Ermeni Soykırımı ve Çerkesler

Bu konu ara ara açılır, tartışılır ve hiçbir sonuç elde edilmez. Bu konu ne kadar uzarsa, ne kadar gürültü koparırsa, eli halkların kanına bulaşmış katiller o kadar rahat nefes alırlar. Çünkü ortada tarihin tüm ağırlığıyla duran gerçek, etrafında kopan gürültüden ötürü fark edilmez olur. Bu tartışma basit bir tartışma değildir, özel bir tartışmadır. İtina ile üretilmiştir bu tartışma! Çünkü hem inkar edilemeyecek kadar gerçek, hemde kabul edilemeyecek kadar yanlış yönleri vardır bu konunun. Bu konunun doğurduğu 2 müdahil taraf, kendi gerçeklerini seslendirir. İki tarafta, kendi baktığı yönde haklıdır. Fakat tartışma bu ya; iki haklı varken, bir sonuç çıkaramaz. Bir sonuç çıkaramayınca iki tarafta birbirlerini kırdıklarıyla, üzdükleriyle kalır. Oysa bu tartışmaların dışında kalan bir taraf çok memnundur bu durumdan, niye olmasın ki zaten; kendi kirli işleri bir süre daha ertelenmiştir…

Eğer bugün ben, bir Çerkes olarak Ermenilerden özür dileyeceksem, Ermenilere soykırım yaptığımı kabul ettiğim için özür dilemeyeceğim; bugün hala bu tartışmalarda Ermenilere küfür eden Çerkeslerin adına özür dileyeceğim. Diliyorum-da.. Sık sık, açık-saçık diliyorum. Utanıyorum bu durumdan, yerin dibine giriyorum bir süre çıkamıyorum oradan çünkü. Hemen hemen aynı kaderi, farklı tarihlerde, farklı biçimlerle yaşamış olmamıza rağmen, tarihsel şartlar bu kadar yakınken empati yapamayan, iktidarın söylediğine inanıp Ermenilere düşman gözüyle bakan Çerkesler adına özür diliyorum. Nefret suçu işleyen, bizim kültürümüze uymayan, Çerkeslik adına Ermenilere nefret savaşı açan Çerkeslerden ötürü özür diliyorum.

Diğer taraftan, inkar edilemeyecek kadar gerçek olan bir konu: Ermeni soykırımı sırasında tetikçilik yapmış Çerkeslerin varlığıdır. Oysa bu tetikçi varlık Çerkeslerle sınırlı değildir, Kürtlerle sınırlı değildir, Araplarla, Lazlarla, Gürcülerle de sınırlı değildir. Bu varlık; o dönemin iktidarına maddi-manevi bağlarla bağlı olan Ermenileri de kapsamaz mı? Devlet iktidarının kadrolarında görev almış, maddi-manevi çıkarı için kendi halkına tetikçilik yapmış hiç mi Ermeni olmamıştır? Bugün Kürdistan’da, Kürtlere karşı savaşan Kürtler kadar, Çeçenistan’da Çeçenlere karşı savaşan Çeçenler kadar, Çerkesya’da Çerkeslere karşı savaşan Çerkesler kadar ağır bir gerçektir; 1915’te Ermenilere karşı tetikçilik yapan Ermenilerin varlığı. Fakat bu; “Ermeniler Ermenileri vurdu” anlamına gelemez. Eğer bugün biz; Osmanlı kadrolarında görev almış Çerkes varlığına şartlanarak, onlara dayanarak soykırımı tüm Çerkes halkına mal etmeye kalkarsak, gerçek sorumluları perdelemiş olmaktan başka hiçbir şey yapmamış oluruz. O kötü günlerde namlusunu Ermenilere çevirip ateş açan her tetikçi Devleti temsil etmektedir. Hiçbiri kendi halkını temsil etmemektedir. Sorumluyu tetikçilerin kimliğinde aramaya kalkmak; bu olayı kristalize etmekten, bugün tekrar nefreti körükleyip devletin istediği gibi yedeklemeler yaratmaktan başka hiçbir işe yaramıyor.

Acılarımız üstünde oyun oynanmasına izin vermeyelim. Acılarımızın etrafında koparılan gürültüye alet olmayalım; gerçek tüm ağırlığıyla orada durmaktadır ve er ya da geç ortaya çıkacaktır. Bugün bu gürültülerin esas sebebi, o gerçeği görünmez kılmaktan başka hiçbir şey için değildir.

Çerkes müşterekliği üzerine: 3

*Müşterek Biriciğin Temel Uzlaşısı
Sorunlarımıza
karşı çözümler üretebilmek için, önce sorunlarımızı
kavrayabilmemiz gerekir. Aynı zamanda bir de bizim için neyin sorun
olduğunu anlayabilmek ve anlatabilmek için mantıklı, tutarlı ve
açık dayanaklarımız olmalıdır. Burada bir halk olarak tek
dayanağımız da tarihimizdir. İyi-kötü, güzel-çirkin,
sevdiğimiz-sevmediğimiz, savaşlı-barışlı, öyle-böyle olan,
ama bugün bize “Çerkes” kimliğini taşıyan, bu kimliğin
temeli olan ve bugün onun özgün varlığından yoksun olduğumuz o
tarih. Bu dayanağı reddedemeyiz, bunu reddettiğimiz an;
sağımıza-solumuza yazdığımız tüm Çerkeslik; başka bir şeyi
makyajlamak için kullandığımız bir araca dönüşür ve elbette
bugün bir çok tarafta bu makyavelist yaklaşım belirtileri de
açıkça gözükmektedir. Sağlı-sollu bu makyavelist hareketler ya
da karakterlerin Çerkesliği bencilce sömürmesine engel olmak
için, kimliğimizde dayanak olan tarihimizin üzerine
içeriden-dışarıdan, dostlardan-düşmanlardan,
bilinçlice-bilinçsizce indirilmiş perdeleri aralamak zorundayız.
Tarihin tüm gerçekçiliğiyle oluşmuş ve bugün aidiyet hissi
duyduğumuz bu kimliği netleştirmek; en çok bu kimliği
bulandırarak kendi amaçlarına araç edenleri üzeceğine hiç
şüpheniz olmasın. Bu kimlik, tarihsel gerçekliğiyle ortaya çıkıp
anlaşılmaya başladığında bir düşmanlık, bir saldırganlık,
bir bencillik oluşmayacak.. aksine bugün oluşmuş düşmanlıklar,
saldırganlıklar, bencillikler tamamen yok olacaktır. Bunun aksine;
bu kimliğin tarihsel varlığıyla sabitlenmiş gerçekçiliği
konuşmayı bir bölücülük, bir mikro milliyetçilik, bir ayrışma,
düşmanlaşma emaresi sayanlar, tüm bu tezleri ortaya atarak bir
panik havası yaratma gayesini yıllardır sürdürmekteler ve kendi
tarihlerinden bir şekilde kopmuş ve özgün varlıklarını bir
hikaye, öykü, masaldan ibaret sananlarda bu panik havasından
etkilenmekte ve tarihsel gerçekçiliği sorgulayan kişilere karşı
yürütülen sosyal linç kampanyasının parçası olmaktadırlar.
Halbu ki bizimde bilmemiz icab eden şey “Gerçeğin, birgün
ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu olduğudur” ve artık bu
süreç, engellenemeyecek biçimde yürürlüktedir. Dostlarımızın,
kardeşlerimizin, arkadaşlarımızın, kaderdaşlarımızın,
komşularımızın, köylülerimizin panik etmesine hiç gerek
yoktur. Çünkü bu süreç, iktidarda egemenlik algısıyla değil..
yabanda sürgün anlayışıyla yaşanmaktadır. Çünkü Çerkeslerin
egemen oldukları, iktidarda durdukları, baskın milliyetçilik,
faşistlik, ezicilik yapabilecekleri bir gücü-de, durumu-da,
niyeti-de yoktur. Çerkeslerin ve özellikle sürgün coğrafyadaki
Çerkeslerin, Çerkeslik için daha hayati meselesi vardır. Bu
hayati meselenin çözümüde, dayanak alacakları somut ve net
tarihin bugün kendilerini müşterek kıldığı asgari düzeyde
birleşmek ve kendileri için özgün talep iradesini oluşturmaktır.
Son bir-iki yıldır yaşanan tartışmalarda tamamen bunun
üzerinedir. Bugün Çerkeslerin diğer halklarla aralarındaki bütün
düşmanlığın, kültür çatışmasının ve kavganın sebebi;
Çerkeslerin kendi tarihsel birikiminden yoksunluğu yüzündendir.
Kendi tarihsel belleğini bilmeyen, idrak edemeyen Çerkeslere,
sürgün coğrafyalardaki bölgesel iktidarların bir bellek
oluşturması sonucunda, Çerkesler için, iktidarların tanımladığı
“dost-düşman” kavramının varlığıdır bugün hala içimizde
bir ur gibi duran düşmanlık mantıkları. Oysa bugün sıradan bir
Çerkesin, Türkiye’de kendine düşman olarak gördüğü hiçbir
halkla alıp veremediği yoktur. Yani anlatmak istediğim; bir
düşmanlıktan ve çatışmadan söz edildiğinde bu Çerkesler için
tamamen, kendi somut tarihinin kendine taşıdığı özgün
kimliğinden yoksun olmasından kaynaklıdır. Bu başkalaşım
ciddiye alınmadıkça, bunun üzerine çözümcü yaklaşımlar,
gerçekçi ve bilimsel olarak düşünülmedikçe, Çerkeslik
1860’dan 1923’e – 1923’ten 1980’e kadar, başkaları tarafından
yazılan çarpıtılmış-çarpıtılmakta olan, bulandırılmış-net
olmayan tarihten kurtulmadıkça; bugün Çerkesliği hangi kavramsal
ilkeler etrafında çözümlerseniz çözümleyin, sağlıklı bir
sonuç, yürünebilir bir yol elde edemezsiniz. Çünkü, bir yerinde
“gerçek” olmayan tarihi yaşayan insanların “dayanak”
aldıkları temelinde bir bozukluk, onları yükseldikçe
sallanacak-sarsılacak bir duruma taşır. Bu sarsıntılar; uzun
emekler verilmiş ve bedeller ödenmiş bir davaya inanan insanları
toplumsal depresyona, umutsuzluğa ve karamsarlığa sürükler.
Bunlarda ciddi sorumsuzluklardır. Hatta sorumsuzluklardan da ötedir;
maddi veya manevi satılmışlık, iktidar veya muhalefet için, din
veya dava için insanları bir aldatmaca etrafında yoran alçaklık
olacaktır.
Bugün,
sağdan-soldan (Kemalist, Müslüman, Devrimci, Kuvayici, Birleşikçi,
Öyleci Böyleci) damar alıp kan bulan hareketlerin, (ki içlerinden
bazılarıyla ortak kaygılar, amaçlar ve hedeflerde taşıyorum) bu
soruna karşı çözümcü hiçbir yaklaşımı göremiyorum. Aksine
görünen; bugün önümüzde güneş gibi parlayan bir gerçeğe
körelerek, başkalarının Çerkeslere yazdığı uydurma tarihin
150 yıldır ördüğü Çerkes karakterini sahiplenmişçe
davranmakta olduklarıdır. Çok üzücü ve düşündürücü bir
haldir bu. Zira, bu hareketleri “diğer/başka” amaçlarının
dışında en başta “Çerkes/aynı” oldukları noktada
değerlendirmezsek ciddi bir hata etmiş oluruz. “Çerkes
müşterekliği 2” yazımda;
bir
çok özgün hareket varken, yani aslında amacın kendisi,
dallanıp-budaklanmadan ortada dururken, bunların Çerkesi, Kürdü,
Lazı, Arabı vs. olmasının amacı nedir?”
diye
sorgulamıştım. Aslında cevap basit; Müslüman Çerkes; Allah’ın
varlığına ve Hz. Muhammed’in onun resulü olduğuna inanan,
Allah’ın Hz. Muhammed ile “insanlığa” tebliğ ettiği
Kur’an’da belirtildiği üzere vicdan hukuku ve ibadet biçimi
sürdüren Çerkesdir. Fakat Müslüman Laz’da; Allah’ın varlığına
ve Hz. Muhammed’in onun resulü olduğuna inanan, Allah’ın Hz.
Muhammed ile “insanlığa” tebliğ ettiği Kur’an’da belirtildiği
üzere vicdan hukuku ve ibadet biçimi sürdüren Laz’dır.
Marksist
Leninist Devrimci Çerkes ile Marksist Leninist Devrimci Laz’da
mesela Çerkes ve Laz’lık dışında aynıdır. Anarşistte,
Kapitalistte tamamen benzeridir. Ben Çerkeslerin, “devrimci,
evrimci, müslüman, ateist” olarak derlenmiş hareketler
oluşturmasından rahatsız değilim. Bende derlenmiş bir hareketin
içinde Çerkesim. Beni anlayabilecek insanlara ihtiyaç duyuyorum ve
kendilerini anlayabilecek insanlara ihtiyaç duyanlara da saygı
duyuyorum. Herkesin yaşama farklı bir bakış açısının
olabileceğini de kabul etmek gerekir ve yaşama bakış açılarında
ortak bir paydada buluşabilen Çerkeslerinde, Çerkes meselesini
konuşmak için derlenme ihtiyacı mutlaktır. Bu demek değildir ki,
“Çerkesliği” bu derliliğin buluştuğu ortak payda için
araçsallaştırmak
gerekir.
Buluşulan ortak payda ile ilgili, özgün mücadele verilebilecek
yerlerde,
derli-dersiz, örgütlü-örgütsüz bulunulmalı ama Çerkesliği,
bu derliliğin buluştuğu ortak paydanın ilkeleriyle ele alarak, bu
paydaya aykırı Çerkeslere karşı düşmanlık, nefret, kin ile
yaklaşılarak, bitmek tükenmek bitmeyen ve hiçbir sonucu olmayacak
tartışmalar açılmamalıdır. “Çerkes Müşterekliği: 2”
yazımda yazdığım gibi: “
Sosyalist
bir Çerkesin, milliyetçi bir Çerkesi eleştirmesi çok kolaydır.
Müslüman bir Çerkesin, inançsız bir Çerkesi eleştirmesi de çok
kolaydır. Bu eleştiri biçimi uzar gider, sonuçta; birbirine zıt
iki anlayışın ilerleme alanı, birbirini eleştirdiği ve destek
görebildiği genişlikte olur.

 
Amacımız,
Çerkesliğin yanına iliştirdiğimiz diğer kimliğimiz olduğunda;
asimile olmakta olan, bir çıkış yolu bulamamış,
siyasileşemeyen, iradesiz, uzlaşılmış bir talepten mahrum bir
kimliğin, ayrı düşünen öbekleri olarak “diğer amacımız”
için “aynı sona varıma” gittiğimizi göremeyen olmamız
normal değil mi? Dayanağımız tarihimizin tüm Çerkeslere
müşterek kıldığı özelliği, amacımız da bugün yok olmakta
olan bu özelliği korumak olacak şekilde, bu yok oluşa karşı
ciddi bir “ret” çekene kadar Çerkes müşterekleri etrafında
ortak bir talep yaratacak bilinci oluşturmak için asgarilerimiz
etrafında uzlaşmamız gerekmekte. Bu uzlaşma, Çerkesliğin
tarihsel dayanaklarının ortaya çıkaracağı ilkeler ile
sabitlenmelidir. Dini, ideolojik ve ekonomik bakış açılarından
arınmış, gerçek tarihden kök alan bir uzlaşıyı
sağlayabilirsek, bugün içine battığımız asimilasyonu yaracak
güce hızla ulaşabilir ve amacı “Çerkesliğin Yaşamı” bir
talep toplumumuzu da arkasına alacak güçle savunulabilir. Tarihsel
tecrübelere bakılınca; istatiksel verilerin yarattığı kimli
ğin
hiçbir birleştirici etkisi bulunmadığını da ayrıca anlatmama
gerek var mı? Bugün, bazı obsesiflerin kişiliklerin etkin olduğu
Çerkes hareketlerinde “Emek – Kimlik” gerçekliği, “Çerkes
kimliğinin %90’ının emekçi olduğunu” iddia ederek; kendi
yarattıkları “emek” kavramını ilkesel bir duruş olarak şart
koşması gibi örnekler incelendiğinde, bunun karşılığında
ortaya çıkabilecek ve daha gerçekçi bir analiz olan Çerkes
kimliğinin %99’u Müslümandır o halde “İslam” inancının
kavramı ilkesel duruş olmalıdır diye şart koşacak örneklerin
oraya çıkması durumunda nasıl bir yorum yapacakları kuşkuludur.
Kaldı ki zaten böyle istatistiksel verilere dayanarak bir kavramsal
ilke fetişizmi yaratmak, farklı ve karşıt bir grubun aynı
yöntemle bir kavramsal ile fetişizmi yaratmasına karşı koyduğu
an kendisini de çürütecektir. Aslolan; yadsınamaz gerçek
sayılacak ve tümüyle bu halkın her bireyini kapsayan (inancıyla,
sınıfıyla, mücadelesiyle, yaşantısıyla) müştereklerimizin,
Çerkes halkının sürgün coğrafyalarda bugün içinde bulunduğu
duruma karşı gerçekçi bir çözüm konusunda bir araya gelebilme
iradesine katkı sunmaktır. Bunun içinde, kibirler bir kenara
bırakılmalı ve herşeyi bilicilik, herşeyi yoruculuk huyundan
vazgeçilmelidir. Etrafına aldıkları 3-5 kişiyle kendi dar
kampını oluşturarak, geniş anlamda kendilerine benzemeyen herkese
saldıran anlayış terk edilmelidir. Zaten bunlar olduğunda,
müşterek tarihimizin bizi bir araya getireceği uzlaşı da daha
rahat ve sancısız bir şekilde gerçekleşebilir.

Pazartesi Seansı: 3

Kötü insanlar tanıdım, onların tek ortak noktası kibirli olmalarıydı. Her insan zaman zaman kibirli olur, yani zaman zaman kötüleşir. Sürekli iyilik yoktur, sürekli hiçbir şey olmaz, ancak insanın yaşamda genel bir duruşu olur ve bu duruş insanın karakterini belirler. Karakterinde iyi bir insanın, bazen kötü şeyler yapması muhtemeldir, bu onu kötü birine çevirmez ancak karakterinde kötü bir insanın da iyi şeyler yapması muhtemeldir ve bu-da onu iyi birine çevirmez. Benim tanıdığım kötü insanların tümünün ortak noktası; kibirli olmalarıydı. Hangi dine inanıyor olurlarsa olsunlar, hangi milliyetten, cinsiyetten, renkten, hangi bakış açısından olurlarsa olsunlar; hepsi kibirliydi ve gerçektende bir çok dinden, milletten, cinsiyetten, renkten ve bakış açısından kötü insanlar tanıdım.

***

Onları yaşamımın farklı-farklı bölümlerinde tanıdım ve şahitlik ettim ki kibirliydiler. Kibirleri onları tüketiyordu, onlarla birlikte olanlara da zarar veriyordu. Kibirli insanların genel davası; egolarını tatmin edecekleri bir zemin bulabilmekti, hangi zemin onlara daha yatkın ise o zemine çöreklenmiş ve kibirlerini icra ediyorlardı. Çöreklendikleri zeminin davaları umurlarında bile değildi, fakat o dava için koştururlardı; sonra çıkıp “ben yaptım” derlerdi. Dava ne için olursa olsun, onlar için sadece kibir kaynağıydı. Solcuları, sağcıları, dincileri, dindarları, laikleri, muhafazakarları hepsi aynıydı; kibirliydi. Kötü insanlar tanıdım, hepsi kibirliydi. Bazılarıyla sokakları paylaştım, bazılarıyla sofrada ekmeği.. Bazılarıyla davayı paylaştım, bazılarıyla güneşi… hepsi kibirliydi. Siz de hayatınızdaki kötü insanları tanıyın.

Çerkes Malı

Gün geçmesin ki, Çerkeslerin yoğun bulunduğu tartışma platformlarında birileri, Çerkes Solu-Çerkes Sağı tartışmaları açmasın. Fakat gün geçiyor, bu tartışmalar açılıyor, süregenleşiyor, gündemdeki yerine konumlanıyor. Bende o zaman, size sağa-sola bulaşmış bir Çerkes malı hareketinden bahsedeyim, belki buradan çıkılacak yolla bu “sağ-sol” tartışmaları daha sağlıklı bir pozisyona konumlanarak tartışılır. Geziyle politize olan mizah (kara mizah) anlayışının halklar nedzinde ürettiği bir sloganın, Çerkesler için öznelleştirilmiş halinin konu başlığı “Çerkes Malı”, bahsini ettiğim slogan ise “Kahrolsun Halkların Salaklığı”dır. Bende o halde konunun en başlarından belirteyim, bu “salaklığı” Çerkesler içinde belli bir zümreye hitaben değil, aksine her zümrenin içinde bulunan salaklara icaben yazıyorum.
En başta, kendi okuyucularımın okumakta es geçebileceği fakat “halkımızın salaklarının” mutlaka okuması gerektiği bir zirve not yazıyorum: Güneşin doğduğu yöne doğu denir, güneş doğarken yüzünüzü güneşe dönüp; sağ kolunuzu kaldırırsanız kuzeyi, sol kolunuzu kaldırırsanız güneyi bulursunuz. Eğer bahsettiğiniz sağ-sol buysa, hatırlatmak isterim. Sağ denilen şey bu ülkede “milliyetçiliği-muhafazakarlığı”, sol denilen şey de; “sosyal demokratlığı-sosyalist düşünceyi” ifade ediyor. Kendinizi hangi tarafta hissediyorsunuz hiç ilgilenmiyorum, fakat kendinizi ait hissettiğiniz tarafları öğrenmeniz gerektiğini de ayrıca belirtmeliyim. Yoksa halkımızın “salağı” olmaktan kurtulamayacak, aksine bu salaklık sizde perçimlenecek ve gözünüze perde gibi inerek, size kendi onurunuzun bile kabul edemeyeceği “rezil” bir hayatın neferi haline getirecektir. En başta insanlık onurumdan gelen ve sizin tesadüfende olsa insan oluşunuzdan kaynaklanan bir sorumluluk duygusuyla yazıyorum bunu. Diğer bir konu ise, içimde zerre kadar hissettiğim aidiyet hissinden kaynaklı. Tesadüfende olsa, aynı halkın, aynı tarihin, aynı kaderin silsilesiyle ortak bir aidiyet hissimiz oluşmuş. Bunun da mutlaka bana ve bir çok insana yüklediği bir sorumluluk oluyor. Ha, eğer siz olayı doğru anlamışsanız, hala sosyal medyada olduğu gibi sürdürmekte ısrarcıysanız; hakikaten tanrı varsa, bizi ve tüm halkları sizin illetinizden korusun. Çünkü siz, artık markalaşma yolunda giden “mal” sıfatındasınızdır. Markanızı yaymak ve ticari olarak yayılmak hisleriyle, çamura bürüyemeyeceğiniz tek bir parçanız kalmamış demektir o zaman. O zaman-da, benim ve bir çok kimsenin vazifesi, halkını “markalı mallara” karşı olağan gücüyle savunmaktır. Bu-da bu yönden bence, kendini halkına adamış her kişinin sorumluluğudur.
_______________
İnsan yaşayarak öğrenen bir canlı, sonradan öğrenir. Hatta bu topraklarda bir söz der ki “bilmemek değil, öğrenmemek ayıp” ve Çerkesler-de “ayıp” yüz kızartıcı bir durumdur. Eskiden yüzü kızaran bir Çerkes, (ayıp eden) yurdun da bile barınamazdı. İntihara kadar yolu olurdu ve bu yüzden insanlar ayıp etmemek için ekstra çaba sarf ederlerdi. Bu kendiliğinden, yaşanılarak, tecrübelere dayalı nizami-hukuka biz Xabze deriz. Yazılmamış Anayasa’dan ziyade, yürürlüğü, tecrübeyle sabit toplumsal hukuk-vicdan diyebiliriz Xabze’ye. Ee, sadece dilimiz değil, kültürümüzde asimile oluyor dediğimizde; ayıp ettiğinde-yüzü kızarmayan Çerkeslerin dolup taşmasıyla belirginleşiyor değil mi? Bununla yola çıkarak, toplumumuzun doğaya, kadına, halklara, özgürlüğe, adalete ve kendine karşı değişen bakış açıları tartışabiliriz. Hatta bir çok yerde “gündem olamayan” tartışmaları da oldu. Fakat bizim konumuz; “Çerkes Malı”nın, “Çerkes Sağı-Solu” diye açtığı, iki tarafla da alakası olmayan, bomboş ve uzun bir tartışma. Bilmemek ya da çarpıtmak. Aptallık ya da hainlik.. Gelin tek tek bakarak, sağımızı-solumuzu tanıyalım?..
Popüler olan Çerkes Sağı(?)
_______________________

Gündemde sürekli taarruzda olan, nüfuz eden, tartışmalar açan, tartışmalar yaran ve adına başkaları tarafından “Sağ” eklenen Çerkeslerin, “Çerkes sağıyla” ne alakası var? Onlar olsalar olsalar Türkiye Sağı olurlar. Türkiye sağının politikalarının nüfuz ettiği Çerkesler olabilirler. Mantıksal olarak bakınca, eğer bir “Çerkes Sağı”ndan bahsetmemiz gerektiğinde, bu sağın gündemi yurdu, dili, kültürü, tarihi, geleneği vs. olurdu. Halbuki gündemdeki “Çerkes Sağı” Yurdundan bihaber, dilinden vazgeçmiş (latif-fars alfabelerini önemseyen), halkını “Kafkas” figürü üstünden tanıyan, bu figüre sürgün coğrafyaların değişik ülkelerinde yüklenen anlamlar ile bağlı, kendi tarihini; sürgün coğrafyaların resmi tarih kitaplarından öğrenen, yıllar önce birilerinin “kıvam” politikalarının bugün öngördüğü düzeyde “kıvama gelmiş” bulundukları ülkelerin yılmaz “vatan savunucuları” “askerleri” “kurtarıcıları” “kahramanları” “yediği kaba pislemeyenleri”dir. Ben kendim, ideolojik anlamda bir Anarşist olarak; popüler olan “Çerkes Sağı”nı, bir sağ olarak tanımıyorum. Bir “mal” olarak tanıyorum. İktidarın, adını gazlayarak sağına aldığı ve ne olduğunu bilmeyen, söylendiği şey olan “sağ malı” olarak değerlendiriyorum. Ben sağa, en çokta böyle “malları” üretmek için bir araç olduğu için karşıyım. İktidarın, Otoritenin her söylediğine inanan ve ne için dövüştüğünü bilmeyen “malların” dünyaya, insanlığa, kadınlara, işçilere, doğaya kazandırabileceği hiçbir şey yoktur. Ama, kendini milliyetçi adletmekten hoş olan kişilere-de, kimin milliyetçiliği yaptıkları konusunda bilinçli olmaya çağırıyorum. Yani, eğer siz, bir Çerkes sağı davasının neferi olacaksanız, sizin yolunuz bir hayli uzun. Çünkü en başta, sürgün coğrafyalarında dahili olduğunuz ülkelerin size nüfuz ettirdiği ulusal bilinçten, etnik tarihten, geniş figürlerden kurtulmanız ve daha sonra kendi ulusal bilincinize kavuşarak, tarihinize hakim olmanız ve kendi figürünüzü tanımanız gerekecek. Bu anlamda, bu anlamın karşısına doğurduğu “Solla” bu topraklarda “ilkesel” tartışma dışında hiçbir sorunu da yoktur. Zira, zaten Lenin “ezilen halkların milliyetçiliği”nde bugün Çerkeslerin Türkiye’deki durumuna uygun, kabullenilebilir bir zemin hazırlamıştır. Bu topraklarda Çerkes Milliyetçileri, neden Çerkes Sosyalistleriyle tartışsın ki zaten? Ne Sosyalistlerin istekleri Milliyetçilerin istediklerine, ne de Milliyetçilerin istedikleri, Sosyalistlerin isteğine aykırı değildir. Bir tartışma meselesi bile değildir. Yoğunlukları farklıdır. Fakat ikisi de iktidar değildir. İkisi de bu ülkede bir iktidar istememektedir. Bu ikisinin birbiriyle tartışmak için bir sebebi yoktur, bu ikisiymiş gibi malların birbirleriyle aralarında, sembolik sloganlara dayalı bir tartışma vardır. Belli bir açının “malı” olmuş “bazı-Çerkeslerin” açılarının kullandıkları slogan yönündeki tartışmaları, “Çerkes sağı-Çerkes solu” tartışması falan değildir. Hatta aksine, bugün görünen köy; kibirlerini aşan sağcı-solcu grupların bir gerçeklik etrafında ortaklaşabildiklerini de göstermektedir. Yurdunu, ulusuyla önemseyen Çerkeslerle, dünyayı eşitlikle arzulayan Çerkeslerin bir tartışması değil, aksine tartışmalarda ortak üslubu görülmektedir.

Popüler olan Çerkes Solu?
_____________________
Sol yapısı itibariyle, bugün ezilmekte olan halkların adaleti, eşitliği gibi kavramlara sarılıdır. Popüler Çerkes Solu’nda bir yanılgıdan bahsetmek, bu yanılgıyı aşmış hareketlere de genellenebileceği için apayrı ve istemediğim bir haksızlık olur. Bugün Ümit Örten gibi, Nartan Mefewud gibi insanların ne solla, ne de Çerkeslikle ilgili çelişkili durumlarından bahsemeyiz. Fakat bir şekilde ortaya çıkmış eskinin “yetmez amacıları” yeninin “diktatör karşıtçıları” var. Onların siyasi “sol” söylemleri ve bugün onların ortaya çıkardığı “halkların mücadeleciliği” sağlıklı değil. Çünkü kendi bünyelerinde barınan ve hala bu söylemlere yakışmayan, bunu içselleştirememiş, solu araçsallaştırmaya kalkan “malları”nı yok sayamayız.
Çerkes Sağcısı, Çerkes Solcusu olmak sorun değil. Ama bu ikisinden biri olduğuna inanan bir “Çerkes Malı” olmak büyük bir sorun. Buna inanmadan, bunu araçsallaştırarak “markalı mal” olmak büyük bir tehlike. Bizde, bu “mallara” karşı artık daha dikkatli olmalı ve onların saçma tartışmalarına araç olmaktan daha uzakta kalmalıyız.
O zaman bir daha yazılı sloganları hatırlatarak yazımı tamamlayayım:

“Yaşasın Halkların Kardeşliği”

“Kahrolsun Halkların Salaklığı”

Şimdi, samimiyet sınavını geçme vakti*

Ön özet:
*****
Sochi Olimpiyatları,
Türkiye’de de Çerkes gündeminde bir hayli yer bulmuştu. Halkına
ve yurduna duyarlı kişi ve örgütler bir çok makale/bildiri
yayımlamış, kampanyalar oluşturmuş ve eyleme dökülmüşlerdi.
Aynı zamanda Çerkesya Yurdunun bugün üç bölgeye ayrılan
kısımlarından biri olan Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nin Başkenti
Nalchik’de de tam olimpiyatların açılış günü, aktivist
Çerkesler tarafından bir eylem organize edilmişti. Sochi Karşıtı
yapılan eylemler içerisinde gözaltı (30) olan tek eylem buydu.
Gözaltına alınan eylemcilerden Anzor (Aktivist) işkence görmüş
daha sonra serbest bırakılmıştı. Daha sonra yaşanan
gelişmelerle, Anzor’un hala baskı altında olduğu, dinlendiği,
takip edildiği ve taciz edildiği ortaya çıktı. Anzor,
yayınladığı bir bildiri ile “dayanışma” çağrısı yaptı
(*Çerkesya Yurtseverleri Çevirisi -Tuapse Press).
******
Her ne kadar ayrı
fikirler, eylemsel bir davranışa döküldüğünde birbiriyle
çatışsa dahi; aynı haksızlığa baş kaldıranların ve bu
başkaldırıda birbirinden bağımsız ya da birbiriyle iç içe
aynı amacı savunanların, kullandıkları dil, izledikleri yol her
ne kadar ayrı bile olsa birbirlerine karşı sorumlulukları vardır.
İşte Anzor Ahohov’a karşı, bugün Türkiye’de “Çerkeslik”
için mücadele ettiğini söyleyen tüm kişi/kurum/örgütlerin
sorumluluğu olduğu gibi. Bu sorumluluk, hepimizindir ve onun
dayanışma çağrısına cevap vermekte boynumuzun borcudur.
Samimiyet sınavımız, Çerkeslik için bir yerde yedeklendiğini
haykıran tüm örgütlerin, Ahohov için harekete geçmesini
gerektiriyor. Olacakları ve olmayacakları göreceğiz ve artık
olanlara ve olmayanlara karşı bir fikir sahibi olmamız gerektiği
de kesin. Bu sınav, halkımızın hakkı ve adaleti için mücadele
ettiğini söyleyenler içinde kimin kuru gürültü, kimin samimi
olduğunu gösterecektir. İşte bu nedenle Türkiye Diyasporası
için böyle bir özellikte barındırmaktadır.
Sevgili Ahohov,

Halkımızın
tarihsel adaleti ve gerçeğin duyulması için, tehlikenin tam
karşısında cesurca yaptıkların için minnettarım ve kendim
adıma sana ne kadar teşekkür etsem azdır. O soykırım
zamanlarında ölmemeyi başarabilen, Karadenizden Türkiye’ye ulaşma
şansını yakalayabilmiş, Salgın hastalıklar ve açlık
karşısında inatla yaşayan, geldiğimiz topraklarda, sokulduğumuz
çatışma ve savaşlardan da sağ çıkan atalarımın ve
Türkiye’nin tüm asimilasyon politikalarına karşı, en azından
Çerkes olduğunu söyleyebilecek kadar sağlam çıkan anne ve
babamın çocuğuyum. Halkım için düşünen ve birşeyler yapmak
isteyen kardeşin olarak; bizi tam birbirimizden kopardıkları
noktada, farklı tarihlere ayrıldığımız yerde, Sochi’de
birbirimizi unutmadığımızı haykırdığın için, aynı zamanda
yoldaş-ta olduğumuzu bilmeni isterim. Sana karşı yapılan
baskıları üzerime alınıyor ve buna karşı elimden gelen herşeyi
yapacağımı bilmeni istiyorum. Elimden gelen şeyler, bugün
Türkiye’de Çerkesler için oluştuğunu söyleyen tüm Çerkes
kurum/kuruluş ve örgütlerini, sana karşı yapılan baskılara
duyarlı olmaya çağırmak ve Rusya’ya senin yalnız olmadığını,
seni takip eden birilerinin olduğunu duyurmaya çalışmaktır. Bunu
yapacağım. Seni, bugün sürgün olarak geldiğimiz topraklardan
takip edeceğim. Sesini, buradaki soydaşlarına duyurmaya
çabalayacağım. Yalnız değilsin, bugün başka yurtlara sürülmüş
ve orada seninle aynı dava için çabalayan kardeşlerin var. Hep
birlikteyiz, Çerkesya’da ve Diyasporada. Birimiz hepimiz, hepimiz
birimiz için Ahohov.

Pazartesi Seansı: 2

Bir ülke, adalet, eşitlik, özgürlük getirerek bölünmez. Bir ülke, bunları ihlal ederek bölünür. Bölünür çünkü, bir gün adalet, daha önce ona hiç ihtiyaç duymayan birileri için de mutlaka gerekecektir. Bölünür çünkü, bir gün eşitlik daha önce ona ihtiyaç duymayanlar için de mutlaka gerekecektir. Bölünür çünkü, bir gün özgürlük herkese lazım olacaktır.

***

Bir ülkeyi bölmek istemiyorsanız, o ülkede ırkçılığa karşı savaşın. Nefret söylemlerinden vazgeçin, ötekileştirmek, her türlü birlikteliğe zarar verir. Eğer bulunduğunuz bir yapının bölünmesini istemiyorsanız yapabileceğiniz en güzel şey, o yapının içindeki tüm farklılıkları kabullenmektir.

Çerkes müşterekliği üzerine 2

-Birlik ve
beraberliğin önemi-

Bir amaçta
netleştikten sonra, o amaç için güçlenilir. Amacı
dallandırıp-budaklandırmaya, dolandırmaya, çeşitlileştirmeye
hiçbir gerek yoktur. Zaten bugün, esasını aldıkları adla,
mücadele verdikleri kulvar arasında adeta herkes “Çerkes” için
biricikleştiğini iddia ediyor. Ancak yaşanılan tartışmalar ve
son durum bize; “Çerkes” için biricikleşilmediğini,
Çerkesleri “bir şey” için biricikleştirdiklerini
göstermektedir. Bu durum hakkında, herhangi bir Çerkesin herhangi
bir itirazı veya desteği olabilir. Örnek vermek gerekirse;
Müslüman bir Çerkesin, islam ile alakalı bir biricikleşmeyi
destekleme ve islama aykırı bir biricikleşmeye itiraz etmesi, buna
karşın başka bir Çerkesin, islam ile alakalı bir biricikleşmeye
itiraz etmesi ve islama aykırı bir biricikleşmeyi desteklemesi
gibi, çokta çoğaltılabilecek durumlar gösterilebilir. Yani,
herhangi bir Çerkesin, Çerkesliğinin tam önünde ya da arkasında
taşıdığı ikinci kimliği mutlaka vardır, fakat bu ikinci
kimliğe dayalı bir yolun Çerkes halkını tamamen temsil etme gibi
bir şansı yok denebilecek kadar zayıftır. Bugün,
adına-hareketine-örgütüne Çerkes koyanlar her yapının bunları
iyice anlaması, araştırması, tartışması ve karar vermesi
gerekir. Çerkeslik bir davaya mı entegre edilecek, yoksa amacı
Çerkes Diasporasının dün yaşadığı problemleri anlayan, bugün
yaşamakta olduğu sıkıntıları kavrayan ve yarına sorunsuz bir
Çerkeslik bırakmak isteyen bir Çerkes davası, halkının zihnine
entegre edilecek? Açık olmak gerekirse, ikiside bir sorumluluktur.
Fakat sorumlulukların bulundukları şartlara göre asgari
sıralamaları da vardır. Bugün Çerkesler, bir davaya entegre
olacak düzeyde birikim sahibi değillerdir. Hatta, yaşadıkları
bölgelerde egemen olanların onlar için biriktirdiği suni
vasıflarla, etkisinde kaldıkları egemenlerin biriktirmek
istedikleri yere dolmaya hazır ve nazır durumda olduğumuzu
söylemek bile mümkün olabilir. Önceki yazımda-da belirttiğim
gibi, belki bu sorunların bir çok nedeni vardır, fakat temeli;
kendi müşterek tarihinden uzaklaşması ve başkalarının
kendileri için yazdığı tarihe tutunmasıdır. Bu sorunları
gerçekçi olarak, bilimsel düzeyde ele almak ve bugün Çerkes
Diasporasının tarihinden kopuk yapısını, tarihine
yakınlaştırarak toplumsal vicdanı oluşturmak gerekir. Bugünlerde
birileri tarafından söylenen o “toplumsal vicdan”ın kökeni,
Çerkesya halkının müşterek tarihinin derinliklerinden
gelmektedir. Çerkesya halkının Türkiye kopuntusunda ne yazık ki
hem o vicdanı oluşturan tarih silikleşirken hem de o tarihin
hepimizi müşterek kaldığı mirası tehlikeye girmektedir. Çerkes
halkı, kendini müşterek kılan tarihinden uzaklaştıkçada,
başkalarının kendileri için yazdığı tarihte ne yazık ki
istenildiğinde katil, istenildiğinde kahraman olmaya, o tarihi
yaşamaya mahkum olacak ve bu mahkumiyet, diasporanın tarihinden
tamamen uzaklaşması ve müşterek tarihinin kendine miras bıraktığı
değerleri de tamamen yitirmesiyle son bulacaktır. İşte bizim
içinde, farkında olmadan hızla gittiğimiz yerde ne yazık ki bu
sona varımdır. Çerkes halkının bu “sona varıma” gidişini
durdurmak için bir çok yol olsada, bugün içinde yaşadığımız
şartlar ne yazık ki her yol için bazı sorumlulukları yükümlü
hale getirmektedir. Bu sorumluluklar gözardı edilerek, yokmuş gibi
davranılarak, “at gözlüğü” ile bakılarak gidilecek türden
değildir. Kişiler, kendilerini ne kadar geliştirirse gelişltirsin,
kendilerini ifade edecekleri kitlelerin, o kişileri önce
dinleyebilmesi ve en önemlisi de sonra anlayabilmesi gerekir.
Halbuki bugün, son 150 yıldır yoğun bir şekilde bize tarih yazan
egemenlerin tarihini yaşamaktan ötesi olmayanlar büyük bir
çoğunluk içinde ve ne yazık ki kendilerini kontrol eden bir
otokontrolle, bazı şeyleri duymamakta kararlılar. Onların bu
kararlılığı özgün bir irade olmamakla birlikte, kabul etmek
gerekir ki söz konusu olan bir irade de, ancak onlarla mümkün
olabilmektedir. Hiç kimse onlara rağmen, onları dışlayan ve
Çerkes halkını kapsayan bir iradeden söz etmemelidir, zira bu
durum; bugünlerde diasporada en çok raslanan “siz kimsiniz ki
çerkesleri…” tartışmalarını doğurmaktadır. Bu tartışmalar
ise toplumsal olarak asgari düzeyde uzlaşabileceğimiz herşeye
zarar vermekle birlikte, bizleri müştereklerimizin çok dışında
farklılaşmış bir kamplaşmaya itmektedir. Çerkesler, A-B-C-D
olarak kamplaşıp, kendi içinde tartıştıkça, asıl problemleri
görmemekte ve sona varıma daha da yaklaşmaktadır. Diyaspora
olarak, sona varımın hangi aşamasında olduğumuzu tahlil etmeden,
sanki henüz daha bunun başındaymışız gibi, çok hızlı bir
şekilde bunu atlatabilecek güçteymişiz gibi davranma lüksümüz
olmamalı. Fakat biliyorum ki, çılgın radikallerimiz var. Jineps
Gazetesinin 2015 Ocak sayısında yayımlanması muhtemel olan
yazımda bir itibar açlığından bahsedeceğim. İşte orada
bahsedeceğim “İtibar Açlığı” burada bahsettiğim “çılgın
radikaller” içinde geçerli. Bir düşüncede kamplaştıktan
sonra, kendi kampımızda olmayanları suçlamak çok kolaydır.
Sosyalist bir Çerkesin, milliyetçi bir Çerkesi eleştirmesi çok
kolaydır. Müslüman bir Çerkesin, inançsız bir Çerkesi
eleştirmesi de çok kolaydır. Bu eleştiri biçimi uzar gider,
sonuçta; birbirine zıt iki anlayışın ilerleme alanı, birbirini
eleştirdiği ve destek görebildiği genişlikte olur. Fakat
esasında soru; herşeyin yerinde ve yeteri kadar olup olmadığı?
Sınıf hareketini, kimlik hareketine bütünlemek Türkiye’de
popüler olsa bile, bunu popüler kılan yapıların kimlik
bilinciyle, Çerkeslerin kimlik bilincinin eşit olmaması ve bu
durumun bu şekilde incelenmeden, tahlil ve analiz etmeden mutlak bir
yolmuş gibi devreye sokması, acaba Çerkes Diyasporasının
çoğunluğunda nasıl bir etkidir ve bir tepki doğurmakta mıdır?
Gerçek sorunları, olağanca şeffaf bir biçimde önümüze
koymalıyız. Kişisel bir tavır sahibi olmak, insanı yolunda
karakter sahibi kılsa bile, kişisel tavrımızı tüm toplumsal
inkara rağmen bir topluma dayatmak da toplumsal olarak gidilen bir
yolda, eşit derecede kişiyi karaktersiz bir kişiye bürür.
Hepimiz hayatımızın bir bölümünde yanlış yapabiliriz, ancak
bu yanlışın esiri olmamak gerekir. Bu yanlışın esiri olmaya
başladığımız an, bu yanlışı çürütecek her doğruya
saldırarak, doğrudan saparız. Kibirli insan oluruz. Bizim,
kişisel kibirlerle minimize olmaya değil aksine bu kibirleri
yenmeye ve birlikte olmaya ihtiyacımız var. Bunu herkese
anlatabilmek imkansız, ancak çoğunluk olabilmek mümkün. Çoğunluk
olmak ise “Çerkesler” olabilmeyi başarabilmek demektir. Eğer
birlikteliklerimiz bir biricik etrafında oluyorsa, biriciğimiz de
Çerkeslikse, bu biricikler etrafında bir araya gelebilen zümrelerin
amacı “Çerkesler” olabilmeyi başarmak değil midir? Bir daha
hatırlayalım o zaman: Toplumsal müştereklerimiz etrafında
toparlanamayacaksak, bu müştereklerimize rağmen, bazı başka
gerçekleri-inançları-kavgaları bağırarak ayrılacaksak
“Çerkeslere rağmen” nasıl “Çerkesler” olacağız? Peki
Çerkesler olamadan hangi talebi, ciddiye alınacak güçte
seslendirebiliriz? Eğer müştereklerimiz etrafında
birleşebilirsek, Çerkesler olabiliriz. Nasıl ki Sosyalizmin
müşterekleri, enternasyonali oluşturuyorsa ve “devrim” bu
enternasyonalin gücü oluyorsa.. bir mücadeleye girişildiği
vakit, o mücadelenin amacına yönelik müştereklerin bir araya
gelip, bir güç oluşturması gerekir. Bu insanın toplumsal tabanlı
tüm hareketlerinin şartlarından biridir. Örgütlenmek demek,
müşterekler etrafında toparlanmak demektir. O halde tüm Çerkes
örgütlerinin, müştereklerini ortaya koyması gerekir. Eğer
müşterekler, Çerkesler ile oluşmuyorsa, örgütün kendine neden
Çerkes öznesini seçtiğini de düşünmesi gerekir. Devrimci
Çerkes örgütlerinin müşterekleri, devrimci gelenek- amacı da
Çerkeslerle devrime girişmek midir ya da İslami Çerkes örgütleri?
Ya da a-b-c’ci Çerkes örgütleri? O halde, kendi örgütlerine
seçtikleri özne, Çerkesleri amaçlarına yönlendirmek için
sayılabilir mi? Yani Leninist bir Çerkes, Leninizmi muzaffer kılmak
için, bazı Çerkesleri Leninist mücadele için örgütlemek
istiyor? Olabilir. Ya da Kemalist, ya da İslamist, ya da … halbuki
onların örgütlü yapılarındaki bir çok çeperin kendilerine
ulaşmasındaki en önemli şey, Çerkesliktir. Çünkü Leninistler
için Leninist, Kemalistler için Kemalist, İslamcılar için
İslamist mücadele yürütecekleri bir çok özgün hareket varken,
yani aslında amacın kendisi, dallanıp-budaklanmadan ortada
dururken, bunların Çerkesi, Kürdü, Lazı, Arabı vs. olmasının
amacı nedir? Hiçbir fikrim yok. Bende, Çerkes halkının bir ferdi
olarak, Çerkesleri asimile eden sebeplere karşı bir araya
getirecek müşterekleri anlamayı, Çerkes halkının, halk olarak
kendine yönelen tehditlere direnebileceği bir mücadeleyi
oluşturmayı istiyorum. Akabinde, sınıf tabanlı mücadelemde,
kendi ideolojik kavgamıda verebiliyorum. Zaten bu iki mücadele, iki
gerçekle yol almaktadır ve birbirine alternatif değildir. Fakat,
işçi sınıfının kavgasına; henüz kendini anlayamamış bir
halkı entegre etmeye çalışmak, hem o halk için hemde işçi
sınıfının kavgası içinde fayda sağlayamaz. Eğer bir halk,
kendine özgün tehditler (asimile olma, kültürsüzleşme, vs.) ile
baş edemiyorken ve bunlara karşı, binlerce yıllık
müşterekleriyle bile bir araya gelemiyorsa, zaten o halkı başka
müşterekler etrafında birleştirmeye çalışmanında akla hizmet
edeceğini söyleyemeyiz. Her hırsatta, herkes kendi Çerkes
profilini baz alarak; işte bu profilin dışında kalanlara karşı
kötü suçlamalarda bulunuyor, halbuki halihazırda bulunan Çerkes
profili, işte bu tip suçlamalardan bıkmış ve usanmış, gençliği
halkı adına umudunu yitirmiş bir haldedir. Binlerce yılın
müşterek tarihiyle oluşan Çerkes profilini, bir kaç
ideolojik-inançsal revizeyle, kendi düşünceleri içinde eritmek
isteyenlere karşı; binlerce yıldır süregelerek oluşan bu Çerkes
müşterekliği, birgün kendisine takılan tüm budaklardan
arınarak, gövdesinde güçlenebilirse, yani en iyi Türk askeri, en
iyi komünist, en iyi müslüman, en iyi kapitalist gibi dallardan
arınarak, “en iyi Çerkes” olmayı başarabilirse, işte bugün
ortalık bulandıranlara en güzel cevap verilecektir. Aynı
zamanda, Çerkeslik ağacının gövdesi güçlendikçe, kendisiyle
birlikte bu halkın içinden çıkacak diğer düşüncelerde
güçlenecektir. Bugün, gövdesi(Çerkesliği) çok zayıf kalmış
bir ağaçtan(halktan), çok iri dallar(düşünceler) beklenmekle
hata yapılmaktadır. Bu ağırlıklar altında, gövde(Çerkeslik)
dahada zayıf düşmektedir. Müşterekler etrafında netleşmek,
bugün yok oluşa karşı dirençli bir güç oluşturmak gerekiyor.
Zira, Çerkeslik; tüm güzel sözlerin ardında artık tarihteki en
zayıf konumundadır, pamuk ipliğindedir. Bir halkın kimliği
dilidir ve bugün Çerkes dili, diyasporada yok olmaya yüz
tutmuştur. Bir halkın tarihinden kopukluğu, kendi geleneklerinin
sönümlenmesidir ve bugün Çerkes halkı tarihinden çok uzaktadır.
Müşterekler etrafında birleşerek, Çerkesliğe karşı
sorumluluklarımızı yerine getirmenin zamanı çoktan geldi, bu
artık kendine Çerkes diyen her birimizin görevidir. Birleşerek
irade oluşturmak için geç olsada, hiçbir şey için çok geç
değil. Bu saçma-sapan tartışmalardan arınarak, Çerkes halkının
ihtiyaçlarına yönelik talepleri savunacak müşterek bir harekete
ihtiyacımız var. Bugün değilse ne zaman? Biz değilsek kim?  

Pazartesi Seansı: 1

…bir Çerkesin, bir türke, bir kürde, bir laza, bir gürcüye, bir kazaka, bir slava, kendisiyle ortak kültürü/coğrafyası olsun ya da olmasın sen “Çerkessin” dediğini düşünebiliyor musunuz?
Peki Çerkeslerin bağımsız bir devleti olsaydı, mesela “Çerkesya’da yaşayan herkes Çerkesdir” deseydi. Mesela Türkçe şarkıları yasaklasaydı, Kürtçe konuşmayı yasaklasaydı, bunun için baskı, işkence falan yapsaydı.. bu devlet, sizin gözünüzde nasıl bir devlet olurdu?
Peki devletin bu uygulamalarını destekleyen kişi nasıl bir karakter sergilerdi size?
peki mesela; bir Türk, bir Kürt vs. “Çerkesya da yaşayan herkes Çerkesdir” “Türkçe-Kürtçe bölücülüktür” “Hepimiz Çerkesiz” deseydi.. 
sizde kendi kültürel haklarınızı isteyen bir Kürt ya da Türk olsaydınız, o devletçi Türk-Kürt hakkında ne düşünürdünüz?
Mesela oradaki Türk-Kürt, Arap-Boşnak olsa ne fark ederdi? ya da Abhaz-Oset?
Kardeş olmak için aynı olmak zorunda mıyız? Bunu neden zorunlu hale getiriyoruz acaba? Mesela Türkiye’de “Kızıl Elmacı”lar hariç, kendini Türk hisseden ama Türk olmayanları neredeyse Türklerden çok seven faşistler yok mu? Türk olsunda, isterse uzaylı olsun, yabancı saymazlar. 
Ben kardeşlik için, ortaklık için, birliktelik için aynılaşmayı savunanları, kendilerine ne derlerse desinler iyi niyetli, kötü işler yapan zavallı faşistler olarak görüyorum.
Kardeş olmak için aynı olmamıza gerek yok,
farklı dilleri konuşmamız, farklı kökenlere sahip olmamız, aynı acıları anlamamızı engelleyemez. 

Çerkes müşterekliği üzerine 1

Birlik ve Beraberlik
üzerine__*
Yaşadığımız
dünyada, dünyayı paylaştığımız diğer canlıların temel
ihtiyaçlarını karşılamak için sahip oldukları donanımlarına
kıyasla çok zayıf konumda olmamıza rağmen, insanlar olarak
müşterek hareket edebilmemiz, bizi yaşadığımız dünyaya yön
verebilecek güce sahip canlılar yapabilmiştir. Müşterekleri
oluşturan tarihsel serüvende, bu gücün farkında olan ve bu güce
ne yazık ki hükmederek yanlış kullananların bir sonucu olarak
hem insanın-doğaya ekolojik hemde insanın-insana politik olarak
çıkardığı krizler tartışmaya açıktır. Fakat burada, sorun;
insanın müştereken yaşamayı başarabilmesi değil, müşterek bu
yaşamı kendi siyasi hareketine kanalize eden kötü bir niyetin
varlığına ve sonuçlarına rağmen, müşterek bu yaşamı daha
huzurlu ve güvenli bir harekete kanalize edecek olanların hala
müşterekler etrafında tutunmayı anlayamamasıdır. İnsanın
tarihte inkar edilemez bir şekilde müşterekleştiği evreler;
“aile, sülale, kabile, millet, ulus, devlet” olarak
görülmektedir. Müştereklik; amaç için güçlenmektir. Amaçlar
ne kadar değişirse değişsin müştereklik, amaca giden yolun
temel gücü olarak durur. Müşterek olmak, insanın aciz yapısını
ortadan kaldıran, cılız gücü ve enerjisini bir güce dönüştüren
bir değerdir. Bugün amaçlarımız için müşterek olarak,
amacımıza giden yolda aciz kaldığımız herşeyi ortadan
kaldırmak ve cılız gücümüzü-enerjimizi amacımız için bir
güce dönüştürmek zorundayız. Bunu ancak, müşterek
olabileceğimiz bir amaç sabitleyerek başarabiliriz. Müşterek
olabileceğimiz bir amacı yaratabilmek için, kibrimizi,
nefretimizi, egomuzu ortadan kaldırmak, gerçeğe farkındalık
içinde dokunmak, anlamak, aklımızı çalıştırmak zorundayız.
Çerkesiz, diyoruz; bu ne insanlığın üstünde, ne de altında bir
durum. Çerkes olmak, dünyanın diğer halklarından daha güçlü
ya da daha zayıf olduğumuz veyahut olabileceğimiz bir şey değil.
Çerkes olmak; bizim hiçbir çaba sarf etmeksizin, tarihin bizi
müşterek kıldığı ve müşterek tarihimizi ördüğü sonucun
ibaretidir. Sadece tesadüfen Çerkes olmakla; ne tarihin gelişiminde
doğurduğu olumsuzluklardan kurtulunabilir ne de olumluluklardan pay
çıkarılabilir. Bugün ise Çerkes olmanın bazıları nedzinde
nedense yüksek bir değeri, pahabiçilemeyen bir önemi ve konumu
vardır. Eğer böyle bir şey mümkünse, bu tamamen tarihin bizi
müşterek kıldığı evrelerde, tümümüzün geçmişi
sayılabilecek insanlarımızın (atalarımızın) sorunlar
karşısındaki çözümsel yaklaşımları, gelişen etkilere karşı
özgün tepkileri veya tarihte kendilerine özgün yarattıkları
etkilerinden kaynaklanmaktadır. Eğer Çerkesliğin, tarihte
tehlikelere karşı savunmalarında, toplumsal ilişkilerindeki
şeffaflıkta, yaşam biçimlerinde ve doğayla aralarındaki
bağlarında muazzam bir çekiciliği varsa bu hepimizin tarihidir ve
övüncüdür. Ancak, bu övünç kaynakları bir Çerkesin, kendi
yaşadığı çağdaki tutumuyla örtüşmedikçe, övündüğüyle
yaşadığı arasında muazzam farklar varsa, bunun bir değeri
yoktur. Övüncü ile yaşamı çelişen, bir de; övüncünü zırh
yaşamını amaca çevirenler ise kendi tarihlerini sömürenlerden
ibarettir. Tarihinin övüncünü oluşturan karakterden çok uzakta
bir yaşam sürerken, övüncünü bir zırha çevirip; halkı için
çabalayan insanlara saldırmak ise, kuşkusuz ki yoksun olduğu
karakteri örtmeye çalışmaktan başkası olmayacaktır. Bizler,
müşterek tarihimizin bize sunduğu tüm farklılıklarımızı
ileriye taşımak ve gelecek nesillerle paylaşmak zorundayız. Fakat
bugün ne yazık ki, ileriye taşımak bir kenara dursun, onun
yavaşça yok oluşunu görmekteyiz. Bunu görmemek için kelimenin
tam anlamıyla kör olmamız gerekiyor. Bunu görerek, yokmuş gibi
davranmamız içinde aptal olmamız gerekiyor açıkçası. Buna
karşı çözüm üretebilmek, müşterek tarihimizin adını
kullanıyorsak, bununla övünüyor, bununla yaşıyorsak; boynumuzun
borcudur. Müşterek tarihimizin sonuçlarıyla yaşadığı halde,
bu tarihten bihaber ve onu görmeyen insanların bunu anlayabilmeside
çok zor. Daha önceki yazılarımda belirttiğim üzere; tarihi
1864ten sonra başlayan bir Çerkes jenerasyonu, 1864ten sonra
yaşadığı tarihe hükmedenlerin kendilerine biçtiği bir
misyonlara tutunmakta ısrarcılar. Çünkü o tarihe dahiller. Fakat
Çerkes tarihi, o tarihi de kapsamakla birlikte, o tarihi oluşturan
sebepleride kapsayan ve çok daha eskilere uzanan bir tarihtir. Bugün
ise başımızdaki en büyük bela, müşterek tarihin derinlerinden
bugüne uzanan tarihin, 1864den öncesi için bize karartılması ve
1864ten sonrası için bize yazılmasıdır. Bu belayı paramparça
edip, 1864ten öncesi için bize karartılan tarihimizi aydınlatmadan
ve tekrar, müştereklerimizle, müşterek tarihimizin bize miras
bıraktığı özgün varlığımızı yok oluşun ellerinden
kurtarmamız nasıl mümkün olabilir? Bugün bizi asgari müşterek
kılan şeye Çerkeslik diyoruz. Bu bir toplumsal sözleşmedir ve bu
sözleşmenin bir dili, bir vicdanı ve hukuku vardır. Tarihin bizi
kıldığı bu müştereklik, bu toplumsal sözleşme ve onun
değerleri; bugün her sınıftan ve görüşten Çerkesin ortak
değeridir. Hiçbiri, bunda bir diğerine göre daha fazla hak iddia
edemez. Her biri, kendi stratejileri çerçevesinde sorumluluklar
edinebilir ve faaliyetler yürütebilirler. Fakat, bu sorumlulukların
ve faaliyetlerin amacını; müşterek oldukları tarihi başka yöne
çekecek biçimde tayin etmemelidirler. Zira bugün, müşterek
tarihin hepimize eşit bir şekilde ve sorumlulukta miras bıraktığı
değerler büyük bir tehdit altındayken, böyle bir tehdidin
varlığını yok sayarak hareket etmek, bu tehdidi derinleştirmekte
ve toplumumuza dahada iliştirmektedir. Müştereklerimi etrafında
kenetlenmeli, müşterek tarihin bize miras bıraktığı
değerlerimiz için endişelenmeliyiz. Bu endişelere karşı çözüm
yolları düşünmeliyiz. Bu çözüm yollarını tek-tipleştirmekten
ziyada, her türlü çözüm yolunu irdeleyerek; müşterek
mirasımızın üzerindeki tehlikelere karşı örgütlenmeliyiz.

Çerkes Karakteri, Çerkes tarihidir.

Halkımızın
çevresinde gelişen dünyaya baktığı zaman verdiği tepkiler,
tamamen kendi tarihinden kopuk olmasının bir sonucu olabilir.
Kendisini hep başkalarının tarihinde okuyan, hep başkalarının
tarihindeki veriler ile kahraman, hain olan bir halktan; halkı
temsil eden toplumsal bir vicdan, özgün bir duruş beklemek ne
derece doğrudur bilemiyorum, ancak kendi tarihini araştırmadan,
başkalarının tarihlerindeki dayanaklara göre nitelikler edinen ve
bu nitelikleri fanatik bir şekilde savunan insanların, halkına
referans olacak bir duruş sergileyebileceklerini hiç sanmıyorum.
Kime dost, kime düşmanız diye soruyoruz sürekli, oysa bu soru
hileli bir soru. Çünkü dostta, düşmanda bir değil. Asıl soru;
biz neye dost, neye düşmanız? Bunu cevapladık mı? Biz, adı-şanı
ne olursa olsun; zalime düşman mıyız – değil miyiz? Haksızlık
edene, yanlışlar yapana, cinayetler işleyene, kanlar akıtana,
ezene düşman mıyız – değil miyiz? Bizim tarihimizdeki yeri
nedir bu duruşun? Birbirimizi, “o’cu – bu’cu” diye ilan etmek,
“o’culara – bu’culara” fanatikler toplamak, birbirine düşürmek
kolay olan değil mi? Çünkü, kendisi olması unutturulmuş,
başkası olmaya zorlanmış bir halkın içinde, böyle fanatikler
yaratmak ve fanatikleri birbiriyle çarpıştırmak kolay geliyor
olmalı. Kendi toplumsal tarihindeki tecrübelere dayalı bir akıl
yoksunluğumuz var, bu yoksunluk kolay değil. Bu yoksunlukta gökten
zembille inmedi, kendi kendine unutulmadı bu tarihte. Bugün,
halihazırda olduğumuz kıvam, dün birilerinin; yarın işime yarar
diye olmamızı istediği yerin ta kendisidir. Çerkesler,
kendilerini temsil eden bir karakteri, başkalarının yazdığı
tarihteki süslü cümlelerde değil, kendi tarihlerindeki tecrübeye
dayalı toplumsal aklın, vicdanla harmanlanacağı yerde bulacaktır.
Bugün bu kıvranma, bu belirsizlik ise birilerinin bu karakteri
gökten indirmeye çabalamasından kaynaklanmaktadır. Umut ederim
ki, birgün bunun yerde olduğunu anlayanların sayısı
çoğaldığında, işte o gün dostta, düşmanda; zalim için
korkutucu, mazlum için umut veren Çerkes karakteriyle tanışacaktır.