Biz kimiz? ya da "biz kim değiliz?"
Çerkesler, İdeolojiler ve -şeyler
Biraz akıllı olun, ne anlatmak istediğimi anlayacak kadar zekayla bu halkın geleceğine bulaştırdığınız vebayı görebilirsiniz. 2 üniversite bitirip, master yapmanıza, 2-3 dil bilmenize gerek yok. Bizim ideolojimiz gizli saklı değil ki, insan utandığı şeyi saklar. Sizin ideolojiniz saklı ey zavallı ahmaklar.
Çerkesya'daki gençliğe "açık mektup"
Halkımızın varlığını geleceğe güçlü, adil ve onurlu taşımak üzere birlikte olma sorumluluğumuzu ilan etmenin ve halkımızı etrafımızı çevirmiş bazı vebalara hep birlikte mücadele vermenin vakti gelmiştir. Biz, gününü yaşama veya ömrünü ekonomik olarak donatmaktan öte, halkını her alanda onurlu bir tarihe sürmenin derdinde olan, birbirini duyan, birbirini gören ve sahiplenen, yalnızlık hissini birbirini selamlayarak üzerinden atan, dünyanın dört bir yanına, faşizmin en yoğun haliyle “soykırım” uygulayarak dağıttığı Çerkeslerin, bugün ki devamcıları olarak, birbirimizden ayrı olmadığımızı haykırma sorumluluğundayız. Bu sorumluluğumuzun elbette bir çoğumuz farkındayız. Bu sorumluluğun gereklerini elbette hem yurtta hem diaspora da bir çoğumuz yerine getiriyoruz. Ancak artık, birbirimize dokunmanın, birbirimize omuz vermenin ve diasporadan yurda uzanan ve yurttan diasporaya uzanan bir “yalnız değilsiniz” mesajını daha somut kılmanın vakti geldi. Bu kritik günlerde, en gerek duyduğumuz şey “yalnız olmadığımız” hissidir. Aramızda uçurum açmasını istedikleri 151 yılı, bizi asla ayıramayacaklarını haykıracağımız bir noktaya taşırmak bizlerin, Çerkes halkının sorumluluk alan gençlerinin görevidir.
Yurdumuzun çok uzağı olmayan ve buradan edindiğimiz haberlere göre, diasporanın yoğun olarak yaşadığı bölgelerde gelişen terör olaylarının oradaki karşılıkları; halkımızın konuşan gençliğini sindirmek üzere bir katliama çevrilmeye bahane edilmektedir. Biz bunun takipçisiyiz ve üzerimize düşen neyse, bunu yapmak zorundayız. Aynı zamanda, bölgemizde gelişen bu terör olaylarının yurda yansıyan bir diğer karşılığı olarak, yakın zamanda yurdumuza yerleşmiş Suriyeli Çerkeslerin varlığından anlaşılacağı üzere, diaspora olarak bölgede gerçekleşen şiddet olaylarının tümünden etkilenmekte ve bu savaşı yaşamaktayız. Üstüne yetmez gibi, 1864ten sonra buraya sürülen Çerkesleri, Osmanlı Hanedanlığının politikalarına uygun olarak yönlendiren ve ne yazık ki aynı kanı taşıdığımız bazı işbirlikçilerin, sürgünden sonra ateşin ortasında tekrar tekrar acı çekmemizi sağladıkları politikaların şimdiki zaman karşılıkları da oluşuyor. Bu durum bizi, sosyo-kültürel bir alanda folklorik olarak sağladığımız ve bahsini ettiğim işbirlikçi zümrelerin etkilediği çeperleri tarafından sürekli inkar edilen asimile olan ve olmakta olan birlikteliğimizi de eritmekte ‘Çerkesya’ neresidir bilmeyen, ‘Çerkesce’ nedir bilmeyen, tarihimizde yaşadığımız bölgelerin egemenlerinin söylediği dışında hiçbir bilgi sahibi olmayan bir nesile sürüklemektedir. Fakat, “var kalma” süreci olarak adlandırılan bir siyasi hareket, düşmanlıktan ziyade kardeşlikten söz ederek (-ki her ne kadar çarpıtılmaya çalışılsa dahi, gözle görülür vaziyette) adalet, eşitlik ve özgürlük ilkelerini benimsemiş vaziyette siyasileşmektedir. Buna karşılık; bölge egemenleri tarafından desteklenen (-ki çok açık kanıtları var) ve ‘var kalma’ mücadelesini ilke edinenlere karşılık “yediği kaba pislememekle övünen” başka bazı organizasyonlar da gelişmektedir.
Bu durumda, Diaspora daki gençliğin en ihtiyaç duyduğu şey yurdundaki gençlikle diyalog kurmak üzere bir akıl üretmek ve gelecekte birlikte olabilmemiz için köprü ler kurabilmektir.
Birbirimizle çok açık bir dayanışma ihtiyacı çekiyoruz.
Bu anlamda ilk başta ortak iletişim ağlarında buluşmaya, konuşmaya, anlaşmaya, sarılmaya ve bir olmaya hep birlikte gayret etmeliyiz.
İddialı olmak ya da olmamak; işte bütün mesele bu.
Artık bir karar verelim. İddialı mıyız, değil miyiz.
Sorumlu olmak zorundayız!
Ben sorumlu olmak zorundayım, neden mi? Çünkü, sorumsuzluğumun bedelinin ağır olduğu, insanın insanı kestiği, insanın kadını pazar da köle olarak sattığı, milyonlarcasının ailesini dağıttığı, milyonlarcasının yurdunu ettiği bir çağdayım. Herşey bu kadar kötüyken, gözümün önündeyken, acının çığlığı bu kadar kulağıma gelirken, nasıl görmezden gelebilirim, nasıl duymamış gibi yaparım? Böyle bir yüreği, hangi çamurla sıvarım ben? Çocuklarıma “duymadım, görmedim” diye nasıl söyleyebilirim? İnsan içine nasıl çıkarım? Ben sorumlu olmak zorundayım. Çünkü herşeyi görüyorum, herşeyi duyuyorum. Halkların geleceği üzerine yakılan ateşin ısısı, bugün benim de halkıma vuruyor. Ben sorumlu olmak zorundayım; önceliğimi belirlemek zorundayım. Hakikaten, önceliğim ne? Ben insan olmazsam nasıl Çerkes olacağım mesela? İnsan olma önceliği, Çerkes olma önceliğinden önce değil mi? Sonra Barış önceliğim mesela, ortada halkların evlatlarının katledildiği nice savaş sürerken, bu savaşlar yürek dağlarken, insanlığım ağlarken, İnsanlığımın, Barış önceliğinden önce ne gelmeli? Eşitlik önceliğim mesela, sen bana tepeden bakarken, dilimi susturup, kalemimi kelepçelerken ben seninle neyi tartışabilirim? Özgürlük önceliğim mesela, ben özgür değilken, sana kimin derdini anlatabilirim? Kendimin mi, efendimin mi? Ben sorumlu olmak zorundayım, ancak siz de en az benim kadar sorumlu olmak zorundasınız. Zorundayız. Neden mi? Benim sorumsuzluğum halkım için deve de kulak. Senin ki de öyle. Düşünsene, binlerce yıllık tarihinde, adalet, özgürlük, eşitlik, bağımsızlık değerleri yaratmış bir halkın, ikimizin sorumluluğuna ne ihtiyacı olabilir? Ancak, ben sorumlu olmazsam, sen sorumlu olmazsan, biz sorumlu olmazsak; yüreğini balçıkla sıvayan, arsız, utanmaz, karaktersiz birileri; ki her halkın içinde böyle hain zümreler olur ve onlar bizim sorumsuzluğumuzun yarattığı boşluklardan bu halkı zehirlerse, deve, kulağından başlar ölmeye. Ben sorumlu olmak zorundayım ama, sende.
Sıçtınız olmadı sıvıyorsunuz, o da olmayacak bilmiyorsunuz.
Malum geçtiğimiz haftalarda içindeki irinleri bir bir akıtan biyolojik Çerkes bir dernek yöneticisi, Çerkeslik değerlerini bırakın, insanlık değerlerini ayaklar altına alarak, bütün seviyesizliğiyle; “acaba ne kadar kötü, ahlaksız olabilirim” diye test edercesine eşref-i mahlukatı bırakın, eşrefsiz mahlukların bile olamayacağı kadar alçaklaşmıştı. Derler ya, Allah düşmanımızın da şereflisini göstersin diye. Aynen böyleydi. Apar topar, yazdığını silerek yok edeceğini sanacak kadar zavallı bir hale düşüp, kendi aynı küften beslendiği ast trollerini meydana salarak sözde kendini unutturmak istemişti. Dengesiz herif, yetmiyor gibi; yorumlar yoluyla, mesajlar yoluyla ahlaksızlığını taçlandırmaya devam etmişti. Kendi hafızasızlığından olsa gerek ki, bu toplumun tümünü hafızasız zannetti heralde. Ama biliyorum; buraları, her yeri; it gibi takip ediyorsunuz. Acaba ne söylediler diye yanıp tutuşuyorsunuz. Efendilerinizin hürriyeti, adaleti ve kardeşliği yükselten herşeyi, hırsızdan, yalancıdan, rantçıdan hesap soran her muhalefeti hukukla terbiye edip susturmaya çalışmasını tatlit etmek istiyorsunuz. Hatta söylüyorsunuz. Biz “İTİZ” diye; avazınız çıktığı kadar bağırıyorsunuz. Farkındasınız, tarihinize layık yazılmış halk belleğindeki onursuz konumunuzun. Bütün yaşamınız, bu küçücük ömrünüzde her ne pahasına olursa olsun, size atılmış kemikleri yalamak. Bu sizin yaşam tarzınız. Her halkın içinden iti-köpeği çıkar. Yani ne yazık ki sizde bizim halkımızın içinden çıkan itten-köpekten ötesi değilsiniz. Her neyse!
Birisi, toplumsal değerlerimizin üzerine resmen sıçarken, diğeri de bir öncekinin sıçtığını sıvamakla meşgul. İşte böyle çirkin, böyle organize, böyle ilkesiz, böyle kalleş ve hain bir koordinasyon içindeler. Sıçtınız bari gidin utancınızla çürüyün. Bu gamsızlık, bu zavallılık ne oluyor?
Ben biliyorum ne oluyor.. boka battınız, tarihin logarlarından, hak ettiğiniz yere akıyorsunuz ve tüm endişeniz battığınız boka başkalarını da bulaştırmak.
Size benzeyen kim varsa, tek tek bulaşın. Bu halk sizin kadar onursuzlar sürüsünü görecek kadar tarihsiz bir zaman yaşamış olamaz.
Kabus gibisiniz, defolun gidin.
Ellerimde filiz veren yaraların hatrına!
varsın elimden kopsun açtığınız yaralar, size minnet edip gül gibi yaşamanın canı cehenneme efendim. Canı cehenneme. Her gün, Allah’ın her günü; gidip emek vereceğim elbet, ne size diz çökeceğim ne de sizin gibi hırsız olacağım. Her gün, Allah’ın her günü; gidip emek vereceğim yiyeceğim bir lokma için. Ama yine, bu rezil geleceğe razı geldiğimi sanmayın. Her gün, Allah’ın her günü, fırsat kollayacağım size bu harlı tekmeyi atmak için. Her gün. Ve ilk fırsatta efendim, ilk fırsatta, ilk yiyeceğiniz tekme olmak için an kolluyorum bilesiniz. Şimdi, elimi kana bulayan bu emeğin bir hakkı varsa, o da başkasının sırtında kene gibi yaşamak istemediğimden, başkasından değil. Beni diz çökmüş, razı gelmiş, alışmış sanmayın buna, tereddütünüz olmasın, ilk tekmeyi benim atacağıma. Tereddütünüz olmasın.
Hiçbir şey olmuyormuş gibi yapmak mı onurlu?
Farkında değilsiniz, ateş düştüğü yeri yakmıyor; düştüğü yerden yayılıyor. Yavaş yavaş, sinsi sinsi, güçlene güçlene yayılıyor. Ne kadar yok sayarsanız sayın, ne kadar sinerseniz sinin ama; o yok saydığınız ateş, sindiğiniz yerde sizi de yakmak için yaklaşıyor. Hiç değilse, bu yüzden: bugün ateşin varlığını inkar eden zihniyetinizi sorgulayın. Bakın, ateşe su olun demiyorum ama, hiç yoksa onu varsayın. Varsayın ki; doğduğu gün mutluluktan havaya uçtuğunuz yavrunuz, kendisine sorulmadan gönderildiği bir bölükte; kendisini temsil etmeyen bir savaşta ölse? Bu ateş, sizi yakmayacak mı? Hangi şovenist kelime, hangi nutuk, hangi özlü söz bu ateşin yaktığı yeri söndürebillir? Barış diyoruz, barış derken de terörist damgası yiyoruz. Peki biz, sadece tek taraflı bir barışı mı istiyoruz? Barış derken, rızası olmadan alıkonularak askere çevrilen çocuklarınızın da bekasını ilgilendirmiyor mu? Barış diyoruz, terörist ilan ediliyoruz ama; biz hiç kimse ölmesin derken, sizlerin çocuklarını da kapsamıyor muyuz? Size bir bölücülük masalı anlatılmış, inanmışsınız. Sorarım peki; barış neyin bölücülüğü olabilir? Devlet, barışa rızasını göstersin de, o andan itibaren silah atan namerttir. Biz sadece devletin attığı kurşunları değil, tüm tarafların kurşunlarını sayıyoruz. Türk’ten Kürd’e giden kurşunun durmasını istediğimiz kadar da, Kürt’ten Türk’e gelen kurşunun durmasını istiyoruz. Bu bölücülük müdür?