Siyasi Temas ve Örgütlerarası ortaklaşma

Eminim ki, içimizde kendini gökte görüp herşeyi bilen birileri hep var olacaktır. Bunun tarafları değişebilir, tarafları mühim değil; deli de bizim delimizdir, aptal da bizim aptalımızdır.. nihai olarak düşünüldüğünde; öbeğine oturduğumuz kimlik ve sınıfın hangi yönle gelirse gelsin kazanımına ve kaybına mecburi ortağız. Birbirini karşısına almış ve tribünlerine oynayan düşüncenin oyuncağı olmadığımızı sanıyorum. İlkesel olarak bakıldığında mutlaka kişilerimizden, örgütlerimize değin farklılıklarımızın olacağını en başta kabullenmeliyiz.  Fakat bazı konularda netleşmeli ve samimileşmeliyiz. Muallak kalan herşeyi karşılıklı olarak sabitlemeliyiz, bu bir zorunluluktur.
Netleşmemiz gereken zaruri konuların listesi çok net;

Biz, kimlik etrafında toplanan bir örgütlülük müyüz ve hangi kimlik etrafındayız? Kimliğimizin, mevcut bulunduğumuz ve faaliyette olduğumuz yerlerdeki diğer kimliklerle ilişkisi nedir ve nasıl olmalıdır? Burada acaba bir hata içerisine düşmüş müyüz, hata içerisine düşülebilecek riskli konular nedir?

Mesela;
A- Çerkes kimliğimiz bizim için tam ve net olarak neyi ifade etmektedir? Çerkeslik eksenli oluşturduğumuz “içselleşmiş taleplerimiz” ne kadar kapsamlı ve detaylı? 
A1- Çerkes kimdir?
A2- Çerkesce nedir?
A3- Çerkes Soykırımı neyi ifade etmektedir?
A4- Çerkesya neresidir?
A5- Çerkes içsel taleplerimiz nedir?
A6- İçselleştirilmiş Çerkes Taleplerimizi oluşturan toplantıların tutanakları var mı?

B- Çerkes kimlikli yapılaşmamız, diğer kimliklerle politik olarak uzlaşırken hangi elekleri referans almaktadır?
B1- Yaşadığımız coğrafyanın baskın ulus anlayışı
B2- Yaşadığımız coğrafyanın ezilen ulus anlayışları?
B3- Batı Demokrasisi?
B4- Kendi Kimliğimizin tarihine dayalı tecrübe?
C- Çerkes kimlikli yapılaşmalarımız hangi ideolojik donanımları barındırmalı?
C1- Milliyetçilik (Diasporası olduğumuz ülkenin)
C2- Milliyetçilik (Xeku’ya dayalı)
C3- Vatanseverlik (Diasporası olduğumuz ülkenin)
C4- Vatanseverlik (Xeku’ya dayalı)
C5- Sosyalizm (Enternasyonal)
C6- Sosyalizm (Lokal)
C7- Liberalizm
ve işin esası, yukarıdaki sıralamalar kimliğini öbekleştirdiğimiz örgütleşmelerimizin bunları kaçamak tutmak yerine; açık ve net şekilde söylemesi gerekiyor. Mesela; C2 ile C5’i UKKTH ile bir arada durabilir mi? ama C6 ile C2 arasındaki çatışmalar öngörülebilir mi? C6 ile C5 arasındaki benzeşme ve ayrışma nedir? Peki bir kimlik ile bakıldığında bile C1 yada C2 ekseninden ne kadar sıyrılmışça diğerlerine adapte olabilmekteyiz.

Tabi C ile başlayan maddelerden önce, A ve B ana ve alt maddeleri üzerinde örgütlerimizin birbirine netleşmeleri gerekiyor. C maddeleri üzerine örgütlerarası tartışma platformları ancak A ve B maddelerinin netleşmesiyle oluşturulabilir.

1 Mayıs ve 21 Mayıs; Tarihsel izlerine uygun biçimde anılmalı

Bizler, her ne kadar birinci enternasyonalin yaptırımlarıyla haksız yere ötelenenlerin ışığında Haymarketi dişimizle, tırnağımızla, canımızla ve kanımızla var etmişsek bile; Uluslararası Emekçi ve Dayanışma gününü zalimlerin zulmüne karşı zulüme başkaldıranların ideolojik kimliğine bakmaksızın dayanışmayla karşılamalıyız. Benim şahsi eğilimim, sınıf hareketinin içinde konumlandığım yerde zalimin bütün var ettiği gerçekliğe saldırarak; poposunu haymarket şehitlerinin kanlarıyla rahata ulaştıran işbirlikçi uzlaşmacıların rahatını kaçırarak, kırk türlü bahane ile yatıştırmayı amaçlarıkları ezilen sınıfın öfkesine, öfkemi de katarak; bana hergün saldıran faşist emperyalist düzene karşı, hak ettiği gibi olacaktır. Hep böyle olmuştur ve radikal bir gerçeklik kavramım hiç bilmediğim muazzam başka bir gerçeklik ile sarsılmadıkça hep-te böyle-de olacaktır. Sürekli konuşanları ve bunun dışında gözükmeyenleri, hayatından feragatler etmedikleri halde hayatlarından feragatler edenlere telkinde bulunanları boşverin, boşverin onlar tek bildikleri konuşmalarını boşverin ve günümüzün bütün korkaklarının elinin altında bulunan klavyeler yüzünden yazmaya olan ve yazmanın dışına çıkamayanları boşverin. Kendini bir şekilde tatmin edebilmişleri, bununla tatmin olabilenleri boşverin. Biz, devrimsel süreç somut olarak başlamadıkça hiçbir bahanenin gerçekliğimizi işgal etmesine izin vermeyeceğiz. Bunu, Haymarket’te gösterebilenlerin ışığındayız ve bu; burjuvazi ile uzlaşma tanımayan kimliğimiz 1866dan bu yana; burjuvazinin ve kendini her ne kadar gizlemeye çalışsalarda onların çeşitli işbirlikçilerinin korkulu rüyası olmaya devam ediyor. Devam ettireceğiz.. Sokaklar-da, ödenen bedelin üstüne parazit gibi yapışıp politika üretecekler ve potansiyel devrimci ilerlemeye katılacak gençleri bir şekilde kendi kanallarında eritmeye pekte niyetliler; ancak 21nci yüzyılda, iletişim çağındayız ve kimse sokağa çıkamayacak kadar korkak, buna rağmen susmayacak kadar arsızların yolunda olmak istemiyor. Herkes kendi geleceği için, kendini kendinin temsil edeceği özgürlüğü, sokakta kendi çabalarıyla örgütlüce çözmeyi öğrendi. Bizler 1 Mayıs’ı ruhuna uygun bir şekilde karşılayacak; Şehitlerimizin onurlu duruşuna uygun bir şekilde düşmanla asla uzlaşmayacağız. 

ve bizler ki, 1866da kapitalizmin yeryüzündeki her hücresine kadar deklare ettiğimiz sınıf hareketinin, İşçi sınıfının bilinçli ve mücadelecisi ve aynı zamanda 1864 yılında emperyal hayallere karşı özsavunmacı bir tutumla toprağını savunan işçisiyle,köylüsüyle,kadınıyla, erkeğiyle ölen, soykırıma uğrayan, sürgünlere yollananları; Çerkesleriz! 21 Mayıs 1864’ü asla unutmadığımız gibi, asla unutturmayacağımızı; kurduğumuz organik bağlarla, yaptığımız eylem ve kampanyalarla gösterdik. Mevcudiyetli siyasal yapılaşmanın içindeki organik bağlarımızla yaşadığımız yerlerin toplumsal karar mekanizmasını kendine toplayan meclislerinde; acılarımızın ve savaşımızın bu savaşımızın sonuçlarının tanınması için girişimlerde bulunduk. Mevcutta hazır ilişkide bulunduğumuz örgütlerin iletişim kanallarıyla; acılarımızı halklarımıza, emeçi dostlarımıza ve tüm kamuoyuna duyurmaya çabaladık. Bugün hala bunun bayrağını, hayatımızdan ödün verdiğimiz zevklerimizle taşıyoruz ve onurluyuz. Bu onuru yükselteceğiz! Halkımızı, grizekalı emperyalizmin tüm baskılarına rağmen rengarenk temsil etmekte ısrarcıyız. Halkımızı halkların özgürlük ve adalet şiarıyla örmeye çalıştıkları gökkuşağına bir şekilde entegre edeceğiz-de. Bunu durdurmaya-da; ne zalimin oyuncağı olsun diye kurulmuş devlet, ne de bu devletin bir şekilde nüfuz ettiği örgütlerin gücü yetmez, yetemez. 21 MAYIS’ı 21 MAYIS’ta kendine uygun bir şekilde anarken, 21 mayısı takip eden günlerde bunun örgütleyeceği ve halkımız adına dahilleşeceğimiz hareketlerle yeni bir hareketin en ısrarcı neferi olacağız.

Haymarket Şehitleri, kavglarıyla ölümsüzdürler!
Yaşasın Haymarketi doğuran düşünce
Yaşasın İşçi sınıfının dayanışması
Kahrolsun paraziter gruplar ve uzlaştırıcılar

Kahrolsun işbirlikçiler ve korkaklar!
Yaşasın Çerkesya ve Özgürlük için olan savaşımız
Çerkesya Özgürlük Savaşı Şehitleri ölümsüzdür
21 Mayısı asla unutturmayacağız!

Bürokratik Sosyalist(!) Çerkes Kimlikli(!) Emek Hareketi..

Bizim yoldaşlara diyorum ki;

“Böyle yazmışlar hacı, ne diyeceksiniz?” Gülümsüyorlar.

“Niye gülüyorsunuz diyorum?” Ne yapalım? diyorlar. Ciddi anlamda, öyle manalı bir şekilde ne yapalım diyorlar ki; bu ne yapacağını bilmeyen bir soru değil.. bu neden bu tartışmaların doğurulduğunu anlatan bir soru. Aslında bir cevap ama, bunu sadece benim anlamam hiçbir şeyi değiştirmiyor.


Ne yapalım biz sizinle? Atsak atılmazsınız, satsak satılmazsınız.. sussak olmuyor, konuşsak olmayacak. İçinizde hiç sevmediğimiz adamlar da var, çok sevdiğimiz yoldaşlarda var; konuşunca sevdiğimiz yoldaşlar üzülecek – susarsak sevmediğimiz adamlar sevinecek. Biz ne yapalım sizinle, siz karar verin; bunu önce üst (belki-de gizli) kadrolarınızla tartışın, gerekirse kulis yapın, sonra alt kadrolarınıza sunun, sonra çevre çepere, sonra dostlarınıza falan.. sonra çıkın deyin ki; “Bizim şununla bu, bununla şu problemimiz var” Biz de şunun-bu’sunu – Bunun-şu’sunu size; kendi teorik yaklaşımımıza göre, pratik tecrübelere dayalı, argümanlarımızla anlatalım.. İncelelim, kopalım da bitsin bizim sizinle imtihanımız. 
Netleşelim arkadaşlar, net olalım. Soruları net soralım, cevapları net verelim. Derdi de, dermanı da net yazalım. Bugüne bugün, hiç yoksa birbirimize geçmişten gelen bir parça saygımız olmalı, o saygıyı ya iki taraflı koruyalım ya da artık iki taraflı bırakalım. Tamam, Berkay Troçkist, Burcu onun kaşeni, Canberk Anarşist, Cemal Kürtçü.. Niye? Berkay Stalinist değil diye Sosyalist değil, Canberk zaten sosyalist değil, Cemal Kürtlerle konuşuyor, hiç sosyalist değil, değil mi?

Sırrı Sakık demiş ki “Pomaklar Çerkesler Haddinizi Bilin” sonra demiş ki “Hakan Fidan’a ve MİT’e teşekkürler”

sonra ne? işçi sınıfının kurtuluşu olmadan cart curt, emek ve kimlik eksenli mücadele de biz, biz demiştik, öngörmüştük, söylemiştik, soytarılık, kahrolsun akp, chp yaşasa da olur, chp de olmasın ama demokrasi, işçi sınıfı, işçi bayramı, 1 mayıs, 21 mayıs, iletişim birimi, cart birimi, oo onlar bunlarla, bunlar onlarla, o hain, o işbirlikçi.. 

Eeh be, eh artık..
Siz kimsiniz ve cidden hepiniz, hareket olarak, amaç olarak, araç olarak, nitelik olarak, istek olarak, kaynak olarak, söylem olarak, bakış olarak, görüş olarak ortak olduğunuza inanıyor musunuz? Sırayla kendinize bakın artık. Kendinize yönelik, iç anket yapın ve sizin bize söylediğiniz şeylerden daha çok kendinize söylemeniz gereken şeyler olduğunu düşünün.
Biz kimiz ve cidden hepimiz aynı mıyız? Siz bizim hepimizin siyasi yönelimlerini aynı mı sanıyor, yaklaşımlarımızın tek-tip olduğunu mu düşünüyorsunuz..

Şimdi, Kimlik kısmına gelelim;

Kimlik mücadelesi veriyor musunuz? diyelim ki evet.. nasıl bir kimlik mücadelesi veriyorsunuz? Kimliğiniz nedir, kimliğinizi oluşturan argümanlar hakkında bugüne kadar hangi envanterileri kullandınız, kimliğinizle ilgili nerede, nasıl çalışmalar yaptınız?  Ne kazandırdınız, hangi kazanımları amaçlıyorsunuz, programınız nedir? Bir kimlikli misiniz, bir kaç kimlikli misiniz yoksa kimliklerin kardeşliğine mi inanıyorsunuz? Hareketinizde kullandığınız kimlik, programınızın hitap ettiği kimlik nedir? 

Ya peki sınıf?
Tabanınızı oluşturanlar hangi sınıfa daha yatkınlar? Bugüne kadar proleter sınıfın mücadelesinde hangi teorileri baz alarak, hangi pratikliği sergilediler? Hangi işçi hareketinde aktif ve sürekli birliktelik içinde oldular. Destekliyoruz sözünün, söz kısmını geçince bunu kullandığınız eylem ve mücadeleler içinde; bürokratik hareketin dışına çıkabilen ve net olan hangi desteği verdiler? 
 * * *
Yazıp yazıp sildiğim kısımlar; hala içinizde bulunan yoldaşlarımın hatrı için.

Doğrudan Eylem

Eylemi büyültmek, onun karşısına aldığı haksızlığa karşı nasıl başkaldırdığını göstermekle mümkün olabilir. Daha önce de yazdığım gibi; baskı mekanizmasının yarattığı korkuyla sindirilmiş insan yığınları ile doluşmuş kentlerde, bu baskıya karşı gelmek için, korkuyla sindirilmiş toplumun korkusunu öfkeye çevirecek örgütlenmeler yapmak gerekiyor. İnsanlara teorik umudu ulaştırmanın en kolay yolu; pratik hareketin cesaretiyle tarif edilir. İşte bu yüzden; kentin korkuyla sindirilmiş yığınları bir şekilde örgütlü hale getirilmeye çalışılmalı, bu olurkende örgütlenmeye çalışılan yığına umut verecek pratik eylemlilik sergilenmelidir.

Bu çok önemli bir şey; bu korkuyla sinmiş bireyin artık kendisinden alınan şeye razı olmayabileceğini sokakta görebilmesidir. Bunu başarabilmek için ise doğrudan eylem takımları oluşturulmalı ve mevcut devrimci gündemin eylemsel takviminin dışına sızan ve eylem yapmak için fırsat kollayan yapılaşmalarının dışında, kendi anlık ve doğrudan eylem haline geçmelidirler. Eylemin açıklamalı alt yapısı; günlük ekonomik veya sosyal şiddete maruz kalan toplumun bütün kademeleriyle tarif edilecek düzeyde olduğu için; yapılan eylemi anlatmanın, eylemi yapmaktan daha kolay olacağını düşünüyorum.

Yurtseverliği anlamlandırmak

Malum Türkiye şartlarında, Türkiye sosyolojisine göre kelimelerin anlamları, ifade ettikleri biçimden daha çok laçkaya dönen başka anlamlar ile yozlaşmış durumdadır. Bunun bir çok alt nedeni ve örneği vardır.. Mesela; Anarşist kelimesi terörü, kanı, haksızlığı temsil etmemesine rağmen, bizzat devlet aklı tarafından sürekli bu anlamlar ile direkt ya da ilgili olarak kullanılır. Sebebi ve sonucu ne olursa olsun bir olayın içindeki vahşet; çıkan anarşi olayları anılır. Aslında Anarşi ile Anarşizme bakıldığı zaman tam aksine; mevcut terörize düzene, terörize düzenin silahlarına ve saldırılarına karşı savunmaya dönüşen ve efendisinin terörünü sahiplenmektense, hakkın ve adaletin safında yerini alarak bu teröre karşı savaşan bir akım gözükür. Devlet aklı ile empoze edilen hemen hemen her karşılığının tam aksinde söylemsel veya eylemsel bir yapılaşması gözükür. Bu sadece Anarşi ve Anarşizm ile kısıtlı değildir, mevcut terörize düzenin, hırsızların, katillerin karşısında adalet, eşitlik ve hak söylemiyle mücadele yürüten bütün örgütlerin, yapıların ve akımların genişliğindedir. Bütün bunlara karşılık devlet aklı, kendi olmayan kavramsal kutsallarını da sunuşa çıkarır. Mesela Milliyetçilik, mesela vatandaşlık gibi.. ve yine bu devlet aklı, anlattığı şeyin aksine bazı kavramları kendi sunuşlarına ulaşımı kolaylaştırmak ve insanı buraya hapsetmek için kullanır. Konumuz da sanırım bu; Yurtseverlik..!

Mesela yazının aşağısını okumadan; kendinizi bir yurtsever olarak hayal edin. Sizce yurdunu seven bir adamın yurdu için reva göreceği geleceğin içinde ne olur, içinde ne olmaz?

Yurdunu seven hangi kimse, tertemiz derelerinin simsiyah pisliğe dönüşmesine, yemyeşil doğasının grip beton yığınına çevrilmesine, yurdu içinde açlıktan ölen insanların varlığına, onların adaletsiz bir şekilde köle gibi çalıştırılmasına ve buna karşı çıktığı zaman kollukların şiddetine maruz kalmayı ister? Hangi yurtsever, parası yoksa evinin olmamasını, hastalıktan geberse dahi bakılmamayı, komşu yurdun içinde insanların öldürülmesini ister? O Yurtsever bilmez mi ki; yanıbaşında akan kan, kendi yurduna da değer? Sizce yukarıda olan şeyleri isteyen biri ne kadar yurtseverdir. Para kazanma hırsıyla doğasını sevmeyecekse, parası yok olanın yurdunda köle gibi çalıştırılmasına göz yumacaksa, tertemiz suyuna ne olduğu umurunda olmayacaksa, masmavi gökyüzünün kara zifiri dumanlarla örülmesi ilgisini çekmiyorsa; elinde silahı olan kollukların çocukları öldürmesi; çocukların elinde sapan olmasıyla vicdan rahatlatıyorsa; o yurtsever değildir. O tam bir yurtsevmez, hatta yurt dediği yeri; cehenneme dönme pahasına bile kirleten biridir.

İşte tam bu noktadan; devlet aklının aklımıza yerleştirdiği şeyleri, kendini devlet aklı tarafından evriltmeyen hareketlere yığmamalı, kavramsal gerçekliğin; kullanıcıları tarafından hangi amaçla kullanıldığına dikkat etmeliyiz.

Bizim yurdumuz dünyadır ve bu açıdan bakıldığı zaman tam anlamıyla yurtseverleriz. Yurdumuzun dereleri özgür akmalı, balıkları bu berrak sularda özgürce yüzmelidirler. Kuşlar tertemiz gökyüzünde uçarken, babalar çocuklarının geleceği için endişelenmeden anneler ile sevişebilmelidirler. Böylelikle refahın ve adaletin hakim olacağı dünya özlemiyle ne kadar bir anarşistin kendine yurt edindiği dünyayı güzelleştirmek istemesi bakımından ne kadar yurtsever olduğunu hepinize anlatmak istedim.

Gezi; Barikatın ardındaki özgürlüğün vatanı değildir. Bu vatanın sadece bir parçasıdır.

Direniş bitmedi, azalmadı öfkemiz ve inancımız…
Aslında azalan bir şeyler yok, biz kavgamızın azaldığına hiç şahit olmadık; kavgamız hep katlanarak arttı. Barikatların ardı, insanlığın vatanı olmaya Gezi’de başlamadı! Gezi’yi direnişin vatanı yapmaya çalışsalarda, sanki insalığın bu coğrafyasında Gezi’den başka direniş olmamış gibi algılasalar, algılatmaya çalışsalarda; biz Gezi’nin, insanlık için direnenler tarihinde durduğu yeri hep haykıracağız. Gezi direnişi; ne es geçilecek kadar küçük ve anlamsız değil ne de özgürlük tarihinin tek başına sığacağı kadar anlamlı ve büyük değildir. Gezi; Zalimin zulmüne isyan edenlerin hep beraber çizdikleri hürriyet-i halk sınırının bir parçasıdır.

Bugünler, net günler: Bu günler de küçük hesaplar için sokaklarda büyük isyana katılanların aramızdan çekildiği ve özgürlüğü için dövüşenlerin barikatın ardında kurdukları vatanı güçlendirdikleri günlerdir. Küçük hesaplarıyla gelenler, büyük bir hayal kırıklığıyla dönüyorlar; bu hayal kırıklığı tam anlamıyla şöyle tarif edilebilir: Almak istedikleri erk için aradıkları askerler; barikatın ardındaki özgürlük vatanında yok, el değiştirmesini istedikleri iktidar için, onları iktidara taşıyacak yol yok. Barikatın ardında; cesur adamlar var ve bu adamlar; ne istediklerini biliyorlar. Ne istediğini bilmeden aptalca yönetilen bir yığın yok.

ve ne istediklerini bilen bu adamlar;
zulümün kendine bürüdüğü kavramsal varlığı; bir elden diğer ele vermeyecekler. Zulümü yeryüzünden silene dek, barikatlarla çizdikleri insanlık sınırını yeryüzüne yayacaklar.

Neden Çerkesya?

Çetin geçecek günlerin henüz başındayız, belki biraz ham belki çok heyecanlı.. hata yapmaya o kadar açığız ki; bu yüzden bir sonraki atacağımız adımı, bir önceki attığımız adımın bize verdiği tecrübeyle değerlendirerek yapıyoruz ve işte bu durum; mevcut ilerleyişimizin yavaş olmasındaki en temel sebeptir. Fakat, temelinin sağlam olmasını istediğimiz bir siyasallaşma peşindeyiz. Aslında birlikte hareket ettiğimiz yol arkadaşlarımızın bireysel niteliklerine bakıldığı zaman; siyasallaşmanın içinde olduğumuzu bile söyleyebilirim, biz şuan mevcut bulunan küçük bir grup olarak elbette siyasiyiz fakat mevzu bahis kimlik olarak siyasallaşmaya dönünce nitelikli küçük grupların siyasallığı maalesef ki halkına yetmiyor. Halk olarak siyasallaşabilmek zorundayız, halkımıza bunu anlatabilmek, bunun olumlanmalarını sağlamak; her bir örgütümüzün bu güne değin kendinde oluşturduğu biricik siyasi temelini, halkımızın siyasi temeli olma doğrultusunda birleştirmesi gerekiyor. Birleşebilmemizin temel koşullarını konuşmalıyız, nasıl ki; bireysel kazanımlarla tatmin olup bir zümre içinde kavgamızı sürdürüyorsak yaşamda; toplumsal tarihimizinde tecrübeyle edindiği bilgileri/kazanımları değerlendirerek; küçük farklılıklara rağmen halk olarak uzlaşıp bir kavga sürdürebilmeliyiz. İşte mesele buraya dayanınca; bütün farklılıklara rağmen bizi birbirimize dokunduran biricik gerçekliğimizin avantajını, halk olarak sürdürmek istediğimiz kavgamızın lehine çevirmek için çabalamak zorunda olduğumuzu anlarız. Eğer bu çabalamaya karşı kökten alerjik yaklaşımlar besliyorsak; birbirimizi-farklılıklarımızla eleştirip kendi düşüncemiz dışında kalanlara düşmanlaşabiliyorsak ve bu düşmanlığımızı bir kendi içimizde bir savaşa çevirip; bize saldıran şey yerine kendi içimizde birbirimizla çatışacaksak; başarabileceğimiz bir şey olamaz.  Önce uzlaşmamız gereken konuları tespit etmeliyiz, uzlaşmamız gereken konularda; insanlık onurunu, insani ahlak ve değerleri, barışı ve özgürlüğü temel filtreleme mekanizması haline getirip, kendi kişisel veya örgütsel programımızda olmayan şeylere kör bir savaş veren yapılarımızı bertaraf etmeliyiz.

Bizi bize çıkaran yolu; Çerkesceyi, Çerkesyayı ve Çerkesliği; kişisel veya örgütsel gündemimizde olağanca hızlı bir durumda değerlendirmeli, bizi halk yapan bu üç temel hakkındaki görüşlerimizi netleştirmeliyiz. Bu üç temel; Diasporanın siyasi kaderini değiştirebilecek değerlerdir. Bu üç temel konusunda uzlaşma yapılmadıkça, diğer temeller etrafında ağzımızla kuş bile tutsak sağlam bir temel yapamaz, söylemlerimizi halkımızın geniş kesimlerine ulaştıramaz ve kabul ettiremeyiz. Bu üç temelin, halkımızın iradesini oluşturacak tek birleştiriciliğini ciddiye almalıyız. Çünkü bugün, Siyasallaştırmaktan bahsettiğimiz kimliğin bütün temelidir bunlar. Bu temellere oturtulmadıkça; Çerkes Solu-da Çerkes Sağı-da, Müslüman Çerkes’de, Ateist Çerkes’de, Politik Gençlik-de, Apolitik İhtiyarlık-ta; bizim kimlik olarak kendimizi geliştirebilmemizi asla sağlayamazlar.

Bu yüzden, Çerkesya konusunda netleşmemiz;  Çerkes Siyasi İradesini diasporamızda oluşturmamız ve yükseltmemiz için zaruri bir ihtiyaç meselesidir. Eğer temelini aldığımız bu konuyu ciddiye almıyorsak, Çerkesya ile ilgili olumlu-olumsuz bir gündem oluşturamıyorsak, söylemlerde bulunamıyorsak… kısacası Çerkesya ile ilgili söylenecek bir sözümüz yoksa; bugün Çerkes Siyasallığı, Çerkes Örgütlenmeleri oluşturmamız hiç samimi değil demektir.

Ben ve arkadaşlarım, bir süredir siyasal hareketlerin içinde halkımızı temsilen bulunuyoruz. Sokaklarda aradığımız özgürlük, eşitlik ve adaleti elbette kendi halkımızın içinde istiyoruz. Çerkescenin ilelebet var kalmasını istiyoruz. Bunu diğer halklarla dayanışarak ve onların da kendileri için istedikleri bu onurlu duruşa omuz vererek yapıyoruz. Bugün, kendimize Çerkes dememizin temelini aldığımız Çerkesya meselesini de; Siyasallaşmamızın sağlam temelde olması için  İnsanlık ailesinin güzel halklarından Çerkesler olarak; bizi taşıdığımız kimliğe iten gerçekliği gündemimizde tutuyoruz.

üslup sikoş üslup!

Verdiğimiz mücadele, aldığımız sonuç ve hedefimiz ortada artık. Yaptıklarımızı sürekli övünç meselesi haline getirip, verdiğimiz emeğin karşılığını salt övgü olarak almak inanın arkadaşlarım ve benim için bir mesele değil. Meselemiz insanlık gökkuşağında Çerkeslik rengini hak ettiği gibi adalet, eşitlik ve özgürlük kavramlarında doğru konumlandırabilmektir. Bizim için dogma olan bu şeyi, insanlığın refahı için yaşanabilir bir dünyaya adapte etmemiz en başta insanlık ödevimizdir. Bizler de bu insanlık ödevini yapabildiğimiz en iyi haliyle yapıp, insanlık için daha yaşabilir bir dünyanın temelinde Çerkesliğin rengini; özgürlüğe, adalete ve eşitliğe bürüyeceğiz. Bu konuda gelenekselleşenlerin bize karşı muhalefetine ise, Çerkes Atasözü olan “Adigelik, insanlıktır” sözünü hatırlatıyor ve kendilerini gelenekselleştirdikleri yerin konumlanmasını düşünmeye davet ediyorum. Eleştirilere karşı bir antipatim de yok, bazı özel zamanlar hariç (çok sıkışık olduğumuz zamanlar oluyor) sırf eleştiri yapanları bile ciddiye alıp cevap vermeye gayret ediyorum, yerinde eleştirileri arkadaşlarıma iletiyor ve eleştirildiğimiz noktaları geliştirmeye çalışıyoruz.
Çok farklı yerlerden, çok farklı şeylere ilgi duyan arkadaşlarımız var. Nasıl ki halklar birer renk ve zenginliktir ve tüm farklılıklarına rağmen insanlık temeliyle kardeş olurlarsa, kişilerde toplumları içinde renktirler ve zenginliktirler. Tüm farklılıklara rağmen bir arada durmanın koşulunu bulabilmeliler. Bizim arkadaşlarımızın içinde bir arada durmamızın en temel dayanağı birbirimize karşı kullandığımız üslup ve samimiyettir. Belirli bir şeye karşı her ne kadar farklı duygular ve yaklaşımlar sergilesek bile, üslubumuz ve samimiyetimiz arkadaşlarımız içinde daha anlaşılır olmamızı ve uzlaşabilmeyi sağlamaktadır.

Bin dereden getirilen suya, tehditlere, engellere, iftiralara rağmen; bugünkü konumlanmamızı dünkünden daha ileri taşıyabiliyorsak, yarın için bir hedefimiz ve üstüne hayaller kurduğumuz bir amacımız hala ilk günkü diriliği ile duruyorsa, ilk günkü kadar heyecanlı, azimli ve istekliysek; birbirimize karşı kullandığımız üslubun birbirimze karşı güveni arttırmasından başka bir sebebi yoktur.  İçimizde, tarihten kendine aldığıyla Troçkist olanıyla; Anarşist olanı.. Leninist olanıyla, Marksist olanı yanyana ise; tüm teorik çatışmalara rağmen, öznel varlığı rafa kaldırıp, ayrıldığımız noktada susmayı bildiğimiz için; yanyanayız. Biz, önce kendimiz başta olmak üzere; toplumumuzda: bizi ayıracak şeylerden ziyade, bizi birleştirecek şeyler arıyoruz.. Kimliğimizi politize etmemiz için, siyasallaşabilmek ve halkın zümreleri tarafından kendini temsili edecek iradesini oluşturabilmek için birleşecek sebepler bulmalıyız. Bu sebeple, üslubumuzu her geçen gün dahada güven verici bir şekilde revize edeceğiz. İkibininci dereyi bile bulsalar bu şekilde karşı koyabileceğimize olan inancımızı asla yitirmemeliyiz.

Siyasallaşmak sancılı bir dönemdir, biz de halkın ilk sancısını çekmeye hazırız ve kendi yaşamımızla ilgili riskler alıyor,  eğer bir bedel gerekiyorsa da; o taşın altına elimizi sokmaya çabalıyoruz.

Artık bir üslup ediniyoruz.

ben, 30 mart ve Türkiye: Toplumun kayıtsız şartlanışları!

Bugün 30 mart, Türkiye’de milyonların ‘oy verip’ bir şeyleri değiştireceği gün bugün. Ancak neyi, hangi vadede ve nasıl değiştireceği konusunda çok farklı kesimlerin akıl almaz inançlarından, küçük beklentilerine, tedirginlikten, umuda bir çok farklı yaklaşım, bir çok farklı duygu var. Bugün, toplumu temsil eden bir çok kişi için beklenen o büyük gün işte.  Artık birileri için; -ya umudun yıkıldığı ya da umudun kazandığı- gün olacak bugün. Ertelenecek, üstüne düşünülecek, hayaller kurulacak tek bir gün kalmadı; bugün; dünyayı böyle güzelleştirebileceğine inanan milyonlarca insan tüm umutlarını ve kaygılarını bir sandığa bırakacak ve henüz gün bitmeden umutlarının ve kaygılarının cevabını alacak. 

Bugünün milyonlara hitap eden anlam ve önemiyle; önce bugüne doğan güneşe hoş geldin diyorum Üsküdar’daki evimizden. Bugün doğan güneş ile birlikte uyanacak insanlar; Türkiye’nin kaderini değiştirme inancıyla tenlerine güneş nüfuz ede ede sandıklarına gidecekler çünkü. Bu güneş; umudu ve inancı ne olursa olsun; iradesini sandığa bırakacak hiç kimseyi ayırmadan dokunacak. Bu güneş yine umudu ve inancı ne olursa olsun, iradesini sandığa bırakıp kazanan ya da kaybeden hiç kimseyi ayırt etmeden ayrılacak tenden. İşte; günün anlam ve önemini sandığa giden insanları hiç ayırt etmeden kendinden faydalandıran ve kendinden mahrumlaştıran bu güneş hak ediyor.
Ben önce kendimden şöyle bahsedeyim istedim bugün; velev ki umudumu ve inancımı sandığa bırakacak bir insanım, velev ki irademi öyle vereceğim idareye, bunu yürekten istiyorum ve bunun yaşamımı değiştireceğine çok inanıyorum diyelim. Tüm bu şartlar dahilinde bile maalesef ki teknik sebeplerden ötürü oy kullanmayacağım. (Birileri AKP işbirlikçisi ilan eder kesin.) 
Teknik sebep: İkametgahım Antalya Muratpaşa İlçesinde ve ben İstanbul Üsküdar’dayım.

ama dedim ya; velev ki diye.. işte öyle değilim dostlar. Bunu sevsenizde, sevmesenizde..  işbirlikçi desenizde, demesenizde, kullanmadığım oy bir yere yarasa da yaramasa da; oy kullanmayacağım. Çünkü siz; Oy kullanmanın birşeyleri değiştirebileceğine nasıl inanıyorsanız, bende hiçbir şeyi değiştirmeyeceğine öyle inanıyorum. Nasıl sizin oy kullanmak için makul sebepleriniz varsa ve ben onlara gülüyorsam, sizinde bana gülmenizi istediğim ve oy kullanmamak için  makul sebeplerim var.

Burada oy kullanmayı küçümsemek ve oy kullanmama propagandası yapmak istemiyorum. Nihayetinde şuan, öyle de olsa böyle de olsa; hepinizin oy kullanma özgürlüğü var ve bu özgürlüğünüz bana tehdit olmadıkça ben sizin kendinizde bulduğunuz bu özgürlüğe saygı duymak zorundayım/duyuyorum. Bazı arkadaşlarımızla aramızdaki samimiyete dayanıp yaptığımız konuşmaları saymazsak; oy kullanan kitlelere topyekün bir savaş halinde değilim. Bu yüzden oy kullanan sevgili dostlarda, kullanmayan dostlarda rahat olabilirler, samimice yazmak istediğim konu;

Bugün oy kullanan milyonların içindeki Mevcut durumdan rahatsız olan kişilere samimice bir mesaj, yarın için bir altmetin, gelecek için bir konu.. 

Konuyu kendimi ifade edebilmek için, henüz bu kadar yaymış olmama hayret etmeyin, yanlış anlaşılmak, anlaşılmamaktan çok daha kötü bir durum ve bu kadar önsözden sonra konumuza başlıyorum:

Sevgili arkadaşlar;

Bugün ülkenin kaderini değiştirebileceğinize olan inancınız ile sandıklara gideceksiniz ve hepiniz aynı zalimin zulmüne maruz kalıp yeter artık diye haykırıyorsunuz. Kendini iktidara getirip idareyi almasının kaynağı halk olmasına rağmen halkına saldıran iktidara karşı öfkeli olmakta-da son derece haklısınız. Bu öfke tamamen insancıl iradenizin sizde uyandırdığı doğal bir duygudur. Sizin bu öfkenizi kontrol etmek istiyorlar ama başaramıyorlar. Öfkeniz Haziran ile birlikte onların uykularını kaçıran gücünüzdü. Haziran ayından bu yana, öfkenizi şiddetle durduramadılar, öfkenizi satın aldıkları medya ile durduramadılar. Komşu ülkelerle savaş şartları yaratıp, öfkenizi korkuya çevirmeye çalıştılar ama bunu da başaramadılar. Şimdi, öfkenizi sandığa gömmeniz için siz uyurken harıl harıl çalışıyorlar. Üstelik bu defa, can havli diye tabir edilecek türden bir şekilde. Çünkü artık iktidarın sizin öfkenize dayanacak gücü kalmadı. İktidar, öfkemizin kendisi için olan tehlikenin farkında; biz de öfkemizin gücünün farkında olmalıyız.

Gücümüzün farkına vardığımız zaman, iktidar kavramı halkına karşı saldıracak yetkiyi dahi bulanların kavramı olmaktan kurtulacak ve halka, tamamiyle halka ait olacaktır. Bugün seçimlerde umut ettiğimiz sonucu alamayabiliriz, ancak bu gücümüzün farkında olduğumuz süre içerisinde; iktidarda kimin olduğunun hiçbir önemi kalmayacaktır. Kim ki iktidara gelip halkına zulüm ederse; nasıl bir karşılık alacağını görecektir bu güçle.


Sandık içinden neyi çıkarırsa çıkarsın; çocuk öldürmeyi, bunu teşvik etmeyi, insan yaralamayı ve adaletsizliği meşrulaştırabilir mi? İşte sandık içinden ne çıkarsa çıksın; bunları yapanlar meşruluğunu yitirmiştir. Bunu torbalarıyla çıkardıkları yasalar ile istedikleri kadar değiştirmeye çabalasınlar. İnsanın vicdan şirazesi vardır ve bu adalet duygusunu yitirmeye, zalimlerin çıkardığı zorba yasaların gücü yetmemelidir.

Sakın ola ki; Sandık öfkenizi öldürmesin.

Adalet sandıklarda aranmaz, adalet vicdanlarda aranır. Eğer adaletin geleceği sandıklara bağlanmış olsaydı bugün Partileri değil, mahkemeleri yönetecek kişileri biz seçiyor olurduk. Eğer mahkemeleri biz seçmiyorsak; partilerin adalet hükmünde işledikleri suçları aklamak için sandığa gitme lüksü yoktur.

30 mart’a yüklediğiniz umudu sandıkla yitirmeyin. Sandıklara sığmayacak kadar büyük vicdan sahibi insanlarsınız.

Adaleti ve kendinizi kayıtsız olarak sandığa şartlamayın!

Kendinden politik

Kendini politize eden toplumsal yapılaşma, çevresinde değişen etmenlere dahil veya karşı olumun olgun iradesini ortaya koyacağı için bir yaşamsal gerekliliktir. Değişime karşı bir tutum geliştiremeyen ve kendini konumlandıramayan kişi ile toplumun kaderi birbirine o kadar benzer ki, tutumsuzluğu; onu gelişimde kendini veya kendinden olanı temsil edemeyen bir sürece ister istemez entegre eder ve eritir. Gelişime direnmek bir sürelik muhafaza sağlasa dahi; bu muhafazakarlığa bağlanmak malesef ilerleyen zamanda yobazlaştırır, yobazlığı sapkınlığa ve saplantıya dönüşür. Bu durumda; kişinin kendi rengi olan şey ile, toplumun kendini ifade ettiği kültür; yobaz bir gericilikten başka bir şekilde tarif edilemez hal alır.

Kendini, mevcut zaman ve şartlara göre politize eden yapılaşmalar; çevredeki değişime kendini temsil eden bir faktör olacağı için kuşkusuz ki faydalıdır. Ancak yine de, çevrede değişen etmenlerin insani ahlak ve değerlere göre çözümlenmesi de, polltize olan yapılaşmanın gerekliliği kadar şarttır. İnsani ahlak ve değerler; toplumun dünya ile paralel bir şekilde çevreyi etkileyecek biçimde olmalıdır.

Politize olmaya karşı koymak ise tam bir saçmalıktan ibarettir, nihayetinde gelişimin kendine kattığı değeri ne kadar olumlu görsek dahi; bunda kendi payının olmaması bir o kadar olumsuzdur. Artı değerlerin sürekliliği gibi idealardan bakınca bile, bu kendini temsil edemeyen kişinin/toplumun başkası tarafından temsil edilmeye muhtaç olmasını gösterir. Kendini temsil edemeyeni temsil eden faktörün tüm iyimlemeler dahilinde bile bu tutumu, politize olmayanı kendine bir şekilde bağımlı kılması demektir. Bu yüzden; kişiler ve toplumlar; çevresindeki gelişime katkıda bulunacak kadar ve çevresindeki gerilemeye de direnecek kadar politize olmalıdır.