler üzerinde yarattığı etkiler; dilini konuşamayan, tarihinden uzak, vatan-anavatan gibi somut kavramlar üzerinde bile kesinliği olmayan bir nesil, hızla yayılıyor. Rivayete göre, bu ülkede 25 yaş altı Çerkes gençlerinin %90’a yakını Çerkesce konuşamıyor. İstisnalar hariç, kendi dilinde okuma ve yazma oranı ise gençlerde neredeyse %0. Yeterince panik yapılacak rivayetler değil mi? İşte bu paniğin, sağlıklı ve sağlıksız karşılıklarının olması da gayet doğal. Şimdi bize, gençlere bu geleceği hazırlayan büyüklerimizin, büyükbüyüklerimizin ve büyükbüyükbüyüklerimizin yapması gerekip yapmadığı, yapmaması gerekip yaptığı şeyleri, yapılmış tüm güzel şeylerin de hakkını teslim etmek kaydı ile eleştirisini yapalım. Mesela yurttan ayrıştığımız nokta da, diasporaya özgün bir tarih yazılmış mı? Durun hele. Yazılmış elbette! Fakat bunun bağımsız olduğunu söylemek ne kadar doğru olur. Kafkas Makronunu, Çerkesya merkezli yürüten bir egemenin kontrolü ve isteği dahilinde yazdığı lahiyalardan, “Çerkesler, Devlet-i Aliyye’nin Kafkaslar politikasını temsil ediyordu” diye açığa çıkmış güne vurumlarından sonra, şimdi referansımızı bu zihniyete bağlılık akdi verip, en kötü günleri de dahil olmak şartıyla her an yanında olan sürgün sonrası kısa tarih diasporal tarihçilerimizin yazıtları başta olmak üzere, İttihat ve Terraki’nin etnik ve inançsal politikalarını özümseyerek verdiği hizmetler karşılığında giydiği üniformada madalyalardan yer kalmayan, verdiği son nefese kadar da bu madalyaların karşılığını eksiksiz yerine getiren büyükbüyüklerimizin genel kabul gördüğü rivayet edilmiş bazı tespitlerini de, hiç değilse kendi tarihimizin genel kabul gördüğü tespitlerinden üstte görürken biraz düşünmüş olalım.  


Türkiye’de bir Kafkas Makronu vardır ve bu genel kabul görmüş olabilir. Buna hiçbir itirazım yok, ancak Türkiye’de genel kabul gören ve bizi ilgilendiren tek yanlışta bu değildir derim.  Bu ülkede toplumsal tabanımız tarafından genel kabul gören şeyleri tespit edelim de, bu genel kabul görümün çokta açıklayıcı ve tatmin edici bir doğruyu bulumu ne kadar temsil ettiğini de tartışalım.


Türkiye’deki Kafkas Makronu
————————————-


Bu makron içine; son zamanlarda adları anılmamakla birlikte kumuklar, nogaylar, karaçaylar dahil, abhazlar, osetler, çeçenler, avarlar girebilmektedir. Bu makronun temel birlikte olduğu nokta; İslamiyettir. Bu makronun Türkiye’den önce bir tarihi olsa da, bugün türkiye’nin mirasçısı olduğu Devleti Aliyye politikalarıyla Kafkaslar bölgesindeki etkinliğiyle de bir tarihi olup, o bölgelerde “şeyh”ler “hacı”lar ile sona vardırılan bir özgürlük savaşının tüm komutanları tarafından neredeyse islamiyet hususunda, halife hazretlerine karşı bağlılık akdi olduğu anlaşılmalıdır. Yani bu makron, sürgün sonrası değildir, sürgün öncesidir ve savaş zamanında bir izi bulunmaktadır. Kafkas makronu, genellikle “Çerkes” olarak lanse edilmiştir. Zaten Osmanlının, Kafkas politikalarında tüm dağlı halkları “Çerkes” kabul etmesiyle de anlaşılır bir durumdadır. Türkiye’deki kabulü sebebiyetiyle de; Sürgüne gelen Kafkas halklarının nüfusu ve yerleştirilme biçimleri kontrol edilerek anlaşılır vaziyete gelir. Rivayete göre, Sürgüne gelen 1,500,000 insan vardır. Bunların bir çoğunun hastalıktan kırıldığı ve samsundan israile kadar bir bölgede dağınık olarak yerleştirildiği, geldiği andan itibaren bir çatışma tarihine dahil edildiği, Osmanlının en kesin tarihlerinden (vergilendirmelerden) Köle ticaretiyle ilgili belgelerin araştırılarak kaçının, kendi köle olarak satıldığı ve halkıyla bağlarının koparıldığı kesin değilse de yakın olarak bulunabilir. 1,500,000 insanın, 1864 tarihinden – 1915  tarihleri arasında geçen yarım asırda ne kadar azalıp, ne kadar çoğaldığı araştırılabilir. Ayrıca gelen 1,500,000 İnsanın, hayatta kalanlarının ne kadarı bugün kü Türkiye sınırları içerisinde yerleşik olarak kalmış, kaçı Suriye, Ürdün, Lübnan, İsrail, Filistin vd. Osmanlı topraklarında yerleşik olarak kalmıştır bunlar da araştırılmalıdır.  Bugün, 1,500,000 insan geldi rivayetiyle yola çıkarak Türkiye’deki sürgün insanımız 6,000,000 civarında olduğu rivayeti konuşulmalıdır. Elde edilecek rakamlara göre, Türkiye’de sürgün gelen Adığelerin, Abhazların, Osetlerin, Çeçenlerin vd. halkların köyleri de dahil edilmek suretiyle, sürgün gelenlerin hepsine neden Çerkes dendiğinin sonucu da çıkacaktır. İstatistiklerin doğurduğu sonucun doğal bir yansıması olarak Türkiye’deki Kafkas-İslam makronuna “Çerkes” denmesinin veyahut bu makron ile yoğrulmuş insanların bunu içselleştirmesinin de gayet doğal olacağını da vurgulamak isterim. Kafkas-İslam Makronu; Çerkes’e damlarken, Türk-İslam makronu da; ümmete, Kürtler, Araplar vd müslüman halklar üzerinden işledi. Sonuç olarak, Türklük ne kadar buradaki islami birlikteliğin yarattığı bir makrona çevrilip, bir çoklarına “ne mutlu türküm” diyene diye bağırttırırken, Kafkas-İslam makronu da; kendi politik ilerleme sahasında etkilediği halklara; Çerkesim demeyi öğretti. Nihayetinde, bir süre sonra Kafkas-İslam Makronunun yarattığı hayali bir Çerkes cemiyeti de, Türk-İslam makronunun etki sahasına alındı. Burada hayali bir Çerkes cemiyeti kelimesini kullandığıma göre, buraya ayrı bir bölüm eklemem gerekli.


Hayali bir cemiyet olarak Çerkesler
Tarihi bir cemiyet olarak Çerkesler


Türkiye, Kafkas Makronu ve siyaset üzerine (2) de


Hayali bir Cemiyet olarak Çerkesler ve Tarihi bir cemiyet olarak Çerkesleri ele alacağım.


Hayali bir cemiyet olarak Çerkesler


Hayali bir cemiyet olarak öne sürülen Çerkesler, bir halk değildir. Doğal olarak Çerkesce diye bir dilde yoktur. Bu cemiyetin Çerkesler, Çerkesya, Çerkesce üzerine iddia edilenin aksine Adığeler, Adığe Cumhuriyeti, Adıgece diye bir kavramı öne sürerler, fakat bu “Çerkesleri”i tamamen reddetmekten fazlasıdır. Çünkü onlar içinde bir Çerkesler vardır fakat bu Adığeler değildir, Adığelerin de dahili olduğu bir takım halklardır. Yani, Çerkeslik bir üst kimliktir. Bazen bu üst kimlik iyice içselleştirilip “Çerkes Halkları” diye genel kabul ettikleri kavramı biricikleştirir ve “Çerkes halkı” olarak öne sürerler. Çerkes dilini kabul etmezler, Çerkes dillerini kabul ederler ve bu durum doğal olarak Çerkesce’yi yok sayar. Çerkes dilleri arasında, Adığabzenin de olduğu bir takım halkların dilleri sayılır. Bu kabulün müdavimleri, kendilerini “Çerkesim” diye tanıtırken, ara sıra tanık olduğumuz şöyle bir muhabbette görülebilir.


  • 1 Canberk Çerkesdir.
  • 2 aa bende Çerkesim, hangi boydansın?
  • 3 Abadzeh’im sen hangi boydansın?
  • 2 Abazayım


Buradaki esas problem, Abazanın bir üst kimlik olarak Çerkesliği benimsemiş olmasından ziyadesiyle, Abazalığını, Çerkesliğin bir boyu konumuna getirmesidir. Bu apaçık Abhaz halkına da hakaret olabilir mi, bunun sorusunu kişiler kendilerine, Çerkesler Türk boyudur diye bir argüman ortaya atıldığı zaman duydukları rahatsızlığın kökenini araştırarak cevaplayabilir. Bu durumda, bu hayali cemiyetin içinde tutarsızlıklar olduğunu görmenizi sağlayabilir. Tüm bu tutarsızlıklara, 21 eylemlerine katılmış Kayserili, Kabardey olduğunu söyleyen Ümit Örten’in bir medya muhabirine verdiği cevabı da ekleyebiliriz. Ümit Örten’in verdiği cevaptan önce, Adığey Cumhuriyetinin resmi bayrağı konumunda bulunan yeşil zemin üzerinde, sarı 3 ok ve 12 yıldızdan oluşan bayrağının bu cemiyetin kendi ifade ettikleri Çerkeslerin bayrağı olup olmadığını düşünmelerini rica edeceğim. Şimdi düşündüyseniz gelelim o açıklamaya: Siz de Ümit Örten gibi, bu bayrağın üzerindeki 12 yıldızın, 12 lehçeyi  temsil ettiğine inanıyor musunuz? Bakın, lehçe.. dil değil..! Çünkü bu hayali cemiyetin içinden bir kısım da böyle inanıyor. 12 Yıldızın, Ümit Örten ve etkili olduğu Çerkes Solu için hangi 12 lehçeyi temsil ettiğini de artık siz sorar, bu “lehçe”ler içerisinde Abhazca ve diğer diller var mı diye sorarsınız diye düşünüyorum.


Bu hayali cemiyetin içinde, bir de Türkçüler vardır. Abazasıyla, Adığesiyle, Alanıyla, Çeçeniyle kendilerini hep birlikte “Çerkes” ilan edip, “yediğimiz kaba pislemeyiz” gibi iğrenç bir yaklaşımla Çerkes asaletini “bekçiliğe” kadar indirgerler. Aslında, niteliği bir kenara bıraktığımızda, bunların nicel olarak daha fazla olduğu da acı bir gerçekten ötesi değildir. Son yıllarda, sosyal medyanın yaygın kullanımı üzerinden kendi iğrenç düşüncelerini daha fazla gözümüze sokan bu güruhun ve özellikle son aylarca canımızı acıtanları içerisinde hakkını verelim; “Çerkesler hain değildir” “Çerkesler adına konuşmayın” “Çerkesler yediği kaba pislemez” “biz Çerkesler asiliz, onlar gibi soysuz değiliz, kesin kölelerdir, soylarını araştıralım” vb düşüncelerini sadece Adığeler etmedi. Bunların içerisinde Apsuvalar,, Noxçiler ve Alanlar  da vardı.  Böylelikle bu  hayali cemiyetin, tek bir amaçla toplanmadığını ve üst kültür oluşturup ortak bir iradeyi temsil etmediğini de sanırım rahatça söyleyebiliriz.

Tarihi bir cemiyet olarak Çerkesler


Rusya’nın 1920den önceki terminilojisinde de inkar edilmediği üzere Adığe halkıdır. Rivayete göre Çerkes kelimesi Yunan gezginlerinin koyduğu bir ismin bugün kü son halidir. Çeşitli rivayetler vardır, mesela Farslıların koyduğu da söylenir. Osmanlı arşivlerinde: Çerkezistan denen, İngilizce Circassia olarak bilinen, kendilerinin Adığe Xeku dediği bir yurtları vardır. Türkçe Çerkesce denen, Circassian olarak ingilizce karşılık bulan, yunanca Kirkassiani olarak telafuz edilen, arapça de şerkassi’a olarak telafuz edilen, Doğu ve Batı diyalekti olarak 2 lehçe olan dilleri bulunur. Sovyetler zamanında, bu halkı oluşturan kabilelerin bazıları kısmi ayrıştırmaya bırakılmış, Adıgeyetsı, Kabardıntsi, Şapsugi, Çerkesı olarak farklıymış gibi lanse edilmiş olsa da, bugün her Çerkes kabilesi, Adığe olduğunu bilirler. Bu cemiyeti anlatmaya pek gerek yok, nihayetinde yeryüzünün bütün güzel halkları gibi tarihleri vardır ve araştırılmayla ortaya çıkar. Hatta hayali cemiyetin müdavimlerinden sayılan Alanlarla, Çerkeslerin 1220li tarihlerde, hiçte dostça olmayan bir tarihi de vardır, Kabardey bölgesinin oluşumunu araştıracak olursak, burada ne demek istediğim daha da anlaşılır.


KAFKAS MAKRONU ÜZERİNE


Zalim karşısında birleşenler hata yapmadılar. Bugün de yapmıyorlar ve yarın da yapmayacaklar emin olun, düşmanların halklarımıza reva gördüğü geleceği hep birlikte omuz omuza vererek atlatmaktan başka çaremiz yok doğrudur. Ancak bu makron, bir mücadele geleneğinden ziyadesiyle kopuk ve bunu destekleyecek nitelikten yeterince uzaktır. Evvela birbirimizi kabul edecek erdemi, araya bir yapıştırıcı atmadan da sağlayabiliriz. Bugün, Türkiye’de, tüm halkların kaderini belirleyen savaşta taraf olurken, Kürtler ile Çerkesler arasına bir üst kimlik mi atılıyor mesela. Korkmayın, bu makronun dağılmasından. En büyük makronumuz insanlıksa, ve haksızlık karşısında mağdur olan, hangi dilde, hangi renkte acı çekiyorsa çeksin, bizim kardeşimizse, öyle de kardeşiz; Abhazıyla, Osetiyle, Çeçeniyle. Bizi yan yana getirecek bir üst kimliğe ihtiyacımız yok.


Fakat herşeye rağmen, başka bir makron oluşturmakta, mevcut makronu handikaplarından arındırıp sağlıklılaştırmakta mümkün değil mi? Bence, mümkün. Ancak bunun ilk adımı, ki gördüğüm kadarıyla en zoru bu yolun; önyargıları bir kenara bırakmaktır.


KAFKAS MAKRONU ÜZERİNE SİYASAL BİR TEKLİF:


Peki, tamam. Halkların Dayanışması, Halkların Kardeşliği ve benzeri ortak irade beyanatları üzerinde ‘ayrıcalıklı kardeş’ yaratmaya bir zemin hazırlayalım hep birlikte. Bu ayrıcalıklı kardeşliğin izahati var nede olsa. Yaşasın Halkların Kardeşliğ deyip,  ‘ Çerkesler, Abhazlar, Osetler, Çeçenler’ daha bir kardeştir ve daha çok yaşasın onların kardeşliği de diyelim. Neden diye sorarlarsa; zira, bir zamanlar aynı yerdeki yangına tutulduk. Aynı zalimin, aynı zulmüne mağruz kaldık. Üstelik, coğrafi olarak komşuyuz falan deriz. Bizi radikal bir tutuculukla; “kardeşliğimiz ya eşit, ya da kardeşler arası ayrımın yaratanı sizsiniz” diye uyaranlara; yahu siz bu coğrafyada “Türk-Kürt” kardeşliği derken nasıl “bin yıl” komşuluğuna dayanan bir ilişki üzerinden, sanki başka halk yokmuş gibi biricikleşiyorsanız, biz de öyle yapabiliriz deme hakkımmız da doğar. Ama bugün, mevcut konjektürde bir halkın en üst temsiliyeti olan devlet aygıtının ulusal sınırlarını çizerek ilan ettiği “Abhazı- Türkçe deyimiyle” burada, hiçbir yetkisi olmayan ve tarihsiz bir Çerkes sıfatına nasıl yakınlaştırabiliriz ki. Mikro milliyetçilik üstelik, bu adlama; sanki Adığeler içerisinde Abzeh-Kabardey, Şapsığ-Çemguy ayrımı yaratılıyormuş gibi sunmak. Sahi, mikro milliyetçilik nedir? Mesela mikro milliyetçilik, Halkların Demokratik Partisi içerisinde her biri kendi adıyla, sanıyla politika yapabilecek halklar varken, bunların bir kısmını, tutunan ortak noktalarından bir üst kimliğe bürüyerek ve diğer halkları bu üst kimlikten izole ederek, kimlik içinde kimlik ve kardeşlik içinde kardeşlik yaratmak olabilir mi? Mesela, Abhaz asıllı arkadaşlarımız, Çerkes olmadan HDP’ye katılamaz mı? Bunun önündeki şerh nedir, Halklar ve İnançlar Komisyonunda, Çerkesleri temsil eden zatlar gerçekten Çerkesler derken bütün bu üst kimliğin müdavimi halkları mı temsil ediyorlar.


Geleceği olmayan bir üst kimlik anlayışını, geçmişi olan bir Çerkes kimliğine sıkıştırıp; bu kimliğin temsil etmediği halklara, işte muhabbette Abhazasınız, Osetsiniz ama, siyaset meydanında Çerkessiniz, yani siyaset meydanına Abhaz ve Oset olarak katılamazsınız gibi bir mesaj vermek mi isteniyor.


Çerkes sorunlarının araştırılması ve çözüm üretilmesi, Çerkes Soykırımının tanınması ve benzeri tekliflerle TBMM’ne gelmiş önergeler velev ki kabul edildiğinde, parlemento Çerkes soykırımı derken, Çerkes dili derken, Çerkes kültürü derken neyi anlayacak hiç tahmin ediyor musunuz?



buyrun Çerkesler derken en çok ve en dayanaklı neyin ifade edildiğini siz araştırın. Siz kendinizi neye inandırırsanız inandırın ama, birgün günü geldiğinde tanınacak soykırımdan, verilecek Çerkesce eğitime, Çerkesce televizyona kadar hiçbir hak, sizin kendinizi inandırdığınız yönde olmayacak. İşte Kardeşlerimize, Abhazlara, Osetlere, Çeçenlere bu kötülüğü yapmayın. Onların kendilerini ifade etme haklarına engel olmayın.


Galileo’nun, idam edilmeye götürülürken “dünyanın dönmesini” anlattığı gibi.


Siz kabul etseniz de, İnkar etseniz de Çerkesler dünya üzerinde tek bir şeyi ifade ediyor: Onlar da Adığelerdir ve bu gerçeği hiçbir şey değiştiremez.  Ancak sadece, aidiyetinden kopmuş ve yalnız hisseden bir Abhaza, Osete veya Çeçene kötülük etmiş olursunuz. Haklarını yemiş olursunuz. Zira onlar “Çerkesim” diyerek verdikleri her mücadele, Adığelikten ötesini ifade etmeyecek ve bunu bilerek-istemeyerek yapmayan her kişi; bu gerçeği inkar edenlerin utancı olacaktır.