Sosyalist Çerkesler: Karşı muhalefette bilinç arıyor!

Çerkesler için son yıllar tartışma dolu geçiyordu. Bu tartışmaların bir harekete gebe olduğu ise kuşkusuzdu ve nihayetinde tartışmaların tarafları gebe oldukları düşünceleri doğurmaya başladılar birer birer, iyi kötü; hepsi gerekliydi. Düşüncelerini şekillendirip; sokağa inmeyenler hala tartışmalarda saplandıkları yerdeler ve hala son yılların başlangıcını oluşturan şartların geçerliliği üzerinden destanlar yazıp; sokak hareketinin çok gerisinde, ofis hareketine bağlı bir şekilde duruyorlar. Oysa zaman geçiyor ve geçtiğiyle kalıyor. Zamanı takip edebilen, şartları zamana uygun bir şekilde analiz edip kendini konumlandırabilen kişilerin birlekteliği; doğmuş düşünceye bellek katarak önünü açıyor ve yürümeye başlıyor. Ben bu şartlı birlikteliğe kısaca örgüt diyorum. Çerkesler için bu şartlı birlikteliğin en temel yapı taşı; kimlik bilinci. Kimlik bilinci; kimliğine saplı kalmayan bazı arkadaşlarımızla, kimliğinin selameti için dünyanın iyileşmesini öngören bazı kişileri de şartlı ortaklaşmaya yitiyor ve böylece tamamen uyuşmasa dahi; birbirine tahakküm kurmayan yapıların kimlik endeksli ortaklaşması doğuyor. İşte bazı arkadaşlarımıza bu konuyu anlatabilmenin ne denli zor olduğunu hepinizin bilmesini isterim. Sözüm onlara; saplı kaldıkları yer, kendilerine adım attırmayan şerlerle dolu ve kimlik endeksli ortaklaşmayı zihinlerine büyük bir felaketmiş gibi nakşetmeleri, bunun üzerine yoğun düşünmeleri; onların eylemsel geleceğini biraz daha ileri ve hareketin gerisine iten bir durum. Gel gelelim; ortaklaşmanın taraflarına; bu tarafların bazı zatlarının veya örgütsel hafızalarının, ortaklaşan zatlara ve taraflara tahakküm kurmadıkça; iki tarafı da kimliği çevresinde ilgilendiren konularda ortaklaşmasının hiç kimseye zararı olmaz. Bunun doğuracağı zararlar üzerinden sürekli manipülasyonlar üretmek; iki taraftan birine kendini kullandıracak kadar aptal, diğer tarafına ise suistimal derecesine varan itham oluşturur. Ancak eylemsel ortaklaşma kuran iki tarafın, kendilerini bu duruma iten sebepleri değerlendirerek birlikte hareket ettiğini düşünürsek; daha önce benzeri hiçbir fiili yaşayamamış ve iki tarafla-da mevzu olan konu hakkında fikir alışverişi yapamamış örgüt/kişilerin böyle ağır ithamlarda bulunacak seviyede olmadıkları açığa çıkar. Ayrıca; bu manipülasyonu yapan çevre çeperin içinde bulunan bazı arkadaşların, ortaklaşa fiiliyat gösteren çevrenin içindeki bazı dostlarımızla arkadaş olduklarını göz önüne alırsak; harekette ve düşüncede birlikteliği zehirleyen bir olguyla karşılaşırız. Bu durum; mevcut manipülasyonu yapan ve bundan ötesine gidemeyen zat veya örgütün saplandığı yere batmasına sebep verir. Bu-da kimseyi sevindirmez.

Kısacası; Sürekli ulaşılabildiği halde bir defa bile iletişim kurmayan tarafların eylemsel stratejileri birbirini bu derece etkileyecekmişçesine yorumlanmamalıdır. Eğer bir risk varsa, tarafların çeper dostları, eylem stratejisine geçmiş hareketin içindeki organik bağları olan kişileri usulünce iletilmelidir.

“Sosyalist Çerkesler” kastım kimdir, kime hitap etmektedir?

Bunlar, istanbul-sakarya-ankara-mersin-izmir de yoğun emek verilmek sureti ile, Tekirdağ’dan Tokat’a Samsun’dan Hatay’a kadar daha önce organik bağlar kurmuş bazı arkadaşlardır. Bu arkadaşlar, SDP, SYKP, ESP ve BDP içinde daha öncede emek vermiş kişilerdir. Bugün ise elbette HDK-P’nin içindedirler. Bazıları ise daha önce hiçbir partide emek vermemiş (bağımsız sosyalist diyorlar) ancak şartlara göre bütün örgütler ile amaç yolunda ortaklaşa kurmuş kişiler de var. 2 elin parmaklarını geçmeyecek sayıda ise Anarşist, Anarşist Komünist-Kolektivist, Pan-Anarşist arkadaşlarda var. Bunların bir çoğu daha önce birbiriyle organik bağ kuran, hepsinin temel benzeşmesi Çerkeslik üzerinde  yoğunlaşan kişiler. Bazıları daha önce de birlikte eylem yapmakla birlikte (13 mayıs – 25 mayıs: Çerkes Soykırımını Halka anlatma, 31 Mayıs-17 Haziran: Gezi Parkı Direnişi 18 Temmuz – 30 Ağustos: Adalet Yürüyüşü, 3 Ekim- ****: Çerkes Soykırımı Tanınsın İnisiyatifi; Stand açmalar, halka anlatmalar vs. ) gün geçtikçe (HDK-P etkinlikleriyle çoğalan) eylemsel bellekleri çoğalmaktadır. Fikir gelimi artmakta, talepler; amaç hizasında strateji geliştirerek süzülmektedir. Bu arkadaşlar; Kişi, Kurum ve Devletlere karşı bazı talepler oluşturmakta, oluşturdukları talepleri geliştirmekte ve yaşama geçirmektediler. Stratejik önem konusunda mutabık oldukları zaman; bir yoldan somut ortaklık buldukları başka örgütlerle birlikte; sürecin ve amacın hizasında konumlanabilmekteler. Kendilerini konumlandırış biçimleri ise; özgün manifestolarına uygun bir yolla gerçekleşmektedir. Mesela; Sosyalist Çerkeslerin emperyalizme karşı duruşu nettir. Ancak global emperyalist karşı konumuna alternatif yerli emperyal güçleri tercih etmemektedirler. Mümkün mertebe; ikisiyle de aynı uzlaşma tanımaz savaşımı vermekteler. Faşizm konusunda, neyin-neden-nasıl faşist bir düşünce olduğunu analiz edebilmekte, net bir dille bunu ifade edebilmekteler. Örgüt içinde, kimse; sözde soğuk bir kurulun, sözde demokratik bir yoluyla seçilen sözde başkanının her söylediğini mutlak gerçeklik olarak görmemektedir. Bu arkadaşların bütün karar alma mekanizmaları; herkesin eşit derece önerebileceği-eleştirbileceği ve geliştirebileceği biçimdedir. Herşeyden önce, arkadaşların birbirleri arasındaki samimiyet, üst derecede önemlidir. Birbirini sevmeyen kimseler, birbiriyle birlikte hareket etmeye zorlanmamaktadır. Bu karakteri uyuşmaz kimseleri; birbirine dayatan hiçbir unsur yoktur. Örgüt içinde kişi; kime ne kadar yaklaşabileceğini ve eylemsel birlikteliğin neresinde olacağını kendisi seçer. Bütün işleyişi anlatmak çok uzun süreceği için; kısa bir özetle konuyu bu sosyalist çerkeslerin şuan ki konumlanışıyla tamamlayayım;

Bu kişiler, adalet, eşitlik ve özgürlük için, gönüllü olarak bir adalar. Emek ve kimlik mücadelesini de bu süzümlerden geçirip; kendilerinden olsun ya da olmasın herkes için yaşanabilir bir dünyanın inşasında katkıları olsun diye veriyorlar. Bu kişilerin emek mücadelesi; çok kollu ve bireysel farklılıklar barındırmak sureti ile eylemseldir ve sürmektedir. Emek için verilen mücadeleyi kavgalarında ve yaşamlarında taşımaktadırlar. Emek hırsızlarına karşı savaşımı farklı cephelerde de olsa aynı hedefe doğru yürümektedir. Bu kişlilerin en çok bir arada durdukları nokta ise kuşkusuz kimlik mücadelesidir. Kültür Emperyalizmine karşı, devrimci duruşun inşasında, kültürünü egemenlerin kıskacından kurtarmak için mücadele veren tüm kimlik mücadelelerini de sırtlanarak sürdürmektedirler. Bu mücadele içinde, kendi kimliklerini edebildikleri kadar temsil ediyorlar.

Peki! Bu Sosyalist Çerkesler, Kimlik mücadelesinde en çok neyin yokluğunu hissediyor?

Bu sorunun cevabı çok kısa; ‘Bilinçli Muhalefet’

Bütün çalışmalarımıza karşı ezici çoğunluğu 2 ayrı damara ayrılan tek bir zihniyet eleştiriyor. Bunlar aslında birbirinin ikiz kardeşi olmalarına rağmen, kimlik mücadelemizin dışına çıktıkça sanki birbirlerine karşı taraflarmış gibi gözüküyorlar. Onlar istedikleri kadar birbirlerini tamamlayan ve birbirlerini yedekleyen karşı taraflar olsunlar; bizim nedzimizde birler ve aynı amaca hizmet etmekteler. Bunlardan ilki; iliklerine kadar resmi ideolojinin neferleridir. Bu zehir, yıllarca baskıyla-eğitimle-işkenceyle empoze edilmiş şeylerin halklarımız bünyesinde oluştudukları sunni duygularu sömürürler. Ağır ve hafif milliyetçilik türlerinden en az birini, çeşitli kanatlar ya da söylemler ile dayatıp dururlar. Jargonları:

*Bölücülük
*Vatan
*BOP
*Atatürk
*Terörist

gibi kısıtlıdır.

Sloganları ise ; “Yediğimiz *KABA* pislemeyiz.” “Bize *KUCAK* açtılar” gibi aşağılık, kendi halkını ancak bu kadar aşağılayabilecek kadar süzmeleşmiş şeylerdir. Bunlar, cehalet sınırının en üst makamının yegane sahipleridir. Tarihleri bilgileri de cehaletleri kadar karanlıktır. Bunları ciddiye alıp, onlara birşey söylemek şüphesiz idea ötesidir. İyi niyetli oldukları şüphelidir. Yazdıklarınızı anlamaya çalışmadıkları, yaptıklarınızı anlatmanızın imkansız olduğu kadar belirgindir.

İkinci Grup;

Her ilkesel duruşun getirdiği taktik stratejiyi öznenin öbeğinden koparıp, tartışmayı sonsuzluğa çekerek mevcut dinamiğin oluşturduğu enerjiyi sömürür durur. Bunlar aşağılıkta olabilirler, olmayada bilirler. Bu kişilerle konular üzerine oturup tartışılabilir; tartışmanın seyrine göre yerinde analitik tanı konulmalı ve egosu yüksek tepeden bakmacı yaklaşanları ciddiye alınmamalıdır.

Ben ve arkadaşlarım ise, milliyetçilik damarları üzerinde örgütlenmeye kalkan kişi ve gruplarda dahi, ihraç ve empoze edilmiş milliyetçilik, vatanseverlik gibi konularda; kendi halkının geleceği üzerinden bunu yapabilen bilince erişmişleri aramaktayız. Kaldı ki; bu şartlar da dahi milliyetçiliği tehlikeli bir zümre olarak görmekte, ona karşı savaşımızı kimin milliyetçiliği olduğuna bakmaksızın eleştirmekte ve yok etmek üzere mücadele vermekte olacağız. Ama en azından; milliyetçilik ve kavramları ile bize yaklaşan zümrenin, başkalarının aptalları olmasını istemeyiz. Kavramı; tam olarak stabil haliyle yaşayabilmek ve buna inanmak, buna zaman adamak ve mücadele vermek; karşımızda dahi olsa kişinin hakkıdır.

ADALETSIZLIĞE, EŞITSIZLIĞE, ÖZGÜRSÜZLÜĞE; ÇERKESÇE İTİRAZ!

Dil bir halkın kimliğidir ve bu yüzden çok önemlidir. İnsanları halklaştıran şey, onların konuştuğu dilden başka nasıl tabir edilebilir ki… İşte bu yüzden, emperyalizme (yerel ve küresel) karşı savaşımda, halkların eşitliği ve kardeşliği söylemi; farklı dilleri konuşan halkların aynı zalime karşı kendi diliyle karşı koymasıyla somutlaşır. Halkların dayanışması, zalimin zulüm duvarını sarsan yegane silahıdır. Bugün, Fatih Samatya Meydanında gerçekleştirilen Demokratik Halklar Şöleninde, Türkçeden, Kürtçeye, Çerkesçeden, Ermeniceye.. bu topraklarda aynı zalimin zulüm duvarı arasında yok olmaya zorlanan halklar, kendi dilleriyle ortak bir organizasyonda buluştular ve hepsi kendi dillerinde “Yaşasın Halkların Kardeşliği” sloganını paylaştılar. Biz bu savaşın içinde, Zalimlerin zulümüne maruz kalan ve mücadele edenlerin “Çerkesiyiz.” Öyle başını öne eğip, verilene razı olanların değil. Biz, bu dünyanın barış ve huzur içinde yaşamak isteyen “Çerkesiyiz” Savaşlardan kazanılacak kirli zenginliklerin Çerkesi değil. Biz; nerede yaşıyor olursak olalım, vicdanımızı klavuz edinmiş, adalet ve eşitlik talep eden; özgürlük için verilen mücadeleye saygı duyanların “Çerkesiyiz” Başkalarının bekçisi olmuşların Çerkesi değil. İşte bizim kendimizi ifade ettiğimiz “Çerkesliğimiz” ile gurur duyuyoruz. Kendini, belirli çıkarlar için peşkeş çekmişlerin, halkını incitenlerin, yalan atanların ve gerçekliğe karşı hayaller uyduranların Çerkesliğinden ise utanıyoruz.

Biz; Yaşasın Halkların Kardeşliği diye, bulunduğumuz tüm toprak parçalarında bağıran ÇERKESLERİZ! Laf ebeliği ile toplumsal mühendisliğe soyunup, somut hiçbir şey yapamadan, olan herşeyi eleştiren acizlerin ÇERKESLERİ değiliz.

Biz, kendini başka bir şeye satmışların ÇERKESİ olmadığımız için:

Alanlarda adımızı haykırıyor,
Kültürümüz için eşitlik ve adalet istiyoruz.
Kendi dilimizde dayanışma mesajları veriyor
ve kendi dilimizdeki şarkılarımızı paylaşıyoruz.

Biz, “varlığımızı-zalimlerin-varlığına armağan etmeyen” Çerkesler olduğumuz için:

Zalimin tarafında değiliz, karşısındayız.
Mazlumun karşısında değil, tarafındayız.

Birbirimizi anlamamız için aynı dili konuşmaya ihtiyaç duymayanlarız, aynı zalimler tarafından aynı zulmü yaşıyoruz ve artık hep birlikte bağırıyoruz!

YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ

Bizi alanlarda gören diğer halkların mücadele veren satılmamışları seviniyorlar. Bizim Çerkes kalma mücadelemizi omuzluyorlar. Omuz omuza veriyor, faşizme karşı yürüyorlar. Biz soyut söylemlerin aksine somut kazanımları sokaklarda ve mücadele buluyoruz. Biz az konuşuyor, çok çabalıyoruz ve ezilen tüm kimliklerin dayanışmasını ilmek ilmek örüyoruz.

Bizim sesimize yabancı sahneler, sesimizle tanışıyorlar. Bizim sesimize yabancı insanlar sesimizle haykırıyorlar bizimle.

Sesimiz, zalime karşı sesin yükseldiği ve tüm halkların eşitlik, adalet ve özgürlük istediği sahnelerden, sokaklara yayılıyor. Artık Çerkesçe, zalime itirazın bir dili oluyor.

…ve sesimiz baskıya, asimilasyona, saldırılara karşı; dayanışmanın yerinde safını alıp mücadelemize can veriyor ve tüm sokaklarda, tüm meydanlarda haykırılıyor: YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ!

…kavgamızı hayatımıza taşıyoruz ve halkımızın hayatının hapsolduğu yerlere ışık zümreleri olarak düşüyoruz. Karanlık var, karanlık yırtılacak! aydınlık saracak halkımızın yarınını.

Hep birlikte, özgür geleceğe..

Bugün çok önemli bir gündü.

Halkların Demokratik Partisi – Kadıköy İlçe Teşkilatı – Dayanışma Gecesi – Maltepe Çerkes Derneği Başkanı Murat Özden’in konuşmasından bir kesit.

Bugün Çerkes toplumu için tarihi günlerden birisiydi benim için.  Bugünü not ettim bir kenara, kuruluşundan bu yana en az diğer halklar kadar baskı görmüş ve neticesinde asimilasyonun en bariz işlediği toplumlardan biri olan Çerkeslerin, diğer halklar ile birbirine somut nüfuz edişine gözlerimle şahit oldum. Yani o ki; kişisel düzeyde mutlaka dayanışma içerisinde bulunan arkadaşlarımız vardı, biz onlarla bir masaya oturduğumuzda hep toplumumuzu ya da en azından bir kısmını temsil eden yapı ve kurumların diğer halkların omuz omuza verdiği mücadelelerdeki yoksunluklarını konuşur, dertleşirdik. Bugün, Caferağa Spor Salonunda (Kadıköy/İstanbul) elbette çok fazla görüştüğümüz Çerkes arkadaşlarla gözgöze gelip, mutluluktan ve gururdan gülümsedik. İşte bu gururu bize yaşatan, Maltepe Çerkes Derneği Başkanı sayın Murat Özden idi. Şimdi klavye başında, aklına geleni yazanları unutun, şimdi buna yazılacak şeyleri de unutun. Şimdi sokaklarda bir defa bile olsun göremediğimiz kişileri unutun. Şimdi konuşulanları unutun. Nüfuzumuzu, dayanışmamızı ve kardeşliğimizi konuşun. Türkiye’de Çerkesler de var ve Çerkesler de kendi haklarını, kendi dillerinde isteyecek; şimdi buna odaklanın. Bunu biz istemişiz, bizden başka biri istemiş hiç önemli değil; halkların gelecekleri örgütsel veya kişisel egoların çok üstündedir. Bunu siz isteyin.. bunu her bir yerde, her örgütte, her çalışmada söyleyin. O sahneye kimin çıkıp çıkmadığı hiç önemli değil, o sahnede ne konuşulduğu ve ne mesajı verildiği çok önemli, buyrun bu sahneye siz çıkın ve böyle bir mesajı siz verin. Biz sizin o sahneye çıkmanız için elimizden geleni yapmaya hazırız.

Yaşasın, dayanışmamız!
Yaşasın mücadelemiz

Mücadelemiz halkların omuzlarında yükseliyor!
Mücadelemiz sokaklara dökülüyor..

ya TARAF ya da BERTARAF!

Dünya hızla değişiyor, bu değişimi ise tarafımızı netleştirmek için takip etmekten başka bir çare yok. Taraf olmaktan başka da bir çaremiz yok; ancak hangi tarafta olacağımıza kendimiz karar vermeliyiz. Bizim adımıza karar vermek isteyen de çok, bizim adımıza karar vermek isteyenlere, bilinçli-bilinçsiz bir çok kişi destek veriyor, eğer bu destek bir suç ise bu desteğin en büyük suçlusu ise biziz, başkası değil. Destek verenlerin çoğunluğu, sistemin yedeğine alıp tembelleştirdiği yığınlardan başkası değil. Ancak şurası bir gerçek ki; değişen dünyada sistemin yanında ya da karşısında, radikal ya da yumuşak olarak birileri bizim adımıza bir tarafın içinde varlar. Taraflar, argümanlarını seçip, jargonlarını kuşanırken gerçeklik-biriciklik ve önceliklerine göre taraflarıda kendi programlarını sürdürmeyi de icra ediyorlar. Kim ki; salt bir şekilde kendi halkının dışına çıkmayan bir gerçekliği kuşandığını söylüyorsa ya çok iyi niyetli olarak birileri tarafından kullanılıyordur, ya da kötü niyetli olarak birileri ile işbirliği halinde halkı adına (bir kısmı dahi olsa) halkından birilerini bir tarafa yedekliyordur. Bu taraflaşma da hangi tarafta olduğumuz kişiseldir, ancak çoğunluğun yani irademiz denilen kısmın desteklediği tarafın doğuracağı sonuçlar ise toplumsaldır. Burada; çoğunluğumuzun desteklediği taraf ile temasta olan zümrenin gerçeklik-biriciklik ve öncelikleri; halkımızın yarına neleri kazanarak ya da neleri kaybederek varacağını gösterecektir. Burada önemli olan, değişen dünyayı takip ederek davranmaktan ötesi değildir.

Ancak sevgili dostlar!

Değişen dünyanın analitiği, toplumsal vicdan ve insanlık değerlerimiz tarafından süzeklenmeli; kısa vadede büyük umutlar ile ortaya atılmış ve kısmi kazançlar için uzun vadede büyük sorunlar doğuracak hareketlerden uzak durulmasında fayda var. Kuşkusuz ki, her kesimin içinde dinamiğini değerlendiren insanların tecrübesi konuşuyor. Bu potansiyel dinamiği, sokaklara taşıyan arkadaşlarımızın ve sokağa taşan hareketlerimizde dinamiği oluşturan kişilerin kararları, taraflarını belirginleştirirken.. özneleri değişen fakat yolları pararlel diğer hareketlerin tarihsel tecrübesini referans almadıklarını görüyoruz. Önceliklerimizin arasında, insanın doğası gereği ruhunu okşayan şovanist deyimler ve argümanlar sıkıştıran ve bizi bu bilinçsiz ruh okşamasına sevk edenler; büyük umutlar bağlanan söylemlerin toplumumuzda yaratacağı yıkımın risk analizini çıkaramıyorlar. Aslında gerçeğe; tüm hayallerin de ötesinde bakıldığında tarihimizde yatan şovanist söylemlerin bizi, o an içinde bulunduğumuz durumda motive ederken, yarında ettiği motivasyon kadar hayal kırıklığı getirdiğini de göreceğiz. Bu yüzden analitik değerlendirmelerimiz, herşeyden önce bilimsel ve elbette daha sonra toplusam vicdanımız, insanlık değerlerimiz gibi süzeklerde şekillenmelidir.

Bugün, herkes elindeki kozu iyi biliyor. Dışarıda bir yaşam, yaşamın bizi sıkıştırdığı biricik hayatımız ve sorumluluklarımızla meşgulüz. Bu sorumluluktan bir nebze ayrılabilen zümre; dışarıda senaryosu kurulan yarının çamurunu eline alıp şekil vermeye kalkıyor. İşte eline yarının çamurunu alabilen zümre; halklara ve inançlara göre onlarca kategoriye ayrılamıyor, o zümre de çok taraf yok, iki taraf var arkadaşlar.

1NCİ TARAF;

Bu taraf kısaca, yaşama biçimi olarak kazanmayı ve çıkar ilişkileri üzerinden yaşam inşa etmeyi alışkanlık haline getirmiş taraftır. Bu tarafın içinde ki insanlar; sırf çıkarları uğruna iki ülkenin askerlerinin birbirlerini gırtlakladıkları savaşları çıkaracak kadar alçaktırlar. Dünya halkları tarafından EMPERYALİSTLER olarak adlandırılıp, bir çok alt kanada bölünürler. Her kanadı kirlidir, fakat bütün kanatlarında pisliklerini; toplumların inandığı en kutsal değerleri de kirleterek örterler. Bu tarafa hizmet edenlerin söylemleri bellidir; buna inanan geniş zümre; milliyetçilik ve vatanseverlik üzerine kurulu şovanist bir hayal dünyasının içinde hapsolmuştur. Bu kişilerin o söylemlerin ördüğü duvarlardan sıyrılıp diğer düşünceleri samimice sorgulamaları çok zor olur. Bu tarafın içinde inanmışlar çoğunluktur, ancak bu taraf adına karar verenler; inananlara nazaran çok azdır. Ancak eğitim ve tarihe sürekli kendi söylem ve argümanlarını yedekleyerek süreklilik arz edecek bulaşıcı bir akıl hastalığını yaşamın her alanına taşımaya çalışırlar.

Bu tarafın SINIFLARARASI ilişkileri basittir; Bu tarafta; tüm kanunlar salt alt sınıfa teneffüz ederken üst kısım için aslında yazılı olmayan başka kanunlar da uygulanabilir. Defalarca yaşanmıştır. Bu tarafı ayakta tutan yegane duygu; düşmanlıktır. Neden mi? Çünkü sürekli barışı ve refahı getirmeyi vaadetmek için sürekli bir düşman yaratmak gerekir. Bu taraf; kirli silahlarıyla meşhurdur ve bu kirli silahlarını, sürekli bür düşman tehlikesiyle karşı karşıya kalacağımız gerçeğiyle yarına taşır. Aslında bu tarafın tek bir düşmanı vardır; o’da halk.

2NCİ TARAF;

Bu taraf kısaca, insancıl varlığını kendi rengi ve kokusuyla korumak için, kardeşçe ve insanca yaşanabilir bir dünya istemektedir. Bu taraf 1nci tarafın sürekli saldırısına maruz, savunmaya muhtaç taraftır. Genel yığınlar bu tarafın savunumlarına odaklanmıştır. Saldıran tarafı görmezler. Bu yüzden genelde; düşman bu tarafın içinde gösterilmektedir. Oysa bu tarafın silahları; genelde başkalarının elindekini zorla almaktan, başkalarını sömürüp zengin olmak için kullanmaktan öte; kendini sömürmek isteyenlere karşı kullanılmaktadır. Savaşlarda ölenler; her kimin askerliğini yapıyor olurlarsa olsunlar çoğu kez bu tarafın evlatlarıdandır. Savaşlara zengin olmak için katılmamaları, zorunlu kılınmaları genelde bu tarafın genel göstergesidir. Bu taraf KABUL ETSİN YA DA ETMESİN EZİLENLERİN TARAFIDIR. Bu tarafta bulunan, tarafını bilen kişilerin genel söylemi; Eşitlik, Kardeşlik, Barış ve Umuttur. Bu tarafın başka bir halka dili,dini,rengi için küfretmediği aşikardır. Bu tarafın elinde tuttuğu silah, kendini savunanların silahından başkası değildir.

Bu tarafın SINIFLARARASI ilişkileri basittir; Bu tarafta; tüm kanunlar onları yok etmek üzere kuruludur. Hatta bazen kanunlarda olmayan baskılara bile maruz kalırlar. Defalarca Yaşanmıştır. Bu tarafı ayakta tutan yegane duygu; dostluk ve dayanışmadır! Neden mi? Çünkü başka hiçbir şeyi yoktur. Çünkü tüm eğitim kurumları karşı taraf tarafından işgal edilmiş, tüm iletişim kanalları karşı tarafa hizmet etmektedir. Genel yığının önüne atılmış teröristlerdir bu tarafın savunanları. Genelde üretilen düşmanlar hep bu tarafın savunucularıdır. Ama bu tarafın tek düşmanı EMPERYALİZMDİR.

Değişen dünyadaki pozisyonumuz; insan ilişkilerimiz henüz tam olarak kontrol altına alınmayan yaşamsal içgüdülerimizle ve elbette mantıkla alınacaktır. Bu durumun bir tarafsızlığı söz konusu değildir. Artık pek seçenecek kalmamıştır ya bir TARAFIZ ya da BERTARAFIZ. Ya kendi adımıza kendi halkımıza isteyeceğiz. Ya da bizim adımıza, halkımıza reva görülen YOKOLUŞU yaşayacağız.

olduğumuz tarafın tek sorumlusu da biz olacağız.

Güçlenecek ve güzel bir dünyada savaş olmadan, pislik olmadan yaşayabileceksekte biz yapacağız.
Giderek eriyen bu yok oluşu görmezden gelip, pisliğin ve savaşın aleti olacaksakta biz yapacağız.

ya TARAF olacağız
ya da BERTARAF..

ancak her iki durumun da kararı; halkımızın ortak iradesini yansıtacaktır.

Yoldaşlara…

“…sabahları erken kalkıyor, geceleri geç yatıyoruz.”

Kişinin kendini düşünebilmesi, kendi adına karar verebilmesi, ihtiyaçlarına kendi karar vermesi, ihtiyaçlarına kendi çözüm araması… kendi yaşamıyla ilgili, kendi geleceğini kendi başına ve hiçbir müdahaleye, direkt yönlendirmeye maruz kalmadan yapabilmesi çok önemli şeylerdir. Hatta, bu önemi o kadar yücelteyim ki; ‘bu özgürlüğün en temel yapı taşıdır’ bile diyebileyim size. Bununla ilgili; düşünsel anlamda, bunu sürekli konuşanlara neden itiraz edeyim? Bir kişinin, neyi yaşamak istediğine karar vermesi, bunun için kendine ihtiyaç gördüğü şeyleri edinmesi, programlı ya da doğaçlama olarak istediği yaşama doğru yürümesi beni neden rahatsız etsin? Zaten beni rahatsız eden şey; neyi nasıl yaşamam gerektiğine karar veren, yaşamın en temel ihtiyaçlarını bile verdiği bu karara oturtan ve kendini bana sürekli dayatan şey değil mi? Benim, sizin gibi düşünmediğimi söylemek kadar kırıcı bir durum yok. Ben kişinin, kendi edinebildiği bilincine saygı duyuyorum ve bu anlamda; her ne kadar uyuşmazlıklar barındırsa bile, kişinin benim yaşamımı etkilemeyeceği herşeyi onaylıyorum. Ancak sorunun kökeni de sanki burada başlıyor. Çünkü; kişi kendi başına karar alımını bana zarar vermeden ne kadar yapabiliyor? Onun, yaşantıma etkisi ne ve neyin benim ihtiyacımı gidermek için çözüm olmadığına, benim çözüm olarak gördüğüm şeyin yanlış olduğuna nasıl karar veriyor? Bunu hangi tarafa dayanarak yapıyor? Bunu hiç tartışıyor mu acaba içinde? Yoksa, kendini ve bilincini kutsalı sayarak; neyin kaderini(*1) değiştirecek olursa olsun yapmayı özgürlüğü sayarak, kaderini değiştirdikleri için hiçbir sorumluluk duymak istemiyor olabilir mi? Sizce kişinin, (her kişi olabilir) özgürlük gibi bir kavramı kendine merkezleştirip; merkezinden dünyadaki diğer kişilerle olan etkileşimini sadece kendi özgürlük algısıyla yorumlaması doğal mıdır?

Bu soruların çıkaracağı cevaplardan çok, yeni sorular sordurtacağını düşünmekte benim biriciğimin gerçekçiliğidir. Gerçek; içinde bulunduğumuz durumun somut tahlilleri üzerine oturduğu zaman; günün en büyük sorununu oluşturan şeyin; kişinin kendi inisiyatifinin bütün kişilerin inisiyatiflerine rağmen kendi penceresinden düştüğü durumun bugün oluşturduğu alışkanlık hastalığıdır. Bir gerçekte yaşıyoruz, her ne kadar insanlığın gerçekliği olduğuna inanmasak bile, bizi içinde bulunmaya mecbur eden, dışına çıkmayı pek tecrübe edinemediğimiz; somut, dayanmış ve bastıran, hayatımızın her alanına kast eden ve hayallerimizi vahşice sömüren, içinde yaşadığımız yalandayız ve onu gerçek gibi yaşamak; inkar etsek bile maalesef ki kaya gibi ağır bir hakikat. Yaşamamız dayatılmış bu yalana bir hakikat gibi davranmak zorunda kaldığımız ise kim ne derse desin içinde bulunduğumuz durumun en nazik tarifidir. Birbirimizi kandırmadığımız için, vaadlerde bulunmadığımız için ve hepimiz özgürlüğün nerede bulunabileceği konusunda hemfikir olabildiğimiz için yanyana değil miyiz? O zaman yoldaşınız olarak size gerçeği tarif etmekte, yoldaşlarım olan size karşı bir öz sorumluluğumdur.

Bu yüzden derim ki;

Tarihin özgürlük için çarptığı zamanlarda, bizim bugün onlardan aldığımız ilham taşıdığımız kavgamızın değerini iyi bilelim. Çünkü özgürlük arayışımızın tarifini ve savaşını vermiş olanlar sayesinde bugün kendimizi bir araya getiriyoruz. Kendi içinde bulunduğumuz ve düşmanımız tarafından sürekli manipüle edilen suyumuzu berraklaştırmak, anlaşılabilir kılmak ve neyi neden ve nerede-nasıl talep edeceğimizi anlatabilmek; hayalini kurduğumuz yarına doğru bir adım daha gidebilmekten başkası değildir. Her birlikte oluşumuzda, birlikte başlayan tartışmalar ve birbirini tekrar eden deyimler; bizi özgürlük için aradığımız çözümden uzaklaştıran şeyler olmamalıdır. Tartışmalar, konuşmalar elbette doğal, fakat doğal olmayan şey; bunca tartışmanın bir sonuç doğuramaması değil mi?

Bugün, sayfalarından sözler paylaştığınız ve makalelerini dilinden düşürmediğiniz insanların; bugüne uzaklığı ve bu uzaklığın anlaşılmazlığı kabul etmelisiniz. Düşmanımız, kavgamızdan korkuyor! Biliyor ki; onu yok edecek olan biziz. Bizi birbirimize karşı anlaşılmaz kılmak istiyor ve asla bitmeyecek bir fitneyi aramıza aşılıyorlar. Bunun adına her ne denirse densin; ki bugün sözde kendini bireyselci anarşistler olarak tanımlayan ve anarşist kolektiflerin ve örgütlenmelerin birlikte hareket etme duyularına saldıran; birlikte hareket etmeyi doğru bulan yoldaşlarımızın kafasını karıştırmaya çalışanlar da; bu fitnenin kendi organik ağlarımıza gelmesine bilinçsizce hizmet etmektedirler. Defalarca rastlamama rağmen ve iletişim kurmaya çalışmalarıma rağmen; kendi sesi dışındaki bütün seslere kapanmış kulakların ardında, kimin ne istediğine kendi karar verip, buna gerçekmiş gibi inanan arkadaşlar, her ne kadar anlık organize olabilen yapılaşmaların içinde fiziken bir sayı teşkil etselerde; inancımızı söyledikleri ve kendi söylediklerini bile dolaylı inkar etmeleri yüzünden; kendi içlerinde neyi istediklerine karar veremeyişin inanılmaz birer baş ağrısını çekere, bu ağrıyı kendi akıllarından, kolektiflere taşımaya devam etmekteler. Bu yaptıkları, bazı anarşist teorisyenlerin makale ve sloganları ardına sığdırıp gerçekliğine; kendi inkar ettikleri yolla bizleri de inandırmaya çalışıyorlar.

bizim paradokslar üzerine kendimizi tüketeceğimiz vaktimiz yok. Kimsenin efendisi olmak istemiyoruz fakat kimsenin kölesi olmakta istemiyoruz ve kölesi olmaya zorlandığımız bir yaşam içinde doğduk; savaşıyoruz! Düşman müfrezelerini oluşturmuş ve bize saldırıyor. Direnmek için bir barikat kurmalıyız. Bu barikatı savunmalıyız, şimdi susmaya da hakkımız yok; konuşmaya da.. ikisini bir arada oluşturmalıyız.

Sochi; Geçmiş-Gelecek


Yaşamın bizi taşıdığı yerdeyiz. Tarihimizin kırım noktası olan 1864’ü, Umutlarımızın süsü iken, halkımızın mezarına çevrilmiş Sochi’yi ve bizi acımasızca savuran Savaşı da unutmuyoruz. Gerçeklik ve duygusallık ikilemindeyiz. Robot değiliz, farkındayız. Duygusal davranabiliyoruz fakat bu duygusallığı hayatımıza endekse edemeyiz. Duygusallığımız geçmişten beslenirken, gerçekliğimiz geleceğimizi inşa ediyor olacak. Bu yüzden şurasını iyice anlamalıyız ki; ne duygularımızı söküp atabiliriz içimizden, ne de duygularımıza esir olup geleceğimizi risk altına alabiliriz; tek bir yol var! Geçmişi unutmadan, geleceği planlamak!

Ölenler; boyun eğmediler diye öldüler… boyun eğmediler, çünkü; özgür yaşamak istiyorlardı ve inanır mısınız bilemem ama, ölene dek özgür yaşadılar ve özgür insanlar olarak öldüler. Bize bu savaşı kazanacak bir erk, silah bırakmadılar ; çünkü onlarda yoktu.. bize sandıklar dolusu altın, kutular dolusu para bırakmadılar, çünkü onlar da yoktu. Ancak, hiçbir erkin zaptedemeyeceği ve hiçbir altının satın alamayacağı o şeyi bize bıraktılar.. çünkü onlarda vardı o, asla teslim etmedikleri ve asla yolundan dönmedikleri bir şeydi; ÖZGÜRLÜK RUHU.. işte kara tarihimize tanıklık eden karadenizin rüzgarında kulağımıza taşıdığı fısıltı da bu.. bize öylesine kesin, öylesine gerçekle konuşuyor ki karadenizin fısıltısı; “İyi dinleyin beni” diyor ve “Hiçbir gücün, hiçbir baskının ve şiddetin teslim alamadığı ruhu dinleyin, bu ruh ki; sizin yüreğinizden ve aklınızdan sökülmedikçe; hiçbir şekilde esir olmayacaksınız. Herşeyin bitti dendiği noktada, yeniden varolmanın ne olduğu; dosta-düşmana göstereceksiniz” diye devam ediyor.

Sochi’de olimpiyat yapabilirler-yaptılar-da! Devam da edecekler buna.. Çünkü devlet, ahlaksızlığın ve savaşın kendisidir. Rusya da bir devlettir. Kendi içinde, kendi eğitim adı altında aşılağıdı şeylerde, kendi altında ezilen işçilerine diyor ki; “Ben güçlüyüm. Korkun benden” Bunu bize de söylüyor. “Sizin tarihinize kıydım. Sizin yaşamınıza kıydım ve sizi dağlarınızdan çıkartıp çöllere kadar yollattım. Öldürmekle bitmediniz. Kalanlarınız şu gücüme tanık olsun ve haddini bilsin. Ben bugün, tekrar; size yine aynı acıyı yaşatacak güçteyim. Sochi’de kanıtımdır.” diyor. Biricikliğinin temelini, kana ve vahşete; baskıya ve dayatmaya oturtup; “Bu topraklarda, benim istediğim herşey olur” diyor ahlaksızca. Uluslararası özgürlük istemine de şunu iyice gösteriyor ki; bir devlet; savaşın en acımasız olduğu yerde, barışı temsil eden olimpiyatları kullanacak kadar yalancı, göz boyayıcıdır. Biz Çerkesiz ve İnciniyoruz tabi, bu yaşamın insancıl refleksidir. Biz-de bu insancıl refleksimizin kalbimize bıraktığı acıya karşılık tepki veriyoruz. Tepkimiz kronikleşiyor sonra, sonra iyice sıradan bir şeye dönüşüyor bizim için. Aslında şurayı unutmayalım; sochi sıradan bir kent değildir. Rusya sıradan bir olimpiyat düzenlemedi. Biz sıradan bir eylem yapmadık. Sochi bir soykırım toprağıdır ve özgürlük ruhu taşıyan Çerkesyalılar tarafından, canları pahasına savunulmuş Çerkesya’nın işgaline, soykırımın fiziksel bütün belirtilerine tabidir. Rusya, biraz yukarıda bahsettiğim gövde gösterisini yapmış, savaşın en acımasız olduğu bir kenti barışı temsil eden bir organizasyona ev sahibi yaparak; dünya devletleri için; savaşın ve barışın ne kadar oryantal olduğunu göstermiştir. Hiçbir şey sıradan değilken ve olimpiyatlara hayır eylemleri de kaynağını buradan alırken, çirkinliğine tanık olduğumuz devlet rusyası bu olimpiyatları yapmıştır. Buna karşı da kaynağını buradan alan, olanı kınayan eylemler yapılmıştır. Bu süreçte biz; uyuyan bir halkın ayağa kalkan bazıları olarak eylem yapma refleksimizi ve tarzımızı da oluşturduk. Şimdi aylarca ve yıllar kendimize sochi’yi anlatıp, sochi üzerinden dirilen halk tabakamızı sürekli sochi üzerinden eyleme besleyemeyiz. Sochi; bizim için acı Rusya için yüz karası olarak tarihe ikinci defa yazılmalıdır ve tarihte, ait olduğu yerde yerini almalıdır (Geçmişte) Bizler de, yaşayan ve organik bağlantı kurabilen Çerkesler olarak, kültürümüzü, dilimizi ve bizi biz yapan herşeyimizi canlı tutacak birşeyler yapmalıyız.

Geleceği tesadüfen değil, planlayarak yaşamalıyız. Plan-programlarımızı organize etmeli ve geleceği bu organizasyona uymaya zorlamalıyız. Bunun için eylem göstermeliyiz.

Tabi herşey olurken, geçmişimizi de asla unutmamalıyız.

Çerkes Soykırımını artık dışarıya anlatmalıyız. Halklarla birlikte (Türk, Kürt, Arap, Laz, Alevi,  Sunni, Dinsiz, Hristiyan) halkımızı temsilen, halkımıza hitap eden, halkımız adına konuşan ve isteyen olmalıyız.

dünya anadil gününde, konuşamayan anaların hatrına!

Bugün dünya anadil günü yoldaşlar!

Tarih ile yitip biten ve tek konuşanı kalmayan ölü dilleri bugün teker teker selamlamalıyız ve hala konuşulabilen, bu fırsatı olan dillere de sarılmalıyız. Bugün anadil günü, bugün diğer dilleri kendi adlarıyla selamlamalıyız. Neşe günü değil, sevinç günü değil çünkü hala öldürülen dillerin var olduğunu bilmeliyiz, katillerin failleri teker teker öldürdüklerini ve öldürülen dillerden sonra sıranın bizim dilimize geleceğini de idrak etmeliyiz! Bugün, kardeş halkların kendi dilini konuşmasını kucaklamalı ve dosta-düşmana şu mesajı vermeliyiz: BİZİM KAYBEDECEK BİR DİLİMİZ KALMADI!

…fakat yoldaşlar;

hangi dili konuşuyor olursa olsun; şehrin ve kırsalın en izbe köşelerinde; yaşamın en zor sanatını icra eden, kire, pise, haksızlığa rağmen-
-acıya, kana ve savaşlara rağmen hala dönen bu dünyada, hala insan yetiştirmeye devam eden ANA’lar; BABA’lar tarafından işkenceye uğratılıyor.
Bu BABA’ların ve zihniyetinin sona ermediği her gün; ANA’dan başlayarak, inananlar için VATAN, inanmayanlar için KARA.. DİLlerimiz hep tehlikedeler.  Çünkü bu melun babalar, vahşi bir sistemi yaşama önce kadının bedeninden, sonra doğanın yüreğine değin her yere dayatarak, baskı ve şiddetle geçirdiler. Başka halkların analarına dillerini unutturdular, silahı icat edip; evlatların canına kıydılar ve ölen evladı arkasından, anasının hangi dilde ağladığına hiç bakmadılar.

Bugün, Dünya ANAdil günü; ağzını açıp tek kelime edemeyen analarımızın da günü..
bugün kutlanacak gün değildir kurtuluşa kadar.
bugün analarımız için,
ana dillerimiz için dövüşeceğimiz gündür..

Sadece doğa değil, biz de kirleniyoruz.

Sadece ağacın, kuşun ve böceğin hatrına değil; yanılgısına kapıldığınız benliğinizin aşkına da sahip çıkın yaşama. Canlılık birbirine paranın, sermayenin, iş gücünün, rahatın ve huzurun, bolluğun ve çokluğun bağlarıyla değil, organik bağlarla bağlıdır. Bu organizmanın hastalanan bir parçası, sadece ona temas eden organları değil, onunla birlikte olan bütün organları hastalandırır. Şu gerçek gözünüzün önünden asla yitmesin; bizler dünya denen bu canlının parçasıyız. Herşeyle birlikte; bu canlının kendini yaşatan ve kendini yaşatırken bize de sunan parçasıyız.. eğer kanserli gibi hareket edip, bu canlının yaşam devrelerini geleceği gözetmeden zehirlemeye devam edersek, kanserimizi durduramaz ve canlının her yerine aynı pislikle bulaşırsak, kendi yaşamımızı da tehlikeye atacağız. Bunu görmek için okullar okumamız gerekmiyor. Bunu anlamak için kitaplar yutmamız da gerekmiyor. Zifiri cehalet dönemine sırtımızı dayamış, mecburi aydınlık çağına şahitlik ediyoruz artık; artık biliyor ki, zehirlediğimiz gökyüzünden uzakta değiliz, gökyüzünü ciğerimizde tutuyoruz. Zehirlediğimiz su kaynaklarının dışında değiliz, bütün sular bedenimizde akıyor. Yediğimiz bitkilerin dışında değiliz, onlardan alıyoruz ve onlara veriyoruz. Yaşam her ne kadar dışsal algımızın önüne serilse bile, organik biçimde hayatımızın içine de giriyor. Sadece gökyüzünü, suyu ve toprağı kirletmiyoruz! Kirlettiğimiz kadar da kirleniyoruz..

Lütfen, sadece ağacın ve kuşun değil; yaşamın hakkı için duyarlı olun. Sadece doğayı değil, kendinizi de korumak için uyumlu yaşamayı arzulayın. Sadece doğayı kirletmiyoruz çünkü, doğayla birlikte kirleniyoruz çünkü bunu anlayın.

Çocuklarınıza reva gördüğünüz kanserli bir dünyada, acılı bir hayat olmasın.

Sağlıklı bir yaşam için, uyumlu bir canlı olmayı öğrenin. Doğayı ve yaşamı kirletmelerine izin vermeyin.

gerçeklik ve faşizm

Sevgililer, gerçek öylesine acımasızdır ki ‘yalancının’ kim olduğunu sormaz.. Enternasyonaldir gerçeklik.. ve bazı gerçeklikler öylesine biricikleşmiştir ki; onun felsefi bir ‘dışa akımı’ ve ‘başka yorumu’ yoktur! Sadece kendisi vardır; olduğu yerde, ağır ve acı verici olarak tarifini iyi yapar.. İşte FAŞİZM’de bu gerçekçilik tanımı içindedir. Türkiye’de küçücük bir zümre dışında kendine faşist diyeni pek azdır aslında, ancak Türkiye’de faşist olmadığını iddia eden on-milyonlarca faşist yaşar. Onların kendilerine ördüğü hiçbir mazeret, hiçbir söylem akıla hitap etmez.. Onların kendilerini olduğu gibi kabul etmesi-de zordur. Faşizmin pek çok özelliğini bünyelerinde taşırlar ve faşist olduklarını anlamazlar. Bunları pek uzakta aramayın, çok yakındadırlar aslında; hepimizin evinde, çoğumuzun odasında bile.. ve hatta yine azımsanmayacak kadar çoğu-da aynanın karşısındadır bunların; öyle gözünüzü uzaklara dikmeyin hemen! Kendinizle tanışın..

Kimileri barikatlar-da bu arkadaşların,
kimileri sokaklar-da
kimileri açık açık faşist
kimileri ise gizliden gizliye!
kimi bilir, kimi bilmez
kimi ise inkarcıdır..
kimileri mutfakta; kasaptalar

bir annenin yavrusunu öldürüyorlar kimileri,
kimileri bu ölümden pay alıyorlar
kimileri onu anne-yavru saymıyorlar.

herkesin bir bahanesi var;

kimi; Türkiye’yi böldürmeyecekmiş
kimi; sağlık için yiyecekmiş..
kiminin de parası yokmuş, çaresizmiş..

kimine göre; kadın susacakmış
kimine göre; herşey bizim içinmiş
kiminin hiç görüşü yok..

#milyonlarcafasist e…

bir kedi için dövüşeceğiz, bir köpek için, bir dana için..
bir adım geri durmayacağız..
ne insandan,
ne hayvandan asla vazgeçmeyeceğiz!
bugün hayvan ölümleri için susanlar,
hayvan katliamına adalet istiyoruz diye kızanlar iyi bilsinler!
işkenceyle öldürülmüş bir kedinin hakkını arayamayan,
öldürülmüş insanın hakkını da aramazdı;
ucunda politika (bir çıkar) olmasaydı..!