Çerkesler için son yıllar tartışma dolu geçiyordu. Bu tartışmaların bir harekete gebe olduğu ise kuşkusuzdu ve nihayetinde tartışmaların tarafları gebe oldukları düşünceleri doğurmaya başladılar birer birer, iyi kötü; hepsi gerekliydi. Düşüncelerini şekillendirip; sokağa inmeyenler hala tartışmalarda saplandıkları yerdeler ve hala son yılların başlangıcını oluşturan şartların geçerliliği üzerinden destanlar yazıp; sokak hareketinin çok gerisinde, ofis hareketine bağlı bir şekilde duruyorlar. Oysa zaman geçiyor ve geçtiğiyle kalıyor. Zamanı takip edebilen, şartları zamana uygun bir şekilde analiz edip kendini konumlandırabilen kişilerin birlekteliği; doğmuş düşünceye bellek katarak önünü açıyor ve yürümeye başlıyor. Ben bu şartlı birlikteliğe kısaca örgüt diyorum. Çerkesler için bu şartlı birlikteliğin en temel yapı taşı; kimlik bilinci. Kimlik bilinci; kimliğine saplı kalmayan bazı arkadaşlarımızla, kimliğinin selameti için dünyanın iyileşmesini öngören bazı kişileri de şartlı ortaklaşmaya yitiyor ve böylece tamamen uyuşmasa dahi; birbirine tahakküm kurmayan yapıların kimlik endeksli ortaklaşması doğuyor. İşte bazı arkadaşlarımıza bu konuyu anlatabilmenin ne denli zor olduğunu hepinizin bilmesini isterim. Sözüm onlara; saplı kaldıkları yer, kendilerine adım attırmayan şerlerle dolu ve kimlik endeksli ortaklaşmayı zihinlerine büyük bir felaketmiş gibi nakşetmeleri, bunun üzerine yoğun düşünmeleri; onların eylemsel geleceğini biraz daha ileri ve hareketin gerisine iten bir durum. Gel gelelim; ortaklaşmanın taraflarına; bu tarafların bazı zatlarının veya örgütsel hafızalarının, ortaklaşan zatlara ve taraflara tahakküm kurmadıkça; iki tarafı da kimliği çevresinde ilgilendiren konularda ortaklaşmasının hiç kimseye zararı olmaz. Bunun doğuracağı zararlar üzerinden sürekli manipülasyonlar üretmek; iki taraftan birine kendini kullandıracak kadar aptal, diğer tarafına ise suistimal derecesine varan itham oluşturur. Ancak eylemsel ortaklaşma kuran iki tarafın, kendilerini bu duruma iten sebepleri değerlendirerek birlikte hareket ettiğini düşünürsek; daha önce benzeri hiçbir fiili yaşayamamış ve iki tarafla-da mevzu olan konu hakkında fikir alışverişi yapamamış örgüt/kişilerin böyle ağır ithamlarda bulunacak seviyede olmadıkları açığa çıkar. Ayrıca; bu manipülasyonu yapan çevre çeperin içinde bulunan bazı arkadaşların, ortaklaşa fiiliyat gösteren çevrenin içindeki bazı dostlarımızla arkadaş olduklarını göz önüne alırsak; harekette ve düşüncede birlikteliği zehirleyen bir olguyla karşılaşırız. Bu durum; mevcut manipülasyonu yapan ve bundan ötesine gidemeyen zat veya örgütün saplandığı yere batmasına sebep verir. Bu-da kimseyi sevindirmez.
Kısacası; Sürekli ulaşılabildiği halde bir defa bile iletişim kurmayan tarafların eylemsel stratejileri birbirini bu derece etkileyecekmişçesine yorumlanmamalıdır. Eğer bir risk varsa, tarafların çeper dostları, eylem stratejisine geçmiş hareketin içindeki organik bağları olan kişileri usulünce iletilmelidir.
“Sosyalist Çerkesler” kastım kimdir, kime hitap etmektedir?
Bunlar, istanbul-sakarya-ankara-mersin-izmir de yoğun emek verilmek sureti ile, Tekirdağ’dan Tokat’a Samsun’dan Hatay’a kadar daha önce organik bağlar kurmuş bazı arkadaşlardır. Bu arkadaşlar, SDP, SYKP, ESP ve BDP içinde daha öncede emek vermiş kişilerdir. Bugün ise elbette HDK-P’nin içindedirler. Bazıları ise daha önce hiçbir partide emek vermemiş (bağımsız sosyalist diyorlar) ancak şartlara göre bütün örgütler ile amaç yolunda ortaklaşa kurmuş kişiler de var. 2 elin parmaklarını geçmeyecek sayıda ise Anarşist, Anarşist Komünist-Kolektivist, Pan-Anarşist arkadaşlarda var. Bunların bir çoğu daha önce birbiriyle organik bağ kuran, hepsinin temel benzeşmesi Çerkeslik üzerinde yoğunlaşan kişiler. Bazıları daha önce de birlikte eylem yapmakla birlikte (13 mayıs – 25 mayıs: Çerkes Soykırımını Halka anlatma, 31 Mayıs-17 Haziran: Gezi Parkı Direnişi 18 Temmuz – 30 Ağustos: Adalet Yürüyüşü, 3 Ekim- ****: Çerkes Soykırımı Tanınsın İnisiyatifi; Stand açmalar, halka anlatmalar vs. ) gün geçtikçe (HDK-P etkinlikleriyle çoğalan) eylemsel bellekleri çoğalmaktadır. Fikir gelimi artmakta, talepler; amaç hizasında strateji geliştirerek süzülmektedir. Bu arkadaşlar; Kişi, Kurum ve Devletlere karşı bazı talepler oluşturmakta, oluşturdukları talepleri geliştirmekte ve yaşama geçirmektediler. Stratejik önem konusunda mutabık oldukları zaman; bir yoldan somut ortaklık buldukları başka örgütlerle birlikte; sürecin ve amacın hizasında konumlanabilmekteler. Kendilerini konumlandırış biçimleri ise; özgün manifestolarına uygun bir yolla gerçekleşmektedir. Mesela; Sosyalist Çerkeslerin emperyalizme karşı duruşu nettir. Ancak global emperyalist karşı konumuna alternatif yerli emperyal güçleri tercih etmemektedirler. Mümkün mertebe; ikisiyle de aynı uzlaşma tanımaz savaşımı vermekteler. Faşizm konusunda, neyin-neden-nasıl faşist bir düşünce olduğunu analiz edebilmekte, net bir dille bunu ifade edebilmekteler. Örgüt içinde, kimse; sözde soğuk bir kurulun, sözde demokratik bir yoluyla seçilen sözde başkanının her söylediğini mutlak gerçeklik olarak görmemektedir. Bu arkadaşların bütün karar alma mekanizmaları; herkesin eşit derece önerebileceği-eleştirbileceği ve geliştirebileceği biçimdedir. Herşeyden önce, arkadaşların birbirleri arasındaki samimiyet, üst derecede önemlidir. Birbirini sevmeyen kimseler, birbiriyle birlikte hareket etmeye zorlanmamaktadır. Bu karakteri uyuşmaz kimseleri; birbirine dayatan hiçbir unsur yoktur. Örgüt içinde kişi; kime ne kadar yaklaşabileceğini ve eylemsel birlikteliğin neresinde olacağını kendisi seçer. Bütün işleyişi anlatmak çok uzun süreceği için; kısa bir özetle konuyu bu sosyalist çerkeslerin şuan ki konumlanışıyla tamamlayayım;
Bu kişiler, adalet, eşitlik ve özgürlük için, gönüllü olarak bir adalar. Emek ve kimlik mücadelesini de bu süzümlerden geçirip; kendilerinden olsun ya da olmasın herkes için yaşanabilir bir dünyanın inşasında katkıları olsun diye veriyorlar. Bu kişilerin emek mücadelesi; çok kollu ve bireysel farklılıklar barındırmak sureti ile eylemseldir ve sürmektedir. Emek için verilen mücadeleyi kavgalarında ve yaşamlarında taşımaktadırlar. Emek hırsızlarına karşı savaşımı farklı cephelerde de olsa aynı hedefe doğru yürümektedir. Bu kişlilerin en çok bir arada durdukları nokta ise kuşkusuz kimlik mücadelesidir. Kültür Emperyalizmine karşı, devrimci duruşun inşasında, kültürünü egemenlerin kıskacından kurtarmak için mücadele veren tüm kimlik mücadelelerini de sırtlanarak sürdürmektedirler. Bu mücadele içinde, kendi kimliklerini edebildikleri kadar temsil ediyorlar.
Peki! Bu Sosyalist Çerkesler, Kimlik mücadelesinde en çok neyin yokluğunu hissediyor?
Bu sorunun cevabı çok kısa; ‘Bilinçli Muhalefet’
Bütün çalışmalarımıza karşı ezici çoğunluğu 2 ayrı damara ayrılan tek bir zihniyet eleştiriyor. Bunlar aslında birbirinin ikiz kardeşi olmalarına rağmen, kimlik mücadelemizin dışına çıktıkça sanki birbirlerine karşı taraflarmış gibi gözüküyorlar. Onlar istedikleri kadar birbirlerini tamamlayan ve birbirlerini yedekleyen karşı taraflar olsunlar; bizim nedzimizde birler ve aynı amaca hizmet etmekteler. Bunlardan ilki; iliklerine kadar resmi ideolojinin neferleridir. Bu zehir, yıllarca baskıyla-eğitimle-işkenceyle empoze edilmiş şeylerin halklarımız bünyesinde oluştudukları sunni duygularu sömürürler. Ağır ve hafif milliyetçilik türlerinden en az birini, çeşitli kanatlar ya da söylemler ile dayatıp dururlar. Jargonları:
*Bölücülük
*Vatan
*BOP
*Atatürk
*Terörist
gibi kısıtlıdır.
Sloganları ise ; “Yediğimiz *KABA* pislemeyiz.” “Bize *KUCAK* açtılar” gibi aşağılık, kendi halkını ancak bu kadar aşağılayabilecek kadar süzmeleşmiş şeylerdir. Bunlar, cehalet sınırının en üst makamının yegane sahipleridir. Tarihleri bilgileri de cehaletleri kadar karanlıktır. Bunları ciddiye alıp, onlara birşey söylemek şüphesiz idea ötesidir. İyi niyetli oldukları şüphelidir. Yazdıklarınızı anlamaya çalışmadıkları, yaptıklarınızı anlatmanızın imkansız olduğu kadar belirgindir.
İkinci Grup;
Her ilkesel duruşun getirdiği taktik stratejiyi öznenin öbeğinden koparıp, tartışmayı sonsuzluğa çekerek mevcut dinamiğin oluşturduğu enerjiyi sömürür durur. Bunlar aşağılıkta olabilirler, olmayada bilirler. Bu kişilerle konular üzerine oturup tartışılabilir; tartışmanın seyrine göre yerinde analitik tanı konulmalı ve egosu yüksek tepeden bakmacı yaklaşanları ciddiye alınmamalıdır.
Ben ve arkadaşlarım ise, milliyetçilik damarları üzerinde örgütlenmeye kalkan kişi ve gruplarda dahi, ihraç ve empoze edilmiş milliyetçilik, vatanseverlik gibi konularda; kendi halkının geleceği üzerinden bunu yapabilen bilince erişmişleri aramaktayız. Kaldı ki; bu şartlar da dahi milliyetçiliği tehlikeli bir zümre olarak görmekte, ona karşı savaşımızı kimin milliyetçiliği olduğuna bakmaksızın eleştirmekte ve yok etmek üzere mücadele vermekte olacağız. Ama en azından; milliyetçilik ve kavramları ile bize yaklaşan zümrenin, başkalarının aptalları olmasını istemeyiz. Kavramı; tam olarak stabil haliyle yaşayabilmek ve buna inanmak, buna zaman adamak ve mücadele vermek; karşımızda dahi olsa kişinin hakkıdır.