Çerkes Soykırımı ve Çerkes Sorunu üzerine

Açıklama:
Yazıyı Çerkes Soykırımı, Çerkes Sorunu ve Demokrasi olarak yazıyordum. Uzadıkça uzadı, hatta Çerkes Soykırımı ve Çerkes Sorunu üzerine yazdıklarımda bile bir noktadan sonra yeterli derinliğe değinemedim. Çünkü bu yazı bir üniversite makalesi değil, öyle çokça tartışılacak ve üzerine  kararlar verilerek bir yön belirleyecek güçten de yoksun. Bu yazı, okuyucusuna en rahat biçimde “Çerkes Soykırımı ve Çerkes Sorunu” üzerine genel düşüncemi aktaracaktır. Demokrasiyi ise başka bir yazı da konuyla ilgili tekrar yazıp “Demokrasi eğilimi” başlığıyla paylaşacağım. 

Çerkesler bu toprakların yerli halkı değil, hiç olmadılar ve olacak gibi de değiller. Zaten şöyle basitçe incelediğinizde bu toprakların yerlisi olmuş bir Çerkesin, artık pekte Çerkes olmadığını da rahatça görebiliyorsunuz.

Çerkes Sorunu çetrefilli bir mesele, bir yanından tutabilmek için; sadece tutacağınız yanı araştırmanız yetmez. Eğer öyle bir hissiyata kapıldıysanız bu yazacaklarımı dikkate almanızı şiddetle öneririm. Çünkü eğer öyle yaparsanız, Çerkes sorununa el attığınız tarafta ağzınızla kuş tutsanız, dönüp dolaşıp sıfıra dönmeniz an meselesi olur. Bunun sizi hayal kırıklığına uğratması en küçük derdiniz olur, hayal kırıklığına uğramak yetmezmiş gibi; bu yaptığınız size yapışır, yaşama sevincinizi bile sömürür. Böylelerini görebilmek için, yüzeysel olan tartışmaları bir kenara bırakın ve Çerkes sorununun diplerine inin! Dipte; bu sorunun bir tarafından tutup, hayal kırıklığına uğramaktan bitap düşmüş, yaşama sevincinden emare bulunmayan insanlar göreceksiniz. Onlar içten içe bizlere Ahmet Kaya’nın “Ben yandım, siz yanmayın Allah aşkına” diye seslendirdiği bir şarkıyı okurlar.

Ha! Amacınız, Çerkes sorununa en kısa tanımı aramaksa ve sadece bu tanımı bulup gidecekseniz, en baştan yazdığımı, bir iki tarih öncesine dayandırarak tekrar etsem özeti bulursunuz;

Çerkes Sorunu, Çerkeslerin kendi iradeleri dışında yurtlarından sürülmeleri ve sürüldükleri topraklara ait olamayışları, hiçbir zaman olamayacakları gerçeğidir. Olmakla, olmamak arasındaki şu incecik çizgi, Çerkes olup-olmamayı belirliyor. Ya bu topraklara aitsin, ama Çerkes değilsin. Ya da Çerkessin ve bu topraklara ait değilsin.

###

Sorunun birincil çetrefili işte burada başlıyor.

*Ana-babadan Çerkes olup, kendini bu topraklara ait hissedenlerin Çerkesliği tapulamaları,
**Kendini bu topraklara ait hissetmeyip Çerkes olanların Çerkesliği kamulaştırmaları!

*Şimdi ana-babasından Çerkeslik miras alarak, kendini yeryüzünün en Çerkesi sayan arkadaşlara 2015’in Kasım ayında yazdığım “Trans-Çerkesler ile Bölünmek” isimli makalemden bir alıntı yapacağım, fakat belirtmeden edemeyeceğim ki; sözüm sınırsız, vatansız, ulussuz bir dünya isteyen, kendini insan olarak tanımlayan ve dünya vatandaşıyım diyen Anarşist, Komünist, Sosyalist, Liberal vd. arkadaşların dışına, ancak böyle bir şeyi hayal bile edememiş, hiçbir sınıf ve dünya hayali olmayan arkadaşların tam içine:

 Bildiğiniz, kendini buğday hangarında sanan tavuklar sürüsü gibi, yitip giden şeylerinin içinde, varmış gibi davranıyorlar.. fakat yoklar, olmayacaklar, olamazlar. Bugün onlara baktığım da gördüğüm tek şey, hiçlik. Zavallı hallerine aldırmadan, sanki güçlüymüş gibi, varmış gibi bağırıp duruyorlar. Hemde, Çerkeslik taslayarak. Azıcık sağınıza solunuza bakınınca bu zavallıları mutlaka göreceksiniz, azıcık Çerkeslik biliyorsanız da anlayacaksınız ki; bunlardan ne köy olur, ne de kasaba.. Çerkeslik adına hiçbir değerleri kalmadığı gibi, insanlıktan da kırıntı taşımayan bu kişileri, insanlık onurunu taşıyan, Çerkeslik kaygısı bulunan insanların orta yerinden bölüyoruz, çok mu? Gel gelelim bunun ne zararı var? Böyle rezil, ahlaksız, küfür etmekten utanmayan, yalan söylemekten çekinmeyen, aidiyet hissi kalmamış, kendisi pislik olduğu gibi bir de, pisliğini değdiği her yere bulaştıran bu Trans-Çerkesleri, içimizden safra gibi söküp atmak sizi temin ederim ki bu onurlu halkın faydasınadır.


Bunu söylemekten hiç çekinmiyorum, hiç çekinmeyeceğim. Nasıl ki, insanda kanser; kendi hücresinin başkalaşım geçirerek urlaşmasıyla oluyorsa, işte toplumdaki kanser de, ağzından küfürden başka şey duyulmayan, ahlakını yitirmiş, onurunu ekmeğe, kaba; şöhrete, saraya satmış kısacası başkalaşım geçirmiş kendi bireyinin urlaşmasıyla oluşuyor. Bundan kurtulmalıyız.

Alıntıyı yapmadan önce bazı arkadaşları sözün dışında tuttum, çünkü onlara saygı duyuyorum. Bir de hiç kimseyi incitmemek için, kısa bir açıklama da yapayım. Yine 2015’in Mart ayında yazdığım “Biz kendi içimizde uzlaşabildik mi ki?” isimli yazımda yukarıda Trans-Çerkes olarak bahsettiğim kişilere şöyle bir tarifte bulunmuştum:

…Biyolojik Çerkesiz, psikolojik Türk’üz diyorlar…

En baştan söylemiştim. Çerkesler bu toprakların yerli halkı değil, hiç olmadılar ve olacak gibi de değiller. Çünkü bu topraklarda, bir insan topluluğuna halk değeri katan her şeye yabancılar ve aykırılar. Dil, kültür, gelenek, aile yapısı, aile ilişkisi, aile hiyerarşisi, toplum düzeni vs. her şeye.. Böyle iddia edenler, bu topraklara ait hissedenler mutlaka ama mutlaka Çerkesliklerinden ödün veriyorlar. Bu gönüllü olsun, gönülsüz olsun… Bilerek olsun, bilmeyerek olsun… bir şey uğruna ya da hiçbir  şey uğruna, hiç fark etmeden geçerli. Biz bu topraklara ait hissetmenin her evresine en basit tabirle “Asimilasyon” diyoruz. Üzülüyorum, ama ağlamıyorum. Herkes istediğini yapmakta, dilediğini yaşamakta özgür.

Bir Çerkes yaşadıklarının vicdani ağırlığının referansını kendi tarihinden bulmuyorsa, bir vuku karşısında adalet terazisini kendi gelenekleri oluşturmuyorsa, eğer kendi yurdu varken, bu topraklara benim vatanım diyorsa, kendi dilinde şiir yazmak, şarkı okumak için çaba sarf etmiyorsa, çocukları en kolay ve en doğru biçimde kendi dilini konuşsun istemiyorsa, Annesi Guashe olsa, kendisi Çerkes olabilir mi?

Umursamıyorsa da, biz de bu toprakların edebiyat üstadı Yaşar Kemal’den kendilerine bir söz iletir, daha da susarız.


Çerkesler şunu bilin: Bir adem oğlu çıkıp Çerkes olduğu halde, ben Çerkes değilim derse, güle güle gitsin Cehennem’in dibine…

ve emin olun, “ben Çerkes değilim” demenin tek yolu, bu cümleyi kullanmak değildir!

**Şimdi bir de inatçılığıyla bile anlaşılacak kadar Çerkes olan, Çerkes hisseden, tarihini, geçmişini, dilini, kültürünü, vicdanını unutmayan, mücadelesini sürdüren ama trans-çerkeslerden tekrar çerkes yaratmak için kendini heba eden insanlara, bir Yaşar Kemal’lik daha konuşayım!

Arkadaşlar, yapmayın etmeyin. Heba ettiğiniz emeğe yazık. Bakın Yaşar Kemal yukarıdaki sözlerinde, direkt size konuşmuş.. bırakın gitsinler “Cehennem’in dibine” Çerkes sorununu çözecek olan nicelik değil, niteliktir. Nüfusun çok olduğu kadar, güçlü sayılan zamanın 1 tık ilerisindeyiz. Çerkes sorununu siz, biz hepimiz; bu trans-çerkesleri yok sayıp doğru-düzgün ele aldığımız gün çözmeye başlayacağız.

####

Çerkes sorunu, Çerkes soykırımının bir sonucu mudur? Yoksa Çerkes soykırımı, Çerkes sorununun bir sonucu mudur? Yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan çıkar gibi bir soru. Fakat bugün ikisinin de iç içe olduğu kocaman bir gerçek. Hiç kimse Çerkes soykırımı vardır ama Çerkes sorunu yoktur ya da Çerkes sorunu vardır ama Çerkes soykırımı yoktur diyemez. Hatta hiç kimse Çerkes soykırımını ve Çerkes sorununu yalnızca Rusya’ya veya yalnızca Türkiye’ye indirgeyemez. Çerkes soykırımı ve Çerkes sorunu, hem Türkiye’nin hem de Rusya’nın ortak olduğu şeylerdir. Şimdi konudan uzaklaşacak bir tarihe dalıp, kimsenin canını sıkmak istemem ama dileyenler, herkesin dilinden düşmeyen şu “sıcak denizlere inmek” detayını iyice araştırabilirler. Araştırdıklarında aslında Çerkesya’nın da Osmanlı’nın da Rusya ile geri dönüşü olmayan savaşta neye niyet edip, kime hizmet ettikleri inci taneleri gibi dökülecektir. İngilizler sömürgelerini, Rusların sömürgesinden korumak için Osmanlı’yı, Osmanlı’da savaşmak için Çerkesyalıların kendi yurtlarını savunmalarını kullanıyor. Osmanlı’nın Çerkeslere bakış açısını bu tarihin yarattığı algı belirliyor zaten. Çerkesler kendi yurtlarındaki savaşı kaybettiğinde, bu yüzden bir takım hainler “halifenin toprakları” propagandası yaparken, o propagandanın peşinden Osmanlı’ya gelenler cephelere sürükleniyor.

Uzun lafın kısası, Çerkeslerin kendi yurtları üzerinde yaşama hakkını elinden alan bütün aktörler, bu soykırımın failidir. Çerkes soykırımı vahşetin fiilidir, bu fiili harekete geçiren bir çok aktör vardır ve bu aktörlerden hepsi kendi çıkarlarının politikalarını gütmüşlerdir, hiçbirisi Çerkes halkının çıkarını düşünmemiştir. Biz kaderimizi değiştiren ve bize tarihin  en büyük zararını veren bu soykırım fiilini yalnızca fiilin sonucuna göre tartışarak hiçbir yere varamayız, varamıyoruz da. Soykırım fiilinin sebebini de düşünmeliyiz, sebep-sonuç ilişkisini de ortaya sermeliyiz. Çünkü bu fiilin sonucunun bizi taşıdığı şu kader, tam da sebebin ortasıdır. Bu yüzden biz, sebep olan aktörlerden birinin, şimdi paramparça olmuş bütün coğraflarındayız. İşte bunun adına da, Çerkes sorunu diyoruz. Çerkes sorunu; Çerkeslerin kendi yurtlarında olamamalarının sebebidir  ve sebebin sonucudur. Sebep ile sonuç arasındaki tarihin kalbindedir.

Soykırım fiilinin sebebini es geçerek sonucuna odaklı düşündükçe, aynı hataları tekrar edip duruyoruz. Bu hatalardan sebeplenen değişik sonuçlarda buradan ortaya çıkıyor.

Kafkas Sürgünü, Kafkas Diasporası, Kafkasyacılıkların bin türlüsü vs. Kafkas Soykırımı da yakında tekrar eden hataların birinden sebeplenerek bir sonuca dönüşecek neredeyse..

###

Çerkes sorununun çetrefilli bir sorun olduğunu yazmıştım, bu sorunun iki büyük kesimi var. Bir kesimi diaspora Çerkesleri, diğer kesimi anavatan Çerkesleridir. Bu iki kesimin yaşadığı kendi gerçeklikleri vardır. Yani ne anavatanı, ne de diasporayı kendi gerçekliklerinden bağımsız tartışamayız. Tartışmaya kalkarsak, işin içinden çıkamayacağımız gibi, tartışmaya bir sonuçta doğuramayız. Bu  yüzden, diasporanın kendi gerçekliğini, anavatanın da kendi gerçekliğini ortaya koyması lazım, ortaya konulan bu iki gerçeklik arasında bir köprü kurulması da lazım. Çünkü her ne kadar farklı gerçeklikleri olsa da, ancak iki taraf birden Çerkes halkının kaderini değiştirebilir. Diasporanın ebediyen Çerkes kalabileceği bir demokrasi biçimi yok. Hiçbir zaman da olmayacak, çünkü diasporanın yaşadığı topraklar, kendisiyle baştan aşağı farklı. Anavatan ise diasporasız hep eksik.

Daha önce Jıneps Gazetesinde yazdığım “Kültür Çerkesçiliğinden, Siyaset Çerkesciliğine İlişkiler: 3 – Kitlesel Dissosiyatif Bozukluk” yazısında toplumların bireylere benzeyen hastalıklarından şöyle bahsetmiştim:

Toplumlar psikolojik olarak bireylerle aynı hastalıkları yaşayabilirler. Sonuçta toplumun temeli bireydir ve bir toplumdaki tüm bireyler aynı travmaları bir tarih olarak yaşamışsa, psikolojik olarak kitlesel bir hastalıkta kaçınılmaz olur. Dissosiyatif bozukluk psikolojik bir rahatsızlıktır ve genellikle bireyin küçükken yaşadığı bir travmaya beyninin dayanabilmek için başka bir kişilik veya kişilikler yaratması olarak açıklanabilir. 

Aynı şekilde, toplumlar psikolojik olarak bireylerle aynı acıları, aynı travmaları, aynı duyguları, aynı hasretleri ve umutları da taşıyabilirler. Arada bir köprü olmadığı sürece ve bu köprü, Çerkes sorununu her iki tarafın kendi gerçekliğini dikkate alarak ortaklaştıramadığı sürece, iki tarafta birbirinin eksikliğini çekecektir.

Türkiye Diasporasının bir bölümü, anavatanın hiçbir gerçekliğini dikkate almadan bir rol üstlenmektedir. Bu rol, Çerkes sorununu çözüme kavuşturmaktan ziyade, bu sorunu bir silaha, bir koza çevirmeye yöneliktir. Rusya’da Ermeni Soykırımı tanındığında, hatırlayacaksınız; “Türkiye’de Çerkes soykırımını tanısın!” gibi bazı söylemler medyaya düşmüştü. En iyi niyetle söylüyorum, eğer bu söylemleri düşünenler gerçekten Çerkes soykırımının tanınmasıyla ilgili bir şeyler yapmak isteyen kişilerse bile, tam bir ilkesizlik, bir hazırcılık, bir düşüncesizlik ile kendileri yetmez gibi bütün bir halkı rezil kepaze ediyorlardı. Çerkes Soykırımının Türkiye tarafından  tanınması kritik öneme sahip bir durum, fakat Çerkes Soykırımının Türkiye tarafından, Ermeni Soykırımına karşılık bir koz olarak tanınması bütün bu kritik önemi değersizleştirirdi. Kaldı ki, bu söylemi destekleyen insanlar Çerkes soykırımının diğer bir aktörünün de Türkiye olduğu gerçekliğini bile kavrayamayıp, gerçekten bunun olabileceğini mi düşünüyorlardı? Biz bir grup Çerkes, “Çerkes Soykırımı Tanınsın” sloganıyla kışın ayazında farklı şehirlerde standlar kurup, Çerkes soykırımını anlatan broşürler dağıtıp, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmak üzere imzalar toplarken, gelip bir ucundan da biz tutalım demeyen bir çok kimse, Rusya Ermeni Soykırımını tanıdığında, Türkiye’den misilleme olarak Çerkes Soykırımını tanımasını istedi. Açıkçası yüzümüzün kızardığı ender zamanlardan birisiydi bu. Çünkü Çerkesler, yaşadıkları trajediyi bir pazarlık konusu yapmamalıydılar.

Aslında ben fazla iyi niyetle de yaklaşıyorum, yoksa Türkiye ile Rusya arasındaki uçak krizi unutamayacağımız kadar yeni. O zamanı hatırlayın, o zaman bazı hayalgücü ürünleri; beşyüzbin kişilik ordu(lar) kurup Ruslarla savaşmaya hazırlıyordu Çerkesleri. İşte hayalgücünü buraya zorlayan bir zekadan Çerkes sorununda pozitif rol almasını bekleyemiyoruz.

Jıneps Gazetesi / Aralık 2015 : Kültür Çerkesciliğinden, Siyaset Çerkesciliğine ilişkiler (1)

Kültür Çerkesciliğinden, kimliğe dayalı bir siyasi Çerkesciliğin yaratıcısı biz değiliz, bitiricisi de olamayacağız, fakat çok açık ve net bir şekilde kaleme alabilirim ki; kararımız olmayan bu geçişin şu günlerde ki Çerkes halkına en verimli siyaset üretenleri de, bırakın üretmeyi; kimliğimize dayalı ve yaşadığımız gerçekliği göz önüne alarak gelecekte en verimli siyaset üretmeyi işaret edenleri de bizim içimizde ve çevremizde. Salona sıkışmış kalıpta, dört duvarın içinde cılız ve kısık, hatta kendisini bile işitemeyen kültür Çerkesciliğinin hazin son on yılı, giderek kendine ağırlaşan yapıları arasında neredeyse kırılmak üzere olan beli; kültürcülüğün hatalı olmasından ziyade, kültürcülüğün yanlış yorumlanmasından kaynaklı. “Politik Hat: Bizleri oluşturan nüveler(3): Kültür” isimli yazımda, kültürün ne anlama geldiğini ve diyaspora da nasıl okunduğunu ve işlendiğini anlattım, fakat burada da tek kelimeyle anlatmam gerekirse; kültürcülük yalnızca düğüncülük, kaşencilik, halujculuk olmamalıdır, birazcıkta dilcilik, adaletçilik, temasçılık olmalıdır diyebilirim. Nitekim, artık Çerkeslere, siyasi kimliklerinizi askıya bırakın ve içeri girin diyen dernek mantalitesinin çöküşünün arifesindeyiz ve herkes iyi biliyor ki, artık Çerkesler içinde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve siyaset gençlik tarafından, bizzat onlara siyaseti yasaklayanların bile zihniyetlerine girecek. Giriyor da!
İşte bu, kültürcülük ve siyasetçilik arasındaki ara geçişin etkileriyle, toplumun belirli kesimleri arasındaki çatlakların görülebilir bir hal alması da, siyasetçiliğin doğal politikası olarak okunmalıdır. Bu çatlağın, artık görülebilir hale gelmesine ise hiç üzülmemeliyiz, nitekim artık bunun ne kadar gerekli olduğu da ortaya çıkmış durumda değil mi? Bir yandan, Çerkesim demeyi hayatının her evresine entegre etmiş ancak Çerkesliğin en önemli nüvelerini hiçbir şekilde kendisinde barındırmayan bir yığın, Çerkesliğin tahrip olan nüvelerini ortaya çıkarmak isteyenlere karşı adeta “Çerkesim” demeyi yasaklar halde değil miydi? Çerkesim diyerek; utanmadan, sıkılmadan ve rahatça karşıt görüşteki insanlara ulu-orta küfür edenlerin varlığı ayyuka çıkmamış mıydı? Memleketi, içinde bulunan tüm kesimleriyle sürekli kana boğan bir savaşı durdurmayı üstelik bunu ayrım gözetmeksizin tüm toplumsal kesimlerin faydasına isteyenleri “yemek-kab” gibi ezik ve zavallı argümanlarla bastırmak isteyenler, dillerinin altındaki baklalarıyla “daha fazla savaş, daha fazla kan, daha fazla ölüm” diye kudururken, aynı kelimeyi aidiyet iması olarak kullandığımız için en az bir kere utanıyor değil miydik?  İş yerimizde, okulumuzda, sokağımızda, mahallemizde Türk arkadaşlarımız dahi bize beğenmeyen gider demezken, sözüm onlara bizimle aynı kaderi paylaşmış bu Çerkesler, beğenmeyen gider gibi ukalaca bize hitap ederken, ne hissediyorduk? İşte 150lik Çerkeslerin, içeriden içeriden çatladıkları ve çatlaya çatlaya uçuruma dönüştükleri bu durumun ortaya çıkmasından hiç rahatsız değilim. Ben onlardan, onlar da benden utanıyorlar; ne kadar adilce bir durumdayız..  Artık onlarla benim aramdaki farkın bir anlamı ve karşılığı var, onlar “Çerkez” ben “Çerkesim” ve aramızda tek harfi değişen bu ima, yalnızca bundan ibaret değil, onlar başkalarının tarihiyle bir yol bulmuş ve gidiyorlar, ben ise kendi yazılmış tarihimi klavuz edinmiş; “Çerkeslik İnsanlıktır” deyimine sadık, dünya ile bir Çerkes olarak bağlantı kuruyorum. İşte bu, kültürcülüğün kendini düğüncülük, kaşencilik ve halujculuk arasına alarak daralttığı, bizim ise bu kültürün bir nüvesi olarak gördüğümüz dilcilik, adaletçilik ve temasçılığın bir gereği. Dünya ile temas eden, kendi adalet anlayışı olan ve olguları bu anlayışla ele alıp kendi dilinde okuyabilen bir politik kültürcülük. Siyasetçilik!
Siyasetçilik, kendine kültürcülükte bir taban bulabiliyor ve bu tabanla, politik bir dizi teması da olabiliyor. Bunun anlaşılması basit, sonuçta giderek Çerkeslikten yozlaşan, biyo-çerkesler görünmez değiller ve üstelik gözümüzün önündeler, onları görmemek için bir çeşit körlük yaşıyor olmamız lazım ve bunu yalnızca yazarlar, aydınlar, enteller, kimlik savunucuları, post modern dönüşçüler değil, bir çoğu görüyor. Kimisi kampının etkisinde, siyaseti ne kadar reddetse dahi onu yaşayarak bunu görmezden gelmeyi denese, hatta görmediğini ilan etse de, onlar da görüyor ve bu görülme, bir kaç yıla kadar Çerkesim diyen herkesin inkar edemeyeceği bir hal alacak, gidişat böyle. İşte bu gidişatı şimdiden görebilen insanlar, kültürcülük ile kendini sınırlayan yerlerde artık refleksif bir siyasetçilik pozisyonu alıyorlar ve bu refleksif durum bir müddet sonra kendini bir bilince taşıyor, bu bilince taşınım; siyasetçilik yapanların çalışmalarına bağlı bir şekilde hızlı ya da yavaş olsa da, yozlaşmaya paralel şekilde direngenlik gösteren ürettiği siyasetin gidişatı da, ileri ki günlerde bilince ulaşımın hızının artacağını işaret ediyor. Ancak Kültürcülük, kendini siyasetçilik arenasında pek temsil edemiyor, aslında bunu istese dahi yapacak bir ön çalışması hiç olmadı, seçimlerden evvel kültürcülük üzerinden türkiye’nin en büyük Çerkes örgütlülüğüne sahip bir kurumun durumu da bunu işaretlemişti, ama az durun; o kuruma alternatif olarak kendini ortaya koyan ve kısa tarihinde bir dizi siyasi refleks göstermiş bir diğer kurumun da böyle olduğunu söyleyecek veriye sahibiz. Soykırımın yüzellici yıl anmasında, o kurum yöneticileriyle HDP arasındaki uyumluluk, kurumun tabanına yansıyabilmiş değildi. O kurumun oluşum süreci her ne kadar belirli bir çalıştaya ve hak taleplerine yönelik atakla başlamış olsa bile, bugün o kurumun en üst derece sorumlusunun, o kurumun nüvesi olan bir inisiyatifin ortaya çıkardığı bir diğer kurum olan siyasal kanatın altında tabanına yaklaşacak kadar cesur olamadı. Toplumsal muhalefetin tepkisini her geçen gün arttıran ve bugüne kadar Çerkesler için hiçbir olumluluğu gözükmeyen, elindeki kanı dünyanın her bir yerine bulaşmış bir terör örgütünü finanse ettiği belgeleriyle kanıtlı bir siyasal eğilimin çatısı altına girmeyi canı gönülden denese dahi, bunu da yapamadı. İki örnekte, kültürcülüğe sıkışmış, tabanını bu taraftan yakalayabilen yapıların, siyasetçilik kulvarındaki hezeyanı olarak okunmaya müsait. Karşıt kuvvetlerin de, bu açıkla ilgili çalışmaları oluyor, ancak tamamen Çerkes talepleri ve bu taleplerle birlikte Çerkeslerin, yurtlarına yönelik bir geleceği kurgulayan tabanı, bunu ütopya olmak dışında, mümkün olacak sınırları içerisinde değerlendiren; mevcut durum ve şartların değerlendirilmesini ve bir gerçeklik ile hareket edebilmesini küçük bir zümre deniyor, başarmaya çok yakın, ancak yolu çukur doldu bir zümre. Bugün o zümrenin, genişleyen dallarının bir kısmı kendini karşıt konumda pozisyonlatarak olsa bile kültürcülük için kendini kapatan tabana girdiği tartışılmaz bir konu.

Çerkes Müşterekliği Üzerine: 4

-Figana geçen başkalaşım-

Arayı soğutmakta üstümüze olmadığını düşünüyorum; belki çay içilecek bir dostla gezilecek günlerin seyri azaldı, ama gelinen noktada şunu çok net ifade edebilirim ki; toplumsal uzlaşı için olgunlaşan şartlar öyle kendi haline bırakıldı ki, artık çürüyor. Fakat tecrübe edinilmiş bir üslup, pratiğe dönüşmüş bir yanyana gelim, bir ilk, bir ikilik, bir üçlük.. birlik olabilme azmi, bunlar çürüyüp kargaya yem olacak türden değil, bunlar tekrar toprağa düşüp filiz verecek türdendi. Telaşem ise, buna vaktimizin kaldığına dair hiç yeşermemiş umudumun mahsülüdür. Yanyana hemen gelebilir miyiz? Buna dair bir program yok, ancak buna karşı senaryosu yazılmış bir şeyler, birileri, bir hareket gözle görünüyor. Anasından doğduktan 35-40 yıl sonra kendine yeniden isim verip, iletişim kanallarımızda cirit atan yüzsüz, kimliksiz, hayalet kişilikler; çorbaya düşmeye and içmiş sinekler gibi dolaşıyor. Uyku moduna girmiş düşünceler yeniden hortluyor, yeniden saçma sapan şeyler tartışılıyor. Taraflar; birbirini en hassas yerlerinden vurmaya dursun, bizden birileri de bu tiyatronun doğaçlama karakterine bürünüp hemen karşılarında “taraflaşıyor.” Biz bu tiyatro süregelirken söylediğimiz şeylerin farkındalığını yitirmeye ne kadar yatkınız? Halbuki, en son konuşulacak şeyler yine, yeniden daha başlamamış bir Çerkes Davasının içine girebildi. Bizim yanyana gelmemize ürken kişiler; figan etmeye ne tez başladı farkında mısınız? Bu başkalaşımı, odak kaydırma operasyonunu ve bunun bilinçli-bilinçsiz tüm provakatörlerini iyi analiz etmemiz gerekli. Zira bu senaryoyu yazanlar, müştereklerimizi dağıtacak kodları iyi biliyorlar. Toplumsal tabanımızın içinde açtıkları yarayı elbette bilecekler. Onların bilmediği şey; bizim müştereklerimizin 150 yılı defalarca aştığıdır. Pratik tarihte, tecrübeyle kazanılmış toplumsal hafızadır. Bizler de buraya yoğunlaşarak, onların açtığı yaralama operasyonuna karşı en büyük savaşı vermekle mükellefiz!

Halkımız için, insanlık, kardeşlik ve adalet için! Ayrıştırıcı Figanlara karşı, Birleştirici davamızı yükseltelim! Odağımız halkımız ve yurdumuz, amacımız ise birlikteliktir! Faşizmin intikam çığırtkanlığına karşı, yaşasın insancıl adalet arayışımız!

Çerkes müşterekliği üzerine: 3

*Müşterek Biriciğin Temel Uzlaşısı
Sorunlarımıza
karşı çözümler üretebilmek için, önce sorunlarımızı
kavrayabilmemiz gerekir. Aynı zamanda bir de bizim için neyin sorun
olduğunu anlayabilmek ve anlatabilmek için mantıklı, tutarlı ve
açık dayanaklarımız olmalıdır. Burada bir halk olarak tek
dayanağımız da tarihimizdir. İyi-kötü, güzel-çirkin,
sevdiğimiz-sevmediğimiz, savaşlı-barışlı, öyle-böyle olan,
ama bugün bize “Çerkes” kimliğini taşıyan, bu kimliğin
temeli olan ve bugün onun özgün varlığından yoksun olduğumuz o
tarih. Bu dayanağı reddedemeyiz, bunu reddettiğimiz an;
sağımıza-solumuza yazdığımız tüm Çerkeslik; başka bir şeyi
makyajlamak için kullandığımız bir araca dönüşür ve elbette
bugün bir çok tarafta bu makyavelist yaklaşım belirtileri de
açıkça gözükmektedir. Sağlı-sollu bu makyavelist hareketler ya
da karakterlerin Çerkesliği bencilce sömürmesine engel olmak
için, kimliğimizde dayanak olan tarihimizin üzerine
içeriden-dışarıdan, dostlardan-düşmanlardan,
bilinçlice-bilinçsizce indirilmiş perdeleri aralamak zorundayız.
Tarihin tüm gerçekçiliğiyle oluşmuş ve bugün aidiyet hissi
duyduğumuz bu kimliği netleştirmek; en çok bu kimliği
bulandırarak kendi amaçlarına araç edenleri üzeceğine hiç
şüpheniz olmasın. Bu kimlik, tarihsel gerçekliğiyle ortaya çıkıp
anlaşılmaya başladığında bir düşmanlık, bir saldırganlık,
bir bencillik oluşmayacak.. aksine bugün oluşmuş düşmanlıklar,
saldırganlıklar, bencillikler tamamen yok olacaktır. Bunun aksine;
bu kimliğin tarihsel varlığıyla sabitlenmiş gerçekçiliği
konuşmayı bir bölücülük, bir mikro milliyetçilik, bir ayrışma,
düşmanlaşma emaresi sayanlar, tüm bu tezleri ortaya atarak bir
panik havası yaratma gayesini yıllardır sürdürmekteler ve kendi
tarihlerinden bir şekilde kopmuş ve özgün varlıklarını bir
hikaye, öykü, masaldan ibaret sananlarda bu panik havasından
etkilenmekte ve tarihsel gerçekçiliği sorgulayan kişilere karşı
yürütülen sosyal linç kampanyasının parçası olmaktadırlar.
Halbu ki bizimde bilmemiz icab eden şey “Gerçeğin, birgün
ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu olduğudur” ve artık bu
süreç, engellenemeyecek biçimde yürürlüktedir. Dostlarımızın,
kardeşlerimizin, arkadaşlarımızın, kaderdaşlarımızın,
komşularımızın, köylülerimizin panik etmesine hiç gerek
yoktur. Çünkü bu süreç, iktidarda egemenlik algısıyla değil..
yabanda sürgün anlayışıyla yaşanmaktadır. Çünkü Çerkeslerin
egemen oldukları, iktidarda durdukları, baskın milliyetçilik,
faşistlik, ezicilik yapabilecekleri bir gücü-de, durumu-da,
niyeti-de yoktur. Çerkeslerin ve özellikle sürgün coğrafyadaki
Çerkeslerin, Çerkeslik için daha hayati meselesi vardır. Bu
hayati meselenin çözümüde, dayanak alacakları somut ve net
tarihin bugün kendilerini müşterek kıldığı asgari düzeyde
birleşmek ve kendileri için özgün talep iradesini oluşturmaktır.
Son bir-iki yıldır yaşanan tartışmalarda tamamen bunun
üzerinedir. Bugün Çerkeslerin diğer halklarla aralarındaki bütün
düşmanlığın, kültür çatışmasının ve kavganın sebebi;
Çerkeslerin kendi tarihsel birikiminden yoksunluğu yüzündendir.
Kendi tarihsel belleğini bilmeyen, idrak edemeyen Çerkeslere,
sürgün coğrafyalardaki bölgesel iktidarların bir bellek
oluşturması sonucunda, Çerkesler için, iktidarların tanımladığı
“dost-düşman” kavramının varlığıdır bugün hala içimizde
bir ur gibi duran düşmanlık mantıkları. Oysa bugün sıradan bir
Çerkesin, Türkiye’de kendine düşman olarak gördüğü hiçbir
halkla alıp veremediği yoktur. Yani anlatmak istediğim; bir
düşmanlıktan ve çatışmadan söz edildiğinde bu Çerkesler için
tamamen, kendi somut tarihinin kendine taşıdığı özgün
kimliğinden yoksun olmasından kaynaklıdır. Bu başkalaşım
ciddiye alınmadıkça, bunun üzerine çözümcü yaklaşımlar,
gerçekçi ve bilimsel olarak düşünülmedikçe, Çerkeslik
1860’dan 1923’e – 1923’ten 1980’e kadar, başkaları tarafından
yazılan çarpıtılmış-çarpıtılmakta olan, bulandırılmış-net
olmayan tarihten kurtulmadıkça; bugün Çerkesliği hangi kavramsal
ilkeler etrafında çözümlerseniz çözümleyin, sağlıklı bir
sonuç, yürünebilir bir yol elde edemezsiniz. Çünkü, bir yerinde
“gerçek” olmayan tarihi yaşayan insanların “dayanak”
aldıkları temelinde bir bozukluk, onları yükseldikçe
sallanacak-sarsılacak bir duruma taşır. Bu sarsıntılar; uzun
emekler verilmiş ve bedeller ödenmiş bir davaya inanan insanları
toplumsal depresyona, umutsuzluğa ve karamsarlığa sürükler.
Bunlarda ciddi sorumsuzluklardır. Hatta sorumsuzluklardan da ötedir;
maddi veya manevi satılmışlık, iktidar veya muhalefet için, din
veya dava için insanları bir aldatmaca etrafında yoran alçaklık
olacaktır.
Bugün,
sağdan-soldan (Kemalist, Müslüman, Devrimci, Kuvayici, Birleşikçi,
Öyleci Böyleci) damar alıp kan bulan hareketlerin, (ki içlerinden
bazılarıyla ortak kaygılar, amaçlar ve hedeflerde taşıyorum) bu
soruna karşı çözümcü hiçbir yaklaşımı göremiyorum. Aksine
görünen; bugün önümüzde güneş gibi parlayan bir gerçeğe
körelerek, başkalarının Çerkeslere yazdığı uydurma tarihin
150 yıldır ördüğü Çerkes karakterini sahiplenmişçe
davranmakta olduklarıdır. Çok üzücü ve düşündürücü bir
haldir bu. Zira, bu hareketleri “diğer/başka” amaçlarının
dışında en başta “Çerkes/aynı” oldukları noktada
değerlendirmezsek ciddi bir hata etmiş oluruz. “Çerkes
müşterekliği 2” yazımda;
bir
çok özgün hareket varken, yani aslında amacın kendisi,
dallanıp-budaklanmadan ortada dururken, bunların Çerkesi, Kürdü,
Lazı, Arabı vs. olmasının amacı nedir?”
diye
sorgulamıştım. Aslında cevap basit; Müslüman Çerkes; Allah’ın
varlığına ve Hz. Muhammed’in onun resulü olduğuna inanan,
Allah’ın Hz. Muhammed ile “insanlığa” tebliğ ettiği
Kur’an’da belirtildiği üzere vicdan hukuku ve ibadet biçimi
sürdüren Çerkesdir. Fakat Müslüman Laz’da; Allah’ın varlığına
ve Hz. Muhammed’in onun resulü olduğuna inanan, Allah’ın Hz.
Muhammed ile “insanlığa” tebliğ ettiği Kur’an’da belirtildiği
üzere vicdan hukuku ve ibadet biçimi sürdüren Laz’dır.
Marksist
Leninist Devrimci Çerkes ile Marksist Leninist Devrimci Laz’da
mesela Çerkes ve Laz’lık dışında aynıdır. Anarşistte,
Kapitalistte tamamen benzeridir. Ben Çerkeslerin, “devrimci,
evrimci, müslüman, ateist” olarak derlenmiş hareketler
oluşturmasından rahatsız değilim. Bende derlenmiş bir hareketin
içinde Çerkesim. Beni anlayabilecek insanlara ihtiyaç duyuyorum ve
kendilerini anlayabilecek insanlara ihtiyaç duyanlara da saygı
duyuyorum. Herkesin yaşama farklı bir bakış açısının
olabileceğini de kabul etmek gerekir ve yaşama bakış açılarında
ortak bir paydada buluşabilen Çerkeslerinde, Çerkes meselesini
konuşmak için derlenme ihtiyacı mutlaktır. Bu demek değildir ki,
“Çerkesliği” bu derliliğin buluştuğu ortak payda için
araçsallaştırmak
gerekir.
Buluşulan ortak payda ile ilgili, özgün mücadele verilebilecek
yerlerde,
derli-dersiz, örgütlü-örgütsüz bulunulmalı ama Çerkesliği,
bu derliliğin buluştuğu ortak paydanın ilkeleriyle ele alarak, bu
paydaya aykırı Çerkeslere karşı düşmanlık, nefret, kin ile
yaklaşılarak, bitmek tükenmek bitmeyen ve hiçbir sonucu olmayacak
tartışmalar açılmamalıdır. “Çerkes Müşterekliği: 2”
yazımda yazdığım gibi: “
Sosyalist
bir Çerkesin, milliyetçi bir Çerkesi eleştirmesi çok kolaydır.
Müslüman bir Çerkesin, inançsız bir Çerkesi eleştirmesi de çok
kolaydır. Bu eleştiri biçimi uzar gider, sonuçta; birbirine zıt
iki anlayışın ilerleme alanı, birbirini eleştirdiği ve destek
görebildiği genişlikte olur.

 
Amacımız,
Çerkesliğin yanına iliştirdiğimiz diğer kimliğimiz olduğunda;
asimile olmakta olan, bir çıkış yolu bulamamış,
siyasileşemeyen, iradesiz, uzlaşılmış bir talepten mahrum bir
kimliğin, ayrı düşünen öbekleri olarak “diğer amacımız”
için “aynı sona varıma” gittiğimizi göremeyen olmamız
normal değil mi? Dayanağımız tarihimizin tüm Çerkeslere
müşterek kıldığı özelliği, amacımız da bugün yok olmakta
olan bu özelliği korumak olacak şekilde, bu yok oluşa karşı
ciddi bir “ret” çekene kadar Çerkes müşterekleri etrafında
ortak bir talep yaratacak bilinci oluşturmak için asgarilerimiz
etrafında uzlaşmamız gerekmekte. Bu uzlaşma, Çerkesliğin
tarihsel dayanaklarının ortaya çıkaracağı ilkeler ile
sabitlenmelidir. Dini, ideolojik ve ekonomik bakış açılarından
arınmış, gerçek tarihden kök alan bir uzlaşıyı
sağlayabilirsek, bugün içine battığımız asimilasyonu yaracak
güce hızla ulaşabilir ve amacı “Çerkesliğin Yaşamı” bir
talep toplumumuzu da arkasına alacak güçle savunulabilir. Tarihsel
tecrübelere bakılınca; istatiksel verilerin yarattığı kimli
ğin
hiçbir birleştirici etkisi bulunmadığını da ayrıca anlatmama
gerek var mı? Bugün, bazı obsesiflerin kişiliklerin etkin olduğu
Çerkes hareketlerinde “Emek – Kimlik” gerçekliği, “Çerkes
kimliğinin %90’ının emekçi olduğunu” iddia ederek; kendi
yarattıkları “emek” kavramını ilkesel bir duruş olarak şart
koşması gibi örnekler incelendiğinde, bunun karşılığında
ortaya çıkabilecek ve daha gerçekçi bir analiz olan Çerkes
kimliğinin %99’u Müslümandır o halde “İslam” inancının
kavramı ilkesel duruş olmalıdır diye şart koşacak örneklerin
oraya çıkması durumunda nasıl bir yorum yapacakları kuşkuludur.
Kaldı ki zaten böyle istatistiksel verilere dayanarak bir kavramsal
ilke fetişizmi yaratmak, farklı ve karşıt bir grubun aynı
yöntemle bir kavramsal ile fetişizmi yaratmasına karşı koyduğu
an kendisini de çürütecektir. Aslolan; yadsınamaz gerçek
sayılacak ve tümüyle bu halkın her bireyini kapsayan (inancıyla,
sınıfıyla, mücadelesiyle, yaşantısıyla) müştereklerimizin,
Çerkes halkının sürgün coğrafyalarda bugün içinde bulunduğu
duruma karşı gerçekçi bir çözüm konusunda bir araya gelebilme
iradesine katkı sunmaktır. Bunun içinde, kibirler bir kenara
bırakılmalı ve herşeyi bilicilik, herşeyi yoruculuk huyundan
vazgeçilmelidir. Etrafına aldıkları 3-5 kişiyle kendi dar
kampını oluşturarak, geniş anlamda kendilerine benzemeyen herkese
saldıran anlayış terk edilmelidir. Zaten bunlar olduğunda,
müşterek tarihimizin bizi bir araya getireceği uzlaşı da daha
rahat ve sancısız bir şekilde gerçekleşebilir.

Çerkes müşterekliği üzerine 2

-Birlik ve
beraberliğin önemi-

Bir amaçta
netleştikten sonra, o amaç için güçlenilir. Amacı
dallandırıp-budaklandırmaya, dolandırmaya, çeşitlileştirmeye
hiçbir gerek yoktur. Zaten bugün, esasını aldıkları adla,
mücadele verdikleri kulvar arasında adeta herkes “Çerkes” için
biricikleştiğini iddia ediyor. Ancak yaşanılan tartışmalar ve
son durum bize; “Çerkes” için biricikleşilmediğini,
Çerkesleri “bir şey” için biricikleştirdiklerini
göstermektedir. Bu durum hakkında, herhangi bir Çerkesin herhangi
bir itirazı veya desteği olabilir. Örnek vermek gerekirse;
Müslüman bir Çerkesin, islam ile alakalı bir biricikleşmeyi
destekleme ve islama aykırı bir biricikleşmeye itiraz etmesi, buna
karşın başka bir Çerkesin, islam ile alakalı bir biricikleşmeye
itiraz etmesi ve islama aykırı bir biricikleşmeyi desteklemesi
gibi, çokta çoğaltılabilecek durumlar gösterilebilir. Yani,
herhangi bir Çerkesin, Çerkesliğinin tam önünde ya da arkasında
taşıdığı ikinci kimliği mutlaka vardır, fakat bu ikinci
kimliğe dayalı bir yolun Çerkes halkını tamamen temsil etme gibi
bir şansı yok denebilecek kadar zayıftır. Bugün,
adına-hareketine-örgütüne Çerkes koyanlar her yapının bunları
iyice anlaması, araştırması, tartışması ve karar vermesi
gerekir. Çerkeslik bir davaya mı entegre edilecek, yoksa amacı
Çerkes Diasporasının dün yaşadığı problemleri anlayan, bugün
yaşamakta olduğu sıkıntıları kavrayan ve yarına sorunsuz bir
Çerkeslik bırakmak isteyen bir Çerkes davası, halkının zihnine
entegre edilecek? Açık olmak gerekirse, ikiside bir sorumluluktur.
Fakat sorumlulukların bulundukları şartlara göre asgari
sıralamaları da vardır. Bugün Çerkesler, bir davaya entegre
olacak düzeyde birikim sahibi değillerdir. Hatta, yaşadıkları
bölgelerde egemen olanların onlar için biriktirdiği suni
vasıflarla, etkisinde kaldıkları egemenlerin biriktirmek
istedikleri yere dolmaya hazır ve nazır durumda olduğumuzu
söylemek bile mümkün olabilir. Önceki yazımda-da belirttiğim
gibi, belki bu sorunların bir çok nedeni vardır, fakat temeli;
kendi müşterek tarihinden uzaklaşması ve başkalarının
kendileri için yazdığı tarihe tutunmasıdır. Bu sorunları
gerçekçi olarak, bilimsel düzeyde ele almak ve bugün Çerkes
Diasporasının tarihinden kopuk yapısını, tarihine
yakınlaştırarak toplumsal vicdanı oluşturmak gerekir. Bugünlerde
birileri tarafından söylenen o “toplumsal vicdan”ın kökeni,
Çerkesya halkının müşterek tarihinin derinliklerinden
gelmektedir. Çerkesya halkının Türkiye kopuntusunda ne yazık ki
hem o vicdanı oluşturan tarih silikleşirken hem de o tarihin
hepimizi müşterek kaldığı mirası tehlikeye girmektedir. Çerkes
halkı, kendini müşterek kılan tarihinden uzaklaştıkçada,
başkalarının kendileri için yazdığı tarihte ne yazık ki
istenildiğinde katil, istenildiğinde kahraman olmaya, o tarihi
yaşamaya mahkum olacak ve bu mahkumiyet, diasporanın tarihinden
tamamen uzaklaşması ve müşterek tarihinin kendine miras bıraktığı
değerleri de tamamen yitirmesiyle son bulacaktır. İşte bizim
içinde, farkında olmadan hızla gittiğimiz yerde ne yazık ki bu
sona varımdır. Çerkes halkının bu “sona varıma” gidişini
durdurmak için bir çok yol olsada, bugün içinde yaşadığımız
şartlar ne yazık ki her yol için bazı sorumlulukları yükümlü
hale getirmektedir. Bu sorumluluklar gözardı edilerek, yokmuş gibi
davranılarak, “at gözlüğü” ile bakılarak gidilecek türden
değildir. Kişiler, kendilerini ne kadar geliştirirse gelişltirsin,
kendilerini ifade edecekleri kitlelerin, o kişileri önce
dinleyebilmesi ve en önemlisi de sonra anlayabilmesi gerekir.
Halbuki bugün, son 150 yıldır yoğun bir şekilde bize tarih yazan
egemenlerin tarihini yaşamaktan ötesi olmayanlar büyük bir
çoğunluk içinde ve ne yazık ki kendilerini kontrol eden bir
otokontrolle, bazı şeyleri duymamakta kararlılar. Onların bu
kararlılığı özgün bir irade olmamakla birlikte, kabul etmek
gerekir ki söz konusu olan bir irade de, ancak onlarla mümkün
olabilmektedir. Hiç kimse onlara rağmen, onları dışlayan ve
Çerkes halkını kapsayan bir iradeden söz etmemelidir, zira bu
durum; bugünlerde diasporada en çok raslanan “siz kimsiniz ki
çerkesleri…” tartışmalarını doğurmaktadır. Bu tartışmalar
ise toplumsal olarak asgari düzeyde uzlaşabileceğimiz herşeye
zarar vermekle birlikte, bizleri müştereklerimizin çok dışında
farklılaşmış bir kamplaşmaya itmektedir. Çerkesler, A-B-C-D
olarak kamplaşıp, kendi içinde tartıştıkça, asıl problemleri
görmemekte ve sona varıma daha da yaklaşmaktadır. Diyaspora
olarak, sona varımın hangi aşamasında olduğumuzu tahlil etmeden,
sanki henüz daha bunun başındaymışız gibi, çok hızlı bir
şekilde bunu atlatabilecek güçteymişiz gibi davranma lüksümüz
olmamalı. Fakat biliyorum ki, çılgın radikallerimiz var. Jineps
Gazetesinin 2015 Ocak sayısında yayımlanması muhtemel olan
yazımda bir itibar açlığından bahsedeceğim. İşte orada
bahsedeceğim “İtibar Açlığı” burada bahsettiğim “çılgın
radikaller” içinde geçerli. Bir düşüncede kamplaştıktan
sonra, kendi kampımızda olmayanları suçlamak çok kolaydır.
Sosyalist bir Çerkesin, milliyetçi bir Çerkesi eleştirmesi çok
kolaydır. Müslüman bir Çerkesin, inançsız bir Çerkesi
eleştirmesi de çok kolaydır. Bu eleştiri biçimi uzar gider,
sonuçta; birbirine zıt iki anlayışın ilerleme alanı, birbirini
eleştirdiği ve destek görebildiği genişlikte olur. Fakat
esasında soru; herşeyin yerinde ve yeteri kadar olup olmadığı?
Sınıf hareketini, kimlik hareketine bütünlemek Türkiye’de
popüler olsa bile, bunu popüler kılan yapıların kimlik
bilinciyle, Çerkeslerin kimlik bilincinin eşit olmaması ve bu
durumun bu şekilde incelenmeden, tahlil ve analiz etmeden mutlak bir
yolmuş gibi devreye sokması, acaba Çerkes Diyasporasının
çoğunluğunda nasıl bir etkidir ve bir tepki doğurmakta mıdır?
Gerçek sorunları, olağanca şeffaf bir biçimde önümüze
koymalıyız. Kişisel bir tavır sahibi olmak, insanı yolunda
karakter sahibi kılsa bile, kişisel tavrımızı tüm toplumsal
inkara rağmen bir topluma dayatmak da toplumsal olarak gidilen bir
yolda, eşit derecede kişiyi karaktersiz bir kişiye bürür.
Hepimiz hayatımızın bir bölümünde yanlış yapabiliriz, ancak
bu yanlışın esiri olmamak gerekir. Bu yanlışın esiri olmaya
başladığımız an, bu yanlışı çürütecek her doğruya
saldırarak, doğrudan saparız. Kibirli insan oluruz. Bizim,
kişisel kibirlerle minimize olmaya değil aksine bu kibirleri
yenmeye ve birlikte olmaya ihtiyacımız var. Bunu herkese
anlatabilmek imkansız, ancak çoğunluk olabilmek mümkün. Çoğunluk
olmak ise “Çerkesler” olabilmeyi başarabilmek demektir. Eğer
birlikteliklerimiz bir biricik etrafında oluyorsa, biriciğimiz de
Çerkeslikse, bu biricikler etrafında bir araya gelebilen zümrelerin
amacı “Çerkesler” olabilmeyi başarmak değil midir? Bir daha
hatırlayalım o zaman: Toplumsal müştereklerimiz etrafında
toparlanamayacaksak, bu müştereklerimize rağmen, bazı başka
gerçekleri-inançları-kavgaları bağırarak ayrılacaksak
“Çerkeslere rağmen” nasıl “Çerkesler” olacağız? Peki
Çerkesler olamadan hangi talebi, ciddiye alınacak güçte
seslendirebiliriz? Eğer müştereklerimiz etrafında
birleşebilirsek, Çerkesler olabiliriz. Nasıl ki Sosyalizmin
müşterekleri, enternasyonali oluşturuyorsa ve “devrim” bu
enternasyonalin gücü oluyorsa.. bir mücadeleye girişildiği
vakit, o mücadelenin amacına yönelik müştereklerin bir araya
gelip, bir güç oluşturması gerekir. Bu insanın toplumsal tabanlı
tüm hareketlerinin şartlarından biridir. Örgütlenmek demek,
müşterekler etrafında toparlanmak demektir. O halde tüm Çerkes
örgütlerinin, müştereklerini ortaya koyması gerekir. Eğer
müşterekler, Çerkesler ile oluşmuyorsa, örgütün kendine neden
Çerkes öznesini seçtiğini de düşünmesi gerekir. Devrimci
Çerkes örgütlerinin müşterekleri, devrimci gelenek- amacı da
Çerkeslerle devrime girişmek midir ya da İslami Çerkes örgütleri?
Ya da a-b-c’ci Çerkes örgütleri? O halde, kendi örgütlerine
seçtikleri özne, Çerkesleri amaçlarına yönlendirmek için
sayılabilir mi? Yani Leninist bir Çerkes, Leninizmi muzaffer kılmak
için, bazı Çerkesleri Leninist mücadele için örgütlemek
istiyor? Olabilir. Ya da Kemalist, ya da İslamist, ya da … halbuki
onların örgütlü yapılarındaki bir çok çeperin kendilerine
ulaşmasındaki en önemli şey, Çerkesliktir. Çünkü Leninistler
için Leninist, Kemalistler için Kemalist, İslamcılar için
İslamist mücadele yürütecekleri bir çok özgün hareket varken,
yani aslında amacın kendisi, dallanıp-budaklanmadan ortada
dururken, bunların Çerkesi, Kürdü, Lazı, Arabı vs. olmasının
amacı nedir? Hiçbir fikrim yok. Bende, Çerkes halkının bir ferdi
olarak, Çerkesleri asimile eden sebeplere karşı bir araya
getirecek müşterekleri anlamayı, Çerkes halkının, halk olarak
kendine yönelen tehditlere direnebileceği bir mücadeleyi
oluşturmayı istiyorum. Akabinde, sınıf tabanlı mücadelemde,
kendi ideolojik kavgamıda verebiliyorum. Zaten bu iki mücadele, iki
gerçekle yol almaktadır ve birbirine alternatif değildir. Fakat,
işçi sınıfının kavgasına; henüz kendini anlayamamış bir
halkı entegre etmeye çalışmak, hem o halk için hemde işçi
sınıfının kavgası içinde fayda sağlayamaz. Eğer bir halk,
kendine özgün tehditler (asimile olma, kültürsüzleşme, vs.) ile
baş edemiyorken ve bunlara karşı, binlerce yıllık
müşterekleriyle bile bir araya gelemiyorsa, zaten o halkı başka
müşterekler etrafında birleştirmeye çalışmanında akla hizmet
edeceğini söyleyemeyiz. Her hırsatta, herkes kendi Çerkes
profilini baz alarak; işte bu profilin dışında kalanlara karşı
kötü suçlamalarda bulunuyor, halbuki halihazırda bulunan Çerkes
profili, işte bu tip suçlamalardan bıkmış ve usanmış, gençliği
halkı adına umudunu yitirmiş bir haldedir. Binlerce yılın
müşterek tarihiyle oluşan Çerkes profilini, bir kaç
ideolojik-inançsal revizeyle, kendi düşünceleri içinde eritmek
isteyenlere karşı; binlerce yıldır süregelerek oluşan bu Çerkes
müşterekliği, birgün kendisine takılan tüm budaklardan
arınarak, gövdesinde güçlenebilirse, yani en iyi Türk askeri, en
iyi komünist, en iyi müslüman, en iyi kapitalist gibi dallardan
arınarak, “en iyi Çerkes” olmayı başarabilirse, işte bugün
ortalık bulandıranlara en güzel cevap verilecektir. Aynı
zamanda, Çerkeslik ağacının gövdesi güçlendikçe, kendisiyle
birlikte bu halkın içinden çıkacak diğer düşüncelerde
güçlenecektir. Bugün, gövdesi(Çerkesliği) çok zayıf kalmış
bir ağaçtan(halktan), çok iri dallar(düşünceler) beklenmekle
hata yapılmaktadır. Bu ağırlıklar altında, gövde(Çerkeslik)
dahada zayıf düşmektedir. Müşterekler etrafında netleşmek,
bugün yok oluşa karşı dirençli bir güç oluşturmak gerekiyor.
Zira, Çerkeslik; tüm güzel sözlerin ardında artık tarihteki en
zayıf konumundadır, pamuk ipliğindedir. Bir halkın kimliği
dilidir ve bugün Çerkes dili, diyasporada yok olmaya yüz
tutmuştur. Bir halkın tarihinden kopukluğu, kendi geleneklerinin
sönümlenmesidir ve bugün Çerkes halkı tarihinden çok uzaktadır.
Müşterekler etrafında birleşerek, Çerkesliğe karşı
sorumluluklarımızı yerine getirmenin zamanı çoktan geldi, bu
artık kendine Çerkes diyen her birimizin görevidir. Birleşerek
irade oluşturmak için geç olsada, hiçbir şey için çok geç
değil. Bu saçma-sapan tartışmalardan arınarak, Çerkes halkının
ihtiyaçlarına yönelik talepleri savunacak müşterek bir harekete
ihtiyacımız var. Bugün değilse ne zaman? Biz değilsek kim?  

Çerkes müşterekliği üzerine 1

Birlik ve Beraberlik
üzerine__*
Yaşadığımız
dünyada, dünyayı paylaştığımız diğer canlıların temel
ihtiyaçlarını karşılamak için sahip oldukları donanımlarına
kıyasla çok zayıf konumda olmamıza rağmen, insanlar olarak
müşterek hareket edebilmemiz, bizi yaşadığımız dünyaya yön
verebilecek güce sahip canlılar yapabilmiştir. Müşterekleri
oluşturan tarihsel serüvende, bu gücün farkında olan ve bu güce
ne yazık ki hükmederek yanlış kullananların bir sonucu olarak
hem insanın-doğaya ekolojik hemde insanın-insana politik olarak
çıkardığı krizler tartışmaya açıktır. Fakat burada, sorun;
insanın müştereken yaşamayı başarabilmesi değil, müşterek bu
yaşamı kendi siyasi hareketine kanalize eden kötü bir niyetin
varlığına ve sonuçlarına rağmen, müşterek bu yaşamı daha
huzurlu ve güvenli bir harekete kanalize edecek olanların hala
müşterekler etrafında tutunmayı anlayamamasıdır. İnsanın
tarihte inkar edilemez bir şekilde müşterekleştiği evreler;
“aile, sülale, kabile, millet, ulus, devlet” olarak
görülmektedir. Müştereklik; amaç için güçlenmektir. Amaçlar
ne kadar değişirse değişsin müştereklik, amaca giden yolun
temel gücü olarak durur. Müşterek olmak, insanın aciz yapısını
ortadan kaldıran, cılız gücü ve enerjisini bir güce dönüştüren
bir değerdir. Bugün amaçlarımız için müşterek olarak,
amacımıza giden yolda aciz kaldığımız herşeyi ortadan
kaldırmak ve cılız gücümüzü-enerjimizi amacımız için bir
güce dönüştürmek zorundayız. Bunu ancak, müşterek
olabileceğimiz bir amaç sabitleyerek başarabiliriz. Müşterek
olabileceğimiz bir amacı yaratabilmek için, kibrimizi,
nefretimizi, egomuzu ortadan kaldırmak, gerçeğe farkındalık
içinde dokunmak, anlamak, aklımızı çalıştırmak zorundayız.
Çerkesiz, diyoruz; bu ne insanlığın üstünde, ne de altında bir
durum. Çerkes olmak, dünyanın diğer halklarından daha güçlü
ya da daha zayıf olduğumuz veyahut olabileceğimiz bir şey değil.
Çerkes olmak; bizim hiçbir çaba sarf etmeksizin, tarihin bizi
müşterek kıldığı ve müşterek tarihimizi ördüğü sonucun
ibaretidir. Sadece tesadüfen Çerkes olmakla; ne tarihin gelişiminde
doğurduğu olumsuzluklardan kurtulunabilir ne de olumluluklardan pay
çıkarılabilir. Bugün ise Çerkes olmanın bazıları nedzinde
nedense yüksek bir değeri, pahabiçilemeyen bir önemi ve konumu
vardır. Eğer böyle bir şey mümkünse, bu tamamen tarihin bizi
müşterek kıldığı evrelerde, tümümüzün geçmişi
sayılabilecek insanlarımızın (atalarımızın) sorunlar
karşısındaki çözümsel yaklaşımları, gelişen etkilere karşı
özgün tepkileri veya tarihte kendilerine özgün yarattıkları
etkilerinden kaynaklanmaktadır. Eğer Çerkesliğin, tarihte
tehlikelere karşı savunmalarında, toplumsal ilişkilerindeki
şeffaflıkta, yaşam biçimlerinde ve doğayla aralarındaki
bağlarında muazzam bir çekiciliği varsa bu hepimizin tarihidir ve
övüncüdür. Ancak, bu övünç kaynakları bir Çerkesin, kendi
yaşadığı çağdaki tutumuyla örtüşmedikçe, övündüğüyle
yaşadığı arasında muazzam farklar varsa, bunun bir değeri
yoktur. Övüncü ile yaşamı çelişen, bir de; övüncünü zırh
yaşamını amaca çevirenler ise kendi tarihlerini sömürenlerden
ibarettir. Tarihinin övüncünü oluşturan karakterden çok uzakta
bir yaşam sürerken, övüncünü bir zırha çevirip; halkı için
çabalayan insanlara saldırmak ise, kuşkusuz ki yoksun olduğu
karakteri örtmeye çalışmaktan başkası olmayacaktır. Bizler,
müşterek tarihimizin bize sunduğu tüm farklılıklarımızı
ileriye taşımak ve gelecek nesillerle paylaşmak zorundayız. Fakat
bugün ne yazık ki, ileriye taşımak bir kenara dursun, onun
yavaşça yok oluşunu görmekteyiz. Bunu görmemek için kelimenin
tam anlamıyla kör olmamız gerekiyor. Bunu görerek, yokmuş gibi
davranmamız içinde aptal olmamız gerekiyor açıkçası. Buna
karşı çözüm üretebilmek, müşterek tarihimizin adını
kullanıyorsak, bununla övünüyor, bununla yaşıyorsak; boynumuzun
borcudur. Müşterek tarihimizin sonuçlarıyla yaşadığı halde,
bu tarihten bihaber ve onu görmeyen insanların bunu anlayabilmeside
çok zor. Daha önceki yazılarımda belirttiğim üzere; tarihi
1864ten sonra başlayan bir Çerkes jenerasyonu, 1864ten sonra
yaşadığı tarihe hükmedenlerin kendilerine biçtiği bir
misyonlara tutunmakta ısrarcılar. Çünkü o tarihe dahiller. Fakat
Çerkes tarihi, o tarihi de kapsamakla birlikte, o tarihi oluşturan
sebepleride kapsayan ve çok daha eskilere uzanan bir tarihtir. Bugün
ise başımızdaki en büyük bela, müşterek tarihin derinlerinden
bugüne uzanan tarihin, 1864den öncesi için bize karartılması ve
1864ten sonrası için bize yazılmasıdır. Bu belayı paramparça
edip, 1864ten öncesi için bize karartılan tarihimizi aydınlatmadan
ve tekrar, müştereklerimizle, müşterek tarihimizin bize miras
bıraktığı özgün varlığımızı yok oluşun ellerinden
kurtarmamız nasıl mümkün olabilir? Bugün bizi asgari müşterek
kılan şeye Çerkeslik diyoruz. Bu bir toplumsal sözleşmedir ve bu
sözleşmenin bir dili, bir vicdanı ve hukuku vardır. Tarihin bizi
kıldığı bu müştereklik, bu toplumsal sözleşme ve onun
değerleri; bugün her sınıftan ve görüşten Çerkesin ortak
değeridir. Hiçbiri, bunda bir diğerine göre daha fazla hak iddia
edemez. Her biri, kendi stratejileri çerçevesinde sorumluluklar
edinebilir ve faaliyetler yürütebilirler. Fakat, bu sorumlulukların
ve faaliyetlerin amacını; müşterek oldukları tarihi başka yöne
çekecek biçimde tayin etmemelidirler. Zira bugün, müşterek
tarihin hepimize eşit bir şekilde ve sorumlulukta miras bıraktığı
değerler büyük bir tehdit altındayken, böyle bir tehdidin
varlığını yok sayarak hareket etmek, bu tehdidi derinleştirmekte
ve toplumumuza dahada iliştirmektedir. Müştereklerimi etrafında
kenetlenmeli, müşterek tarihin bize miras bıraktığı
değerlerimiz için endişelenmeliyiz. Bu endişelere karşı çözüm
yolları düşünmeliyiz. Bu çözüm yollarını tek-tipleştirmekten
ziyada, her türlü çözüm yolunu irdeleyerek; müşterek
mirasımızın üzerindeki tehlikelere karşı örgütlenmeliyiz.